24 Eylül 2012 Pazartesi

Sırt sırta namaz kılınabilecek olan yer!


Bakara -144:

"(Ey Muhammed!) Biz senin çok defa yüzünü göğe doğru çevirip durduğunu (vahiy beklediğini) görüyoruz. (Merak etme) elbette seni, hoşnut olacağın kıbleye çevireceğiz. (Bundan böyle), yüzünü Mescid-i Haram yönüne çevir. (Ey Müslümanlar!) Siz de nerede olursanız olun, (namazda) yüzünüzü hep onun yönüne çevirin. Şüphesiz kendilerine kitap verilenler, bunun Rabblerinden (gelen) bir gerçek olduğunu elbette bilirler. Allah, onların yaptıklarından habersiz değildir."

Kuran'da geçerli olan dünya anlayışının yuvarlak değil de düz bir dünya anlayışı olduğu sağlam iddialarla her seferinde dile getirilmeye devam edilmektedir. Bu iddialar o kadar güçlüdür ki günümüzde dahi Arapların içerisinde kağıt kalem yalamış bazıları çıkıp da dünyanın yuvarlak olmadığını, bunun Kuran'a aykırı olduğunu iddia edebilmektedir.

"Irak Televizyonu'nda Dünya Düz mü Yuvarlak mı Tartışması"

http://www.youtube.com/watch?v=kjjYXOIHCaY

Yani bu iddiaları sadece ateistler değil aynı toprakların ve aynı dilin sahipleri dahi dile getirmektedir. Bu çağda bunları söyleyenlerin 1400 yıl önce neler düşünebileceğini artık varın siz düşünün.

Suudi Arabistan’ın baş müftülerinden şeyh Abdül Aziz Bin Baz'ın fetvası şöyledir; Tarih: 1975.

Kaynak: “Dünya’nın Sakin Güneş’in Hareketli Olduğuna ve Gezegenlere Çıkmanın İmkansızlığına Dair Akli ve Hissi Deliller” adlı kitabı ;

“Kim dünyanın yuvarlak olduğunu iddia ederse küfür ve delalete düşmüş olur. Çünkü bu iddia hem Allah’ın, hem Kuran’ın, hem Peygamber’in reddidir.Bunu iddia eden kişi tövbeye davet edilir. Ederse ne ala! Aksi takdirde kafir ve dinden dönmüş bir kişi olarak öldürülür..Eğer ileri sürdükleri gibi Dünya dönüyor olsaydı ülkeler, dağlar, ağaçlar, nehirler, denizler bir kararda kalmazdı. İnsanlar batıdaki ülkelerin doğuya, doğudaki ülkelerin batıya kaydığını görürlerdi. Kıble’nin yeri değişir, insanlar kıbleyi tayin edemezlerdi.”

Bu ön bilgiden sonra şimdi gelelim asıl konumuza. Kuran'da dile getirilen ve tüm müslümanların ibadetlerinde olmazsa olmazlardan biri olan Kıble'ye doğru yönelmek, Kuran'daki yuvarlak bir dünya anlayışının bulunmayışıyla yakından ilgilidir.

Dünyamız yuvarlak olduğu için yönünü Kabe'ye çevirmiş olan birisi aynı zamanda Kabe'ye sırtını da dönmüş olur.

Bir başka deyişle; Kabe'ye doğru dönmüş olan birisi arkasına dönünce de Kabe'ye -ayette dendiği gibi- yüzünü çevirmiş olur. Bu iki yönelme arasındaki tek fark kilometrelik mesafe farkıdır.

Tabi bu durum karşısında müslüman camiasının vermek zorunda kaldığı cevap "Kabe hangi taraftan daha yakın ise o yöne doğru dönülmeli" şeklinde olmuştur. Kıble ile ilgili ayette sadece Kabe'ye yüz çevrilmesinden bahsedilmektedir, "yüzünüzü Kabe'nin en yakın olduğu yöne doğru dönün" diye herhangi bir ifade bulunmamaktadır. Bu konuda ya Allah biraz unutkan olmalı ya da bu cevabı verenler peygamberden daha fazla Allah'a yakın olmalı.

Tabi bir de dünya üzerinde Kabe'ye uzaklığın her iki yönden de eşit olduğu bir başka yer daha bulunmaktadır. Şimdi böylesi bir yerde bir müslümanın namaz kıldığını düşünün, kıble hangi taraf olacaktır? Böylesi bir noktada iki kişi sırt sırta verip namaz kıldığında her iksinin de namazı kabul olacak mıdır?

22 Eylül 2012 Cumartesi

Cehennemdeki taşlar ve odunlar!


Bakara -24:

"Eğer, yapamazsanız -ki hiçbir zaman yapamayacaksınız- o halde yakıtı insanlarla taşlar olan ateşten sakının. O ateş kafirler için hazırlanmıştır. "


Tahrim -6:

"Ey iman edenler! Kendinizi ve ailenizi, yakıtı insanlar ve taşlar olan ateşten koruyun... "


İnsanların cehennem ateşine atılacağını düşünürsek onların cehennemin bir nevi yakıtı olacağını anlamak mümkün. Peki cehennemin diğer yakıtı olan "taşlar" ne oluyor?

Bu taşlardan kastın putlar olduğu düşünülebilir, bazı tefsirlerdeki açıklamalar zaten bu yöndedir. Yani Allah diğer ayetlerde açıkça "putlar" derken bu ayette aynı ifadeyi kullanmak yerine birden "taşlar" demiştir. İnsanların ateşe atılmalarındaki amaç belli; cezalandırılmak, cansız taşlardan yapılma bu putların ateşte cezalandırılacağını düşünmekse tuhaf kaçıyor. Günahların yaratıcısı olan şeytan ve ona inanan insanlar sorumluluklarından ötürü cehennemde cezalandırılırken put niyetine taşların da ateşte yakılacak olması anlaşılır gibi değil.

yoksa taşlardan kasdedilen yakıt olarak kullanılan kömür veya çakmaktaşı gibi taşlar mıydı?

Nitekim, Abdullah bin Abbas ve Abdullah bin Mesud gibi önemli sahabelere göre bu ayetlerde geçen taşlar siyah kibrit taşlarıdır.

Bunu kabul etmemiz durumunda ise şunu sormak gerekiyor, bir ateşin var olabilmesi için herhangi bir ateşleyici malzemeye ihtiyaç duyulması bu dünyadaki koşullar için geçerlidir. Allahın cehennemdeki ateşi dünyadaki bildiğimiz ateş gibi midir, ayette bahsedilen taşlar olmazsa cehennemdeki ateş yanmayacak veya sönecek midir?

Toparlayacak olursak, ayette geçen bu taşlardan maksat nedir? Put derseniz ateşte taşları yakıp cezalandırmanın mantığı nedir?, yok kibrit taşı gibi yanabilen taşlardır derseniz oradaki ateş dünyadaki gibi tuttuşturulan bir ateş midir, ateşin kendisini bizzat yaratan Allah onu yaratacak başka şeylerden neden bahsetmektedir?

Son olarak da şu ayete değinelim:

Tebbet -5:

"Boynunda bükülmüş hurma liflerinden bir ip olduğu halde sırtında odun taşıyarak karısı da (o ateşe girecektir)."


Bu ayette Ebu Leheb'in karısının cehennemdeki halinden ve onun taşıdığı odunlardan bahsedilmektedir. Bu söylem Allah'a ait olup cehhenneme ilişkin yapılmış olan bir tasvirdir, tabi ki bu sözleri en yalın anlamıyla ciddiye almak gerekir. Cehennemle ilgili bu ayette odunlardan bahsedilerek yine karşımıza bildiğimiz dünyevi ateş benzetmesi çıkmaktadır. Ebu Leheb'i cehennemde yakacak olan ateşin, onu ister karısı isterse zebaniler taşısın oduna neden ihtiyacı olsun?

Anlaşılan o ki Ebu Leheb de karısı da birer kafir olarak cehennem ateşinin bizzat yakıtı olmaları yetmiyor, ayrıca kendilerinin yanında odun da gerekiyor.

Taş ya da odun bunlar insanoğlunun bu dünyada ateş yakmak için ihtiyaç duyduğu şeylerdir. Bizzat ateşin kendisini de var eden Allah'ın öbür tarafta sanki onlar olmazsa ateş de olmazmış gibi başka şeylerden de bahsetme gereği duyması onun aslında bir insan gibi hareket ettiğini göstermektedir. Allah cehennemindeki ateşten bahsederken taş ve odun gibi yakacak malzemelerine hiç değinmemiş olsaydı ne eksik olurdu, insanlar cehennemdeki ateşin var olmadığına mı inanacaklardı?

İnsan hayallerinde yarattığı bir tanrıya sınırsız doğa üstü özellikler yükleyebilir; kendi gücünün yetmediği alanlardaki boşukları var ettiği Tanrıların kudreti doldurmuştur. Güçsüzlüğünün tahammülsüzlüğünü inanıp taraf olmanın rahatlığı örtmüştür; "O herşeyi yaratmıştır, "ol" demesi yeterlidir, hiçbirşeye ihtiyaç duymaz, her şeye gücü yeter ve her yerdedir."

Ancak mevzu hayaller yerine somut şeylerden bahsetmeye gelince insan, Tanrısına yüklediği bu vasıfları unutup anlattığı şeyin bildik dünyevi gerçeklerinden bahseder: "ateş varsa tabi ki onu yakacak odundan taştan da bahsedilmesi normaldir. Eğer birileri cezalandırılıyorsa elleri ve ayakları bağlanmalıdır v.s."

Kutsal metin yazıcıları sonuçta insanlar olunca onları ele veren de yine kendi sözleri oluyor.

21 Eylül 2012 Cuma

Parmak uçlarını yeniden düzenlemek!


Kıyame Suresi 3-4:

"İnsan, kendisinin kemiklerini bir araya getiremeyeceğimizi mi sanır? Evet bizim, onun parmak uçlarını bile düzenlemeye gücümüz yeter."


İnsanları öldükten sonra tekrar diriltirken onların kemiklerinin bir araya getirilecek olmasını anlamak kolay yalnız kemiklerden bahsettikten sonra birden bire sadece parmak uçlarından bahsediliyor olması ise oldukça tuhaf.

Kemikleri biraraya topladıktan sonra herhalde sıra onları ete büründürmeye gelecektir. Bununla ilgili vücudun onca yeri varken neden parmak uçlarından bahsedilmiştir?

Bu tuhaflık en başta müslümanların dikkatini çektiği için ayette geçen "parmak ucu" ifadesine tefsirler de hep parmak izine atıfta bulunularak, hatta bunun bir mucize olduğunu söyleyerek açıklama getirilmeye çalışılmıştır. Bu yaklaşımları anlamak güç çünkü birincisi Allah "parmak izi" demeyi beceremeyen bir tanrı mıdır, ikincisi öbür tarafta birilerinin kalabalığa karışıp kaybolması mı söz konusudur.

Bence bu ayette anlatılmak istenen şey başka birşey. Bunu anlayabilmek için ayette geçen "parmak ucu" anlamındaki arapça kelimenin (benâne-benanin) geçtiği kitaptaki diğer ayete bakmak yeterli:

Enfal -12:

"Hani Rabbin meleklere, “Ben sizinle beraberim. İman edenlere sebat verin. Ben kâfirlerin kalplerine korku salacağım. Şimdi vurun boyunlarının üstüne. Vurun, onların bütün parmak uçlarına” diye vahyediyordu."


Görüldüğü gibi bu ayette vurulan yani kesilen ve doğal olarak artık ölene kadar yerinde olmayacak olan "parmak uçlarından" bahsedilmektedir.

Bu yüzden ilk baştaki Kıyame Suresi'nin ayetinde geçen "Evet bizim, onun parmak uçlarını bile düzenlemeye gücümüz yeter!" cümlesinin bu hayattayken bir şekilde kesilmiş olan parmakların da öbür tarafta yerine getirileceğini kastettiğini düşünmekteyim.

Hatta ayette geçen "onun parmak uçlarını" ifadesindeki "onun" kelimesi ile parmak uçları kesilerek cezalandırılmış olan aslında belli bir kişiden dahi bahsedilmiş olabilir.

Daha önce bahsedildi mi bilmiyorum ama "parmak ucu yaratma ve parmak izi mucizesi" konusuna bu açıdan da bakmakta fayda var bence.

19 Eylül 2012 Çarşamba

Vedd, Süvâ, Yeğus’, Ye’ûk ve Nesr İlahları!


Kuranda Nuh peygamber zamanındaki putperestlerin taptıkları ilahların adlarından bahsedilmektedir:

71/23- “Şöyle dediler: ‘Sakın ilâhlarınızı bırakmayın. Hele hele Vedd’i, Süvâ’ı, Yeğus’u, Ye’ûk’u ve Nesr’i hiç bırakmayın.”

burada geçen ilahlar aynı zamanda Arapların İslamiyet öncesi taptıkları putların isimleridir. Araplar çocuklarına "Vedd'in kulu, Yeğûs'un kulu" anlamında "Abdu Vedd", "Abdu Yeğûs" adlarını vermişlerdir.

Nûh tufanında her şey sular altında kalıp harap olduğu halde bu ilahlar adları ve şanlarıyla sonraki nesillere ve Araplara kadar nasıl intikal etmişlerdir?

71/26 : Nûh şöyle dedi: “Ey Rabbim! Kâfirlerden hiç kimseyi yeryüzünde bırakma!”


Nuh tufanı ile sel olmuş herşey silinip süpürülmüş ve kafirler cezalandırılmış, diyelim ki bu adamlardan geriye hadi putların heykelleri falan kaldı sonradan birileri onları görünce "aaa bu ne kadar güzel bir ilah" deyip onu kendine ilah mı edinmiştir, ilah edinmekle kalmayıp bir de aynı adları mı takmıştır?

Bunların sonraki nesillere aktarılmış olması hangi sebepten kaynaklanıyorsa kaynaklansın, bu putlardan dolayı kafirleri cezalandırıp onca insanı suda boğan Allah daha sonradan bu putların namının yeniden canlanıp yürümesine neden izin vermiştir?

İnsanlardan neyin düşünülmesi beklenmektedir, koskoca nuh tufanının dahi tarihten silemediği bu putlarda gereçekten de ilahi vasıfların olduğuna inanılması mı?

Bu ara iş insanlara yeni ilahlar öğretmeye gelince Allahın yaptığı vahiy oluyor şeytanın yaptığı ise telkin, demek ki şeytan Allaha kıyasla peygambersiz, kitapsız daha kolay yoldan hallediyor işini.

Asıl sormamız gereken ise şu; yoksa peygamber Arapların taptığı ilahların da kendi tanrısı gibi insanlığın ilk zamanlarından beri var olduğunu mu sanıyordu, yoksa böyle düşünmek aslında işine mi geliyordu; bu putların Nuh zamanında da olduğunu söyleyerek geçmişte onlara inananların başına gelen azapla kendi zamanındaki Arapları da mı korkutmak istemişti?

17 Eylül 2012 Pazartesi

Allah bildi ve tövbenizi affetti!

Bakara -187:

"Oruç gecesinde kadınlarınıza yaklaşmak size helâl kılındı. Onlar, size örtüdürler, siz de onlara örtüsünüz. Allah, (Ramazan gecelerinde hanımlarınıza yaklaşarak) kendinize zulmetmekte olduğunuzu bildi de tövbenizi kabul edip sizi affetti. Artık eşlerinize yaklaşın ve Allah’ın sizin için yazıp takdir etmiş olduğu şeyi arayın..."

Allah ramazanda eşlerine yaklaşanların tövbesini kabul ettiğini söylüyor. Tövbeden bahsedildiğine göre ortada günah olan bir davranış var. Zaten ayette ayrıca "affetti" diyor. Ramazanda eşlere yaklaşılmasının tövbe ve af gerektiren bir yasak olduğunu ilk koyan kim? o da Allah değil mi?

O zaman Allah bu yasağı ilk getirdiğinde bunun ilerde müminlerin kendilerine yapacakları bir zulüm olacağını bilmiyor muydu? Bunu zaman geçince yaşayarak görünce mi öğrendi de bu yasağı kaldırma gereği duydu?
geçmişi ve geleceği, herşeyi bilen bir allah zamana ve koşullara göre, deneme yanılma yöntemi kullanarak mı yasaklarını belirliyor?

Eğer allah ramazanda eşlere yaklaşılmasını yasaklarken bunun ilerde müminler için kendi kendilerine yapacakları bir zulüm olacağını bilseydi ve bu yasağı hiç koymasaydı, başından beri bunu helal kılsaydı Tanrısallığından çok şey mi kaybederdi?

Ya da hiç tövbeyi, affetmeyi sonradan işin içine katmadan en başından itibaren "Allah ramazan gecelerinde eşlerinize yaklaşmamanın sizin için zulüm olacağını biliyor. bu yüzden eşlerinize yaklaşmayı o gecelerde de helal kıldı." denseydi herşeyi bilen kudretine daha uygun bir söz söylenmiş olmaz mıydı?

Hayatta birşeyleri deneyip onun zorluğuna göre daha önce bildiklerini yaptıklarını değiştiren ancak bir insan olabilirdi. Bu ayetlerde açık bir şekilde Allah tıpkı bir insan gibi son gelinen koşullara göre hareket edip daha önce söylediğinden vaz geçmektedir. Allah'ın aslında daha doğrusu bir insan olarak peygamberin bu yaklaşımı; işçilerini günde 10 saat çalıştıran bir patronun iş verimliliğini düştüğünü görmesi sonucu çalışma saatini günlük 8 saate düşürmesi gibi birşeydir adeta.

(Yukardaki ayete benzer bir başka ayet:

Müzzemmil -20: (Ey Muhammed!) Şüphesiz Rabbin, senin, gecenin üçte ikisine yakın kısmını, yarısını ve üçte birini ibadetle geçirdiğini biliyor. Beraberinde bulunanlardan bir topluluk da böyle yapıyor. Allah gece ve gündüzü düzenleyip takdir eder. Sizin buna (gecenin tümünde yahut çoğunda ibadete) gücünüzün yetmeyeceğini bildi de sizi bağışladı (yükünüzü hafifletti.) Artık Kur'an'dan kolayınıza geleni okuyun.....)

Ek:

Mevzuyu daha iyi kavrayabilmeniz için konuya bir kez daha sorular üzerinden yaklaşalım:

-Eğer Allah'ın gerekçesi kendisine inanaların imanını yoklamaksa ne diye ayetlerde "kendinize zulmettiğinizi, buna gücünüzün yetmeyeceğini bildim" diyor?

-Allah kendisine inananları kendilerine zulmetmelerini  ve güçlerinin yetmeyeceği şeyleri isteyerek mi sınıyor?

-Acaba Allahın ilk koyduğu yasağı kaldırma gerekçesi müminlerin imanını yoklamak mı yoksa onların gerçekten de fiziksel manada buna güçlerinin yetmediğini görmüş mü olmak?

-Madem ortada bir iman testi var, Allah müminlere yasağını ihlal ettikleri için hak vereceğine "bu yasaklar sizin imanınızı sınamak içindi" demesi gerekmez miydi?

-Peki hem yapamadığı için ona hak verip hem de onun tövbesini kabul etmek nasıl oluyor? hak verdiğin noktada zaten ortada tövbeyi gerektirecek bir durum kalmamış olur. İnsanları yapamamaları konusunda haklı gördüğünü söylüyorsan, demek ki bu insanlar ellerinden gelenleri yapmış veya yapmaya çalışmış, ortada affedilecek olan ne var o zaman? güçleri yetti de yapmadılar mı, kendilerine zulmetmediler de geri mi durdular?

Hiç bu kadar zorlamaya gerek yok bu ayetler şu basit gerçeği gözler önüne sermektedir; peygamber ilkin gece ibadet edilmesi ve ramazanda eşlerden uzak durulması gibi yasakları Allahın buyrukları olarak söylemiş veya aynen kabullenmişti. Yalnız bu iki konuda peygamberin çevresindeki kişilerden yoğun eleştriler gelmeye başlayınca peygamber deyim yerindeyse zorunlu olarak bu yasaklardan geri adım atmak zorunda kaldı. Peygamber de bu geri adımı tıpkı bir insan gibi düşünüp bu kişilere "hak vererek" ama bunu Allahın bir lütfuymuş gibi göstererek atmış oldu.