26 Mayıs 2013 Pazar

Yedi gök - yedi tarika - yedi tarık mı?

Eski çağ kozmolojisinde göğün yedi katı olduğuna inanılıyordu. Böylesi bir inanç gökyüzünde farklılıkları çıplak gözle gözlemlenebilen ve yıldızlar topluluğundan ayrılan 7 ayrı gök cisminden kaynaklanıyordu. Bunlar; Ay, Merkür, Venüs, Güneş, Mars, Jüpiter, Satürn’dü.



Eserleri Arapçaya da çevrilmiş olan ünlü bilim adamı Batlamyus’un dünya merkezli evren anlayışına göre bu gök cisimleri yerin çevresinde dairesel hareketler yapmaktaydı. Batlamyus’un görüşleri Kopernik'in daha doğru olan güneş merkezli modeline dek Batı ve İslam dünyalarında geçerli model olarak kabul edilmiştir. Günümüzdeki evren bilgisi ise çıplak gözle görülebilenlerin çok daha ötesine geçmiş ve göğün sadece bu gök cisimlerinden oluşmadığını başka gezegen ve galaksilerin de var olduğunu göstermiştir.

Batlamyus’un 7 gök cismini esas alarak oluşturduğu görüşlerinin İslam alemince kabul görmesinde Kuran’da bahsi geçen “7 katlı gök” inancının etkisi büyük olmalı. Yine Kuran’da ay ve güneş içn geçen geçen “her biri bir yörüngede, felekte yüzmektedir (36:40)” ifadeleri de bu gök cisimleri arasındaki farklılıkları vurgulamak adına önemliydi.

Acaba Kuran’daki “7 katlı gök” tabiri eski çağlara ait yanlış evren anlayışının bir sonucu muydu, “7 katlı gök”ten kasıt ay, güneş ve (yıldız olmadığı halde yıldız gibi parlayan) 5 gezegen miydi?

Kuran’da bahsi geçen “Tarık” kelimesinin bu konuda bize bir ipucu sunduğunu düşünmekteyim.

Kuran’ın 86. suresine adını da vermiş olan “Tarık “kelimesi bu surede şu şekilde geçmektedir:

1. Gökyüzüne ve târıka (sabah yıldızına) yemin ederim.
2. Târıkın ne olduğunu nereden bileceksin?
3. (O, karanlığı) delen yıldızdır.
4. Hiç kimse yoktur ki üzerinde bir koruyucu, bir denetleyici bulunmasın.

Yukarıdaki ayetlerde açıkça anlaşılan “Tarık”ın parlaklığıyla karanlığı delen bir yıldız olduğudur. Bu ayetlerle ilgili yapılan bazı tefsirlerde “Tarık” kelimesi ile kastedilenin sabah veya akşam yıldızı olarak da bilinen parlak Venüs gezegeni olduğu yönündedir. Venüs gezegeni eski çağ kozmolojisindeki göğün katmanlarından birisini oluşturmaktaydı.

Kuran’da parlak bir yıldızın tarifi için geçen “Tarık” kelimesinin köküne bir göz atalım. Bu kelime “ta ra qaf” kökünden gelmektedir. Aynı kökten gelen ve Kuran’da geçen bir kelime daha bulunmaktadır. Bu kelime ise “yol” anlamına gelmektedir. (Kelime köklerini dikkate alıyorum, çünkü farklı anlamlar taşıyor olsa da aynı kökten gelen kelimelerin Kuran'ın özünü teşkil eden ve sonradan değiştirilmemiş olan antik metinlerde aynı şeylerin anlatımı için geçtiğini düşünüyorum.)

Tarik kelimesinin “yol” anlamında geçtiği bir ayet şu şekildedir:

“Andolsun, biz sizin üzerinizde yedi yol (taraika) yarattık. Biz yarattıklarımızdan habersiz değiliz.” (Muminun -17)

Elmalı bu ayetin tefsirini yaparken üç farklı görüşe değindikten sonra şöyle diyor: “Görülüyor ki, bu üç mânânın üçünde de "seba tarâık" yedi gök demek oluyor...”

Sanırım aynı kökten gelen (tarıkı - taraika) kelimelerinin Kuran’da hem bir yıldız (4. kattaki Venüs) hem de göğün 7’li yapısı için söyleniyor olması, Kuran’daki gök anlayışının eski çağlardaki gibi sadece görünebilen gök cisimlerine göre oluşturulmuş yanlış bir evren anlayışından kaynaklandığını gösteren bir ipucuydu. Ya da yıldız için kullanılan bir kelimenin göklerden bahseden "yedi" sayısının yanına da gelmesi sadece kötü bir tesadüftü.

Kuran'da “7 kat gök anlayışının eski çağlardan kalma bir gök anlayışı” olduğu görüşünü destekleyen bir ayet daha bulunmakta. Eski çağlardaki 7 katlı gök inancının gökyüzünde çıplak gözle görülebilen gök cisimleri üzerine inşa edilmiş yanlış bir inanış olduğundan bahsetmiştik. Bu inancın doğmasına yol açan gök cisimleri 5 gezegen ve güneş ile ay’dan oluşuyordu. Bir başka deyişle bu inanca göre güneş ve ay da gökteki katmanları oluşturmaktaydı.

“Görmediniz mi, Allah yedi göğü tabaka tabaka nasıl yaratmıştır?’ Ve Ay'ı, onların arasında bir nur kıldı ve Güneş'i de bir sirac (çırağ) kıldı.” (Nuh 15-16)


Yedi tabakalı bir gök ve “onların arasında” olduğu söylenen güneş ile ay.


İşin daha ilginç olan ise yine kelimelerin köküne indiğimiz zaman ortaya çıkmakta:

göğün yedi "yolu" = taraika = طَرِيقًا = ta ra qaf

göğün yedi "tabakası" = tibakan = طِبَاقًا = ta ba qaf

köklerdeki bu benzerlik de Venüs gezegeni için söylenmiş olan) "tarık" kelimesi ile aslında göğün yedi adet "katları"nın kastedilmekte olduğu yönündeki çıkarımımı destekler gibi.

24 Mayıs 2013 Cuma

Meryem'in doğum sancısı!

Meryem Allah tarafından hamile bırakıldığını öğreniyor:

“Cebrail, “Evet, öyle. Rabbin diyor ki: O benim için çok kolaydır. Onu insanlara bir mucize, katımızdan bir rahmet kılmak için böyle takdir ettik. Bu, zaten (ezelde) hükme bağlanmış bir iştir” dedi.” (Meryem 21)
Meryem Allah’ın mucizesi için ölümü göze alacak kadar acı çekiyor:

Böylece Meryem, çocuğa gebe kaldı ve onunla uzak bir yere çekildi. Doğum sancısı onu bir hurma ağacına yöneltti. “Keşke bundan önce ölseydim de unutulup gitmiş olsaydım!” dedi. (Meryem 22-23)
Cebrail Meryem’in “doğum sancısı” karşısında “dere akıtarak” onu teselli ediyor:

“Bunun üzerine (Cebrail) ağacın altından ona şöyle seslendi: “Üzülme, Rabbin senin alt tarafında bir dere akıttı.” (Meryem 24)Hamile ve acı çeken bir bayan karşısında Cebrail centilmenlik örneği sergiliyor:

“Hurma ağacını kendine doğru silkele ki sana taze hurma dökülsün.” (Meryem 25)

1-Allah bir mucize gerçekleştireyim derken kendisinin hamile kalmasında hiçbir suçu günahı olmayan Meryem’e ölümü isteyecek kadar acıyı neden çektirmiştir?

2- "Bunun üzerine Rabbi onu güzel bir şekilde kabul buyurdu ve onu güzel bir şekilde yetiştirdi. Zekeriya’yı da onun bakımıyla görevlendirdi. Zekeriya, onun bulunduğu bölmeye her girişinde yanında bir yiyecek bulurdu. “Meryem! Bu sana nereden geldi?” derdi. O da “Bu, Allah katından” diye cevap verirdi. Zira Allah, dilediğine hesapsız rızık verir. (Ali imran -39)

Doğum sancısı çeken Meryem'e ağaç silkeleme nasihatında bulunan Allah geçmişte ona hesapsız rızık verdiğini o an unut muşmudur?.

3-Allah İsa’nın havarilerine sırf kalpleri daha fazla tatmin olsun diye gökten sofra indirirken doğum sancısı çeken bu kadıncağıza neden aynı kolaylığı göstermeyip “ağacı silkeleme” görevi vermiştir?

4- Bir kadının rahmine bir insanı yerleştirme mucizesi gösteren Allah iş aynı bedenin acılarını ve açlığını gidermeyi gelince neden bu kadar dünyevileşip sadece akıl vermekle yetinmiştir, yoksa her masalsı anlatımda olduğu gibi burada da gerçeklerle uydurmalar iç içe mi geçmektedir?

18 Mayıs 2013 Cumartesi

Karganın işareti = güneşin batışı = mezarın yeri!


Eski Mısır'da batan güneşe ne olduğunu anlamlandırmaya çalışan Mısırlılar, gündoğumunu doğumla günbatımını ise ölüm ve gömülme ile ilişkilendiriyorlardı. Batıdan batan güneş ölüm ve öteki alemle ilgiliydi. Eski Mısır'da "Amentet" kelimesi hem güneşin battığı Nil'in batı yakasına hem de ölüm diyarına işaret ediyordu. Ayrıca ölüler bazen "batılılar" olarak biliniyordu. Eski Mısırlılar şehir ve tapınaklarını genellikle Nil nehrinin doğu yakasına inşa ederken mezarlarını güneşin battığı nehrin batı yakasına inşa etmişlerdi.
Eski Mısır inancında Güneşin toprağa batıp kaybolduğu yerin öteki alem olan yeraltı dünyasına açılan bir kapıymış gibi düşünüldüğüne değindikten sonra Kuran'daki ele alacağımız ayete bakalım.
"Nihayet Allah, ona kardeşinin ölmüş cesedini nasıl örtüp gizleyeceğini göstermek için yeri eşeleyen bir karga gönderdi. "Yazıklar olsun bana! Şu karga kadar olup da kardeşimin cesedini örtmekten aciz miyim ben?" dedi. Artık pişmanlık duyanlardan olmuştu." (Maide -31)
Bir insan kardeşinin dirisine göstermediği hassasiyeti ölüsüne neden gösterir? Diyelim ki sonradan öldürdüğüne pişman oldu, kardeşini öldürdüğü için kendisine "yazıklar olsun" deyip lanet okumak varken neden sadece ceseti ortadan kaldırmaya yarayacak olan birşeye bu kadar kafayı takar? Kısacası bu ayetteki "karga" muhabbeti biraz sıkıntılı gözükmektedir.
İlk insan Adem ve Havva'nın çocukları olan Habil ve Kabil'in hikayesinin anlatıldığı bu ayette ilk ölen insan olduğuna inanılan Habil'in toprağa gömülmesi konu edilmektedir. Ayette ölünün toprağa gömülmesini gösteren ve toprağı eşeleyen "karga" kelimesine dikkat çekmek istiyorum.
Ayette geçen Arapça "guraben" kelimesi "karga" anlamına gelmektedir. Bu kelimenin kökü "gayın ra ba" harflerinden oluşmaktadır. Aynı kökten gelen ve Kuran'da geçen diğer kelimeler "batı" ve "güneşin batışı" anlamlarına geliyor.
Eski Mısır inancında güneşin battığı taraf ölüm ve öteki aleme geçiş anlamı taşıdığı için ölülerin gömüldüğü mezarların Nil nehrinin batısına inşa edildiğini söylemiştik. Ayetteki ilk insanın nereye gömüleceğini gösteren "guraben" kelimesinin aynı zamanda güneşin batışı anlamına gelen "gurubi" kelimesi ile aynı kökten geliyor olması acaba bir tesadüf müydü? Bana soracak olursanız kesinlikle değil.

Ele aldığımız konuyla ilgili bir küçük not daha düşelim.

İlk mesajımda "Amentet" kelimesinin "batı" ve "ölüm diyarı" anlamlarına gelmekte olduğunu belirtmiştim. Bu kelime aynı zamanda bir Tanrıça adı olup batıyla özdeşleştirilmiş olan bu tanrıça "Batı'nın Kızı" olarak da adlandırılan Amunet'dir. (Amentet, Ament diye de söylenir). Tanrıça Amunet genellikle kafasının üzerinde bir kuş veya batının sembolü olan bir işaret ile resmedilmiştir.



Tanrıça Amunet'in bir diğer özelliği ise çoğu yerde akasya ağacı ile sembolleştirilmiş olmasıdır. Bir ölüm tanrıçası olarak onun yeraltı kapılarına bakan çölün kenarındaki bir ağaçta yaşadığına inanılıyordu. Sık sık mezar ve tabutlarda ölüyü koruyan tanrıça olarak resmediliyordu. Ölen ruhları ölüler dünyasına almadan önce onlara ekmek ve su sunmaktaydı.
Kabil'in kardeşini nasıl gömeceğiyle ilgili ayete ilişkin olarak Er Razı'nın tefsirinde şu not yer almaktadır:
".....tabirinin manası, "Kardeşinin avretini..." demektir. "Avret" kelimesi de, kişinin bedeninde, açılması caiz olmayan kısım demektir. O halde flji kelimesi, "çirkinliğinden dolayı insanı utandıran ayıp yerler, kusurlar" manasına gelir. Bu ifadenin, "kardeşinin İaşesi" anlamına geldiği de söylenmiştir."
Gerçekten de ayette "kardeşinin ceseti" olarak çevrilen "sev'ete ahi" kelimesindeki "sev'e" kelimesi "avret" anlamına geliyordu. Avret yerinin örtünmesiyle ilgili Kuran'daki diğer ayetler, bir başka deyişle Kabil'le ilgili ayette "ceset" olarak çevrilmiş olan "sev'e" kelimesinin geçtiği diğer ayetler Araf (20, 22, 26 ve 27. ayetler) ve Taha Suresi'ndedir (121. ayet). Kabil'le ilgili ayette geçen "avret yerlerinin örtünmesi" tabiri bu ayetlerde bu sefer yasaklanmış ağaçtan yiyen Adem ve Havva'nın avret yerlerinin örtünmesi olarak geçer.
Batı ve ölüm diyarı anlamındaki "Amentet" kelimesi ve onun Tanrıçası ile özdeşleşmiş olan "ağaç" sembolü Kabil'le ilgili ayette geçmese de o ayetteki temel kelimelerin geçtiği diğer ayetlerde karşımıza çıkmaktadır. Gerek ayetlerdeki anlatımda gerekse Tanrıça ile ilgili yapılan açıklamalarda "Ağaç" ve "ağaçtan yeme" sembolleri belirgin semboller olduğu için aradaki bu benzerliğe dikkat çekmek istedim.
(Not : Keşke her şeyi tüm somutluğu ile ortaya dökebilmek bir anda mümkün olsaydı. Ele alınan bu konular içinde sayısız etkenin yer aldığı oldukça karmaşık ve uzunca bir sürece ilişkin. Her ne kadar gerçeği bir anda ortaya koyabilmek kolay olmasa da ona doğru ufak adımlarla yol alınabilir. Zaten benim en temel amacım bu tür konularda daha kapsamlı araştırmalara en azından bir kapı aralayabilmek. İnanıyorum ki zamanla daha somut tespitler ortaya konacak ve gerçekler tüm çıplaklığıyla gün ışığına çıkacaktır.)

9 Mayıs 2013 Perşembe

Tanrı Seth - Satan - Şeytan!

Kurandaki ayetlerde eşeklerden adeta lanetlenmiş hayvanlar gibi bahsedilir. Allah'a göre yarattığı bu hayvan seslerin en çirkinine sahiptir (Lokman -19). Tevrat'a uymayanların, Kuran'dan yüz çevirenlerin durumu yük taşıyan (Cuma -5) veya aslandan kaçan bu hayvanlara benzetilmiştir (Müddesir -50).

Eşeğe karşı Kuran'daki olumsuz bakış hadislerde de kendisini göstermeye devam etmiştir.
Hz. Ebu Hureyre  anlatıyor: "Resulullah  buyurdular ki: "Horozların öttüğünü işittiğiniz vakit, Allah'tan lütuf ve ikramını talep edin. Zira onlar bir melek görmüştür. Merkebin anırmasını işittiğiniz zaman şeytandan Allah'a sığının. Çünkü o da bir şeytan görmüştür." [Buharî, Bed'ü'halk 15; Müslim, Zikr 82, (2729); Ebu Davud, Edeb 115, (5102); Tirmizî, Da'avat 58, (3455).]

Hz. Cabir anlatıyor: "Resulullah buyurdular ki: "Geceleyin köpeklerin havlamasını ve merkeplerin anırmasını işittiğiniz zaman, şeytandan Allah'a sığının. Çünkü onlar, sizlerin görmediklerinizi görürler." (Ebu Davud, Edeb, 105-106, no: 5103)

Allah'ın sonuçta kendi yaratmış olduğu ve insana hiçbir zararı dokunmayıp tam tersine tarih boyunca oldukça faydası dokunmuş olan bu hayvanla acaba ne alıp veremediği var? Yoksa bu hayvana bu kadar olumsuz yakıştırmalar yapılmış olmasının altında başka sebepler mi yatmaktadır?

Kuran ve hadisteki ifadelerden açıkça anlayabildiğimiz şey aslında çok yaralı olan eşeğin şeytanla ilişkilendirilip, ona uyanları tarif emek için kullanılmış olmasıdır. 

Bu açıklamalardan sonra biraz daha geçmişe giderek kendisinden sonra gelen çok tanrılı veya tek tanrılı olsun Kızıldeniz çevresindeki bütün inançları etkilemiş olan eski Mısır mitolojisine göz atabiliriz.

Eski Mısır inancında Seth kötülük tanrısı olarak bilinirdi. Set eski Mısır'da kötülüğün sembolü olmuştur. İbranilerin Mısır'da yaşadığı dönemlerde aynı inanç ve deyimlerin İbraniceye aktarıldığı düşünülebilir. "Muhalif, bozucu ve bozguncu" gibi anlamlara gelen İbranice "Satan" kelimesinin kökü "komplo kurmak" anlamına gelir. İbranice'den Latince ve Yunanca'ya, oradan da diğer batılı dillere geçmiştir. Arapça'da ise "şetane" rahmetten uzaklaştı, hak'dan uzak oldu anlamlarında kullanılır.



Eski Mısır'da kötülüğün sembolü olan Tanrı Seth bir eşeği anımsatan kırmızı saçlı ve büyük kulaklı bir hayali hayvan olarak temsil edilirdi. Duvar kabartmalarında eşek kafası bulunan birisi olarak resmedilirdi. Eski Mısır inancında Tanrı Seth'in görsel olarak iki belirleyici özelliği bulunuyordu diyebiliriz; bunlardan ilki eşek olarak resmedilmesi diğeri ise onu resmederken kullanılan kırmızı renkti. Eski Mısırlılar kırmızı rengin şeytanı temsil ettiğine inanmaktaydı.

Son olarak enteresan bir noktaya daha dikkat çekmek istiyorum. Kuran'da eşek kelimesi (hamiri) ha mim ra kökünden gelmekte olup toplam 6 ayette geçmektedir. Aynı kökten gelen ve Kuran'da geçen bir kelime daha bulunmaktadır; Fatır Suresi 27. ayetinde geçen "humrun" kelimesi. Bu kelimenin anlamı kırmızıdır.

Ha mim ra kökünden gelen toplam 7 kelime:

(2:259) himarika eşek
(16:8) wal-hamira eşek
(31:19) l-hamiri eşek
(62:5) l-himari eşek
(74:50) humurun eşek
(35:27) wahum'run kırmızı

Uzun lafın kısası Eski Mısır-Seth-eşek-kırmızı-satan-şeytan-Kuran bağlantısı sonucu ortaya çıkmış olan ve Kuran’da bahsi geçen eşek mevzusunun altında Eski Mısır inancının etkileri gözükmektedir.

Yukarıda Kuranda 6 ayette “eşek” kelimesinin geçtiğini belirtmiştim.  Aşağıda “şeytan” kelimesinin geçtiği 58. surenin 19. ayeti ile onun hemen altında 74. surenin 50. ve 49. ayetleri yer almakta. “Şeytan” ve “eşek” kelimelerinin nasıl birbirine benzer kelimler arasında geçmekte olduğuna dikkat edin.

 أَلَا إِنَّهُمْ هُمُ الْكَاذِبُونَ اسْتَحْوَذَ عَلَيْهِمُ   الشَّيْطَانُ     فَأَنْسَاهُمْ  ذِكْرَ

 فَرَّتْ كَأَنَّهُمْ     حُمُرٌ      مُسْتَنْفِرَةٌ فَمَا لَهُمْ عَنِ التَّذْكِرَةِ مُعْرِضِينَ

Bu benzerlik sadece bu ayetlerde sınırlı değil. Eşek kelimesinin geçtiği geriye kalan 5 ayetten birisini daha alalım. Aşağıda 59. surenin 16. ayetinde geçen “şeytan” kelimesi ile 62. surenin 5. ayetinde geçen “eşek” kelimesi alt altta yer almaktadır.

كَمَثَلِ الشَّيْطَانِ  إِذْ قَالَ لِلْإِنْسَانِ

كَمَثَلِ  الْحِمَارِ    يَحْمِلُ أَسْفَارًا

Bu benzerlikler tesadüf olmanın ötesinde, Kuran’ın aslını oluşturan ve İslamiyetin çok daha öncesinde yazımı başlamış olan antik metinlerin zamanla değiştirilerek yeniden kaleme alınmış olduğunun bir göstergesidir. Eldeki en eski Kuran nüshası Yemen’deki bir cami katında bulunmuştur. Bu eski Kuran metinlerinin peygamberden 60-70 yıl sonra yazıldığı tespit edilmiştir. Metinler üzerinde araştırma yapan uzmanlar ayetlerin başka cümleler üzerine yazıldığını, görünen metnin altında başka bir yazının olduğunu fark etmişlerdir. Ayrıca bazı kelimelerin güncel Kuran ayetlerinde bulunmadığı, bazılarının ise benzer ifadelerle değiştirilmiş olduğu tespit edilmiştir. Bu konuda aşağıdaki haber mevzuyu daha iyi kavramınıza yardımcı olacaktır.  


Haberde de belirtildiği gibi eski Arapların ellerindeki antik metinleri etkili hale getirmek için değişiklikler yaptığını söyleyen Alman araştırmacı Puin'e göre bunun en güzel örneği, 694-714 yıllarında Irak Valiliği yapan Haccac bin Yusuf'un "Kuranı Kerim'e binden fazla elif koydurdum" diye övünmesidir.

Kuran Arap yarım adasındaki çok eski pagan toplumların inanışlarından bahseden ve kökü Mısır inanışlarına kadar giden metinlerin zamanla kısıtlı Tevrat ve İncil bilgileri doğrultusunda yeniden kaleme alınıp yazılmasından oluşturulmuştur.

Ek-1:

Resul-i Ekrem Efendimiz şöyle buyurur: "Horozun öttüğünü işittiğiniz vakit, Allah'tan lutfunu ihsan etmesini isteyiniz; çünkü o bir melek görmüştür. Eşeğin anırmasını işittiğiniz vakit de şeytandan Allah'a sığınınız; çünkü o bir şeytan görmüştür.2 (Buhari, Bed'ü'l-halk 15; Müslim, Zikr 82; Ebu Davud, Edeb 115; Tirmizi, Daavat 56).

İslam dünyasının en güvenilir hadisçilerince aktarılmış olan yukarıdaki hadisle ilgili birkaç şey söylemek istiyorum.

İlk mesajımızda Mısır Tanrısı Set'in kötülüğün sembolü olduğundan ve eşeğe benzer bir şekilde resmedildiğinden bahsetmiştik. Mısır mitolojisinde Set'in daimi düşmanı güneş tanrısı Horus'dur. Horus şeytani amcası Set'in daimi düşmanı olmuştur. Horus milattan önce 3000 yılında doğmuş, güneşi ve ışığı temsil etmektedir. Set karanlığı ve geceyi temsil ediyordu ve eski inanışa göre her sabah Horus, Set'i yenmekte, akşamüstü ise Set kazanıp Horus'u yerin altına göndermektedir.

Mısır mitolojisindeki Set ve Horus arasındaki ezeli kavgayı dikkate aldığmızda; yukarıdaki hadiste bahsi geçen ve şeytanı haber veren eşek kötülüğün tanrısı Set'i, horoz ötüşü ise sabah doğmakta olan güneşi yani Horus'u işaret ediyor olmalı.