31 Temmuz 2014 Perşembe

Aşure kelimesinin kaynağı üzerine!

Aşure Günü:

Aşûre veya Aşûra Günü hicri takvimin ilk ayı olan Muharrem ayının “onuncu” günüdür. İslam inancında bu günde birçok önemli olay meydana geldiğine inanılır ve bu güne kıymet atfedilir. Aşure, (Aşura) Arapça’da “10” manasına gelen "aşara" kelimesinden türemiştir. Sözcüğün Sâmî diller arasında ortak bir sözcük olduğu düşünülmektedir. Seyyid Abdülkadir Geylani’nin Hakkı Arayanların Kitabı (Ghuniyatut Talibin) adlı eserinde İslam alimlerince neden bu günün Aşure (Ashura) olarak adlandırıldığı konusunda farklı görüşlerin olduğu belirtilir. 

Kafası kesilerek öldürülen Halife Ali’nin oğlu Hüseyin bin Ali ve beraberindeki 72 kişinin Hicri 61'de Muharrem'in onuncu gününde (10 Ekim, 680) Kerbelâ'da Yezid'in ordusunca katledildiğine inanılmaktadır.

Bunun dışında Aşure Günü'nde gerçekleştiğine inanılan dini açıdan önemli bazı rivayetler bulunmaktadır. Bunlar;Âdem'in işlediği günâhtan sonra tövbesinin kabul edilmesi, İdris'in diri olarak göğe yükseltilmesi, Nuh'un gemisinin tufandan kurtulması, İbrahim'in ateşte yanmaması,Yakup'un oğlu Yusuf'a kavuşması, Eyyub’un hastalıklarının iyileşmesi, Musa’nın Kızıldeniz'den geçip İsrailoğulları'nı firavun'dan kurtarması, Yunus’un balığın karnından çıkması, İsa'nın doğumu ve ölümden kurtarılıp göğe yükseltilmesidir. Ne hikmetse İslam inancında oldukça önemli olan bu olaylar hep “Aşure” gününe denk gelmiştir. Bu bağlamda "Aşure" kelimesinin İslam inancı açısından aslında oldukça kilit bir kavram olduğunu söyleyebiliriz. 

Aşure adı nerden geliyor?

Bir iddia olarak ileri sürmek isterim ki "Aşure" adı Tanrıça Asherah’tan (İştar/Astarte/Aşer) gelmektedir. Asherah eski Ortadoğu bölgesinin baş tanrısı Ba’al’in eşi olarak tapınılan bir tanrıçaydı. Tanrı Baal'ın dişi yarısı, cennetin kraliçesi, denizlerin leydisi, tanrıları doğurtan tanrıçaydı. Kimi İbraniler tarafından (Tanrı’nın bir adı olan) Yahweh'in eşi olarak da tapılmıştır kendisine. Sina Yarımadasında Kuntillet'te (M.Ö 8. yy.) bulunan antik bir İbrani metinde şöyle bahsi geçer:

'i bless you by yhwh of samaria and his asherah'

Judea'da bulunan bir mezar yazısı da destek verir yukarıdaki görüşe:

'to yhwh and his asherah'

http://www.matrifocus.com/LAM04/spotlight.htm


Tanrıça Asherah’ın en belirgin özelliği ise “kutsal dal, odun veya ağaçla” (Yaşam Ağacı) sembolize edilmiş olmasıdır. 

“The religious symbol of the goddess, the asherah, was in Israel a wooden pole, or perhaps a tree, representing the "tree of life."

http://www.ts.mu.edu/readers/content...8.2/48.2.6.pdf


Arapçada “aşera” 10 demektir. Aşure kelimesinin de “10” yani “aşera”dan geldiği ifade edilmektedir. Nitekim bu gün Muharrem ayının "10." günü olarak anılmaktadır. Arapçada geçen “10” yani “aşera” da aslında tıpkı “aşure” de olduğu gibi Tanrıça Asherah ile ilgilidir.

Bu ilişkinin ipucunu bize Musa’nın Tur’da Allah ile konuşması sunar. Kuran'da açıkça dendiği gibi dağa çıktığında Musa’ya Allah bir “ağaçtan” seslenir. Bu mübarek, kutsal “ağaç” çok açık bir şekilde Tanrıça Asherah’ın bir simgesidir. 

Ayrıca bilindiği gibi Musa’nın bu konuşma sonucunda Allah’tan “10 emir” aldığı ifade edilir. Söz konusu bu “10 Emir” “Evamir-i Aşere” olarak ifade edilir. Bu anlatımdaki Musa’nın dağda karşılaştığı kutsal “ağaç (asherah)” ile “10 (aşera emir)” buluşmasına lütfen dikkat! 

Bu yüzden diyebiliriz ki 10 sayısı (aşera) adında da saklı olduğu gibi aslında Tanrıça Asherah’la ilgilidir. Anlatılmak istenen aslında Musa'nın adet olarak 10 emri almış olduğu değil Tanrıça Asherah’ın emirlerini almış olduğudur. 

(Ayrıca Allah’ın seslendiği bu ağacın bir dağda, tepede olduğunu da unutmamak lazım. Çünkü Eski Ahit’te Tanrıça Asherah’tan (Aşera olarak geçer) yüksek tepe üzerindeki bir ağaç olarak bahsedilir:

2. KRALLAR : 2.Kr.17: 10

“Her yüksek tepenin üzerine, bol yapraklı her ağacın altına dikili taşlar, Aşera putları diktiler.”)


Aşera (10) – Aşure (Muharrem 10) – Asherah” 

bunlar birbirleriyle ilişkili olan kelimelerdir, özleri aynıdır ancak zamanla birbirlerinden giderek uzaklaşan anlamlar taşımaya başlamışlardır.

Aşure günü kendini kesip doğrama!



Aşure’nin Tanrıça Asherah ile ilişkili olduğunun bir başka göstergesi ise bugün özellikle Şiilerce uygulanmakta olan ve o güne has vücutları kesip parçalama ayinleridir. 

Hüseyin'in trajik hikayesinde olduğu gibi “kesme, baş kesme” olgusu üzerine şekillenen bu matemlerin temelinde yatan asıl şey canlı ve kutsal sayılan “ağaçların kesilmesi” bir başka deyişle Tanrıça Asherah’ın ağaç putlarının “kesilmesi” olayıdır. 

Eski Ahit’te sürekli olarak Ba’el ile birlikte anılan Tanrıça Asherah’ın putlarının “kesilerek” yok edildiği ifade edilir. Örneğin;

HAKİMLER : Hak.3: 7

“RAB'bin gözünde kötü olanı yapan İsrailliler Tanrıları RAB'bi unutup Baallar'a ve Aşera putlarına taptılar.”

HAKİMLER : Hak.6: 25

“Aynı gece RAB, Gidyon'a, "Babanın boğasını, yedi yaşındaki ikinci boğayı al" dedi, "Sonra babanın Baal için yaptırdığı sunağı yık. Sunağın yanındaki Aşera putunu kes.”

MISIRDAN ÇIKIŞ : Çık.34: 13

“Onların sunaklarını yıkacak, dikili taşlarını parçalayacak, Aşera putlarını keseceksiniz.”


Eski Ahit’in 1 Krallar 18. bölümünde İlyas ile Ba’al ve Aşera’nın peygamberlerinin karşılaşması anlatılırken Ba’al ve Aşera’nın peygamberleriyle ilgili önemli bir bilgi verilmektedir.

1 KRALLAR 18:

19: Şimdi haber sal: Bütün İsrail halkı, İzevel'in sofrasında yiyip içen Baal'ın dört yüz elli peygamberi ve Tanrıça Aşera'nın dört yüz peygamberi Karmel Dağı'na gelip önümde toplansın.”

27: Öğleyin İlyas onlarla alay etmeye başladı: “Bağırın, yüksek sesle bağırın! O Tanrı'ymış. Belki dalgındır, ya da heladadır, belki de yolculuk yapıyor! Yahut uyuyordur da uyandırmak gerekir!”

28: Böylece yüksek sesle bağırdılar. Adetleri uyarınca, kılıç ve mızraklarla kanlarını akıtıncaya dek kendi kendilerini yaraladılar.


Bu ayetlerden şunu anlamış oluyoruz ki demek ki kılıç ve mızraklarla kanlarını akıtıncaya kadar kendini yaralamak Ba’al ve Aşera peygamberlerinin geçmişte uygulamış oldukları bir ibadetti. Günümüzde dahi varlığını sürdüren ve Aşure gününü deyim yerindeyse kana bulayan vücudu kesme ayinleri aslında Aşure’nin Tanrıça Asherah’tan gelmiş olduğunun bir göstergesiydi. Aşure gününü bu şekilde kutlayanlar aslında Ba’al ve Aşera’nın peygamberlerinin yapmış oldukları matemi, adeti devam ettiriyorlardı. 

Tabi burada sadece bu kanlı geleneği devam ettiren Şiileri suçlamamak gerekiyor, çünkü “Aşure” günü Sünniler için de kutsal bir gün. (Orasını burasını şişleyen tarikatları da unutmamak lazım.) Muhammed’in Aşure gününün faziletlerine ilişkin önemli hadisleri bulunmaktadır. Mesele "Aşure-Tanrıça Asherah" ilişkisidir ve İslam bu pagan köklü ilişkinin dışında yer alamamıştır.

Aşure gününe has olmasa da Allah’ın veya (İbrahim’in oğlunu kesmeye niyetlenmesinde olduğu gibi) Sünnilerin de neden bu kadar çok “el, ayak ve kafa kesmek” için yanıp tutuştukları da bu bağlamda ele alınabilir. Geçmişinde insan bedenini kesip kan akıtmayı ibadet sanan sapık inançlar olunca bu inançların bir uzantısı olan kutsal “ağaçtaki” Allah ve yarattığı kulları da kendilerini veya başkalarını kesip doğramaktan bir türlü alı koyamıyorlardı.

Dilerim tabi hepiniz döktüğünüz o kanda boğulursunuz

16 Temmuz 2014 Çarşamba

Süslü ve çatlaksız gök !

“Üstlerindeki göğe bakmazlar mı? Onu nasıl bina ettik, nasıl süsledik! Onun bir çatlağı yoktur.” (Kaf -6)

Daha önceki "Harut - Marut - Zühre (Venüs)" adlı başlığımda meallerdeki yıldızlar için kullanılmış olan “süslemek (zeyyenna)” kelimesinin “güzellik” anlamı taşıdığına da dikkat çekerek bu ifadenin güzelliğiyle meşhur Zühre Yıldızına, bir başka deyişle güzellik tanrıçası Venüs’e ilişkin olabileceğini söylemiştim.

Yukarıdaki ayette yine göğün süsünden bahsedilmekle birlikte ayrıca onun “çatlağının” bulunmadığı ifade edilmektedir.

Çatlak olarak çevrilen Arapça “furucin” kelimesine dikkat çekmek istiyorum. Bu kelime "fa ra jim" köklerinden geliyor. Aynı kökten gelen ve Kuran’da geçen diğer kelime ise “namus” kelimesidir. (Aynı kökten gelen bu kelimeler Kuran'da 2 defa “çatlak, yarık”, 6 defa “namus, ırz” anlamında geçiyor.)

Allah Kuran’da yıldızlı göğün “güzelliğinden” bahsederken kadınlara ilişkin bahsi geçen “namus” kelimesi ile aynı kökten gelen bir kelimeyi kullanıyor. Ayrıca yukarıdaki ayetteki “süs (zeyyanna)” kelimesinin de başka ayetlerde kadınların “ziynetleri” (24:31) olarak yine kadınlara ilişkin geçtiğini de belirtmiş olalım.

Göğün tarifine ilişkin bir anlatımda "kadınsı" kavramların kullanılmasının sebebi, mevzuya çok daha eskilerden bakacak olursak eski Mısır inancındaki göğün dişi bir tanrıça (Tanrıça Nuit) olarak düşünülmesi inancına kadar gider.

Bununla birlikte konuya daha yakın bir tarihten bakacak olursak “yıldız” bağlantısını da ele alıp çok daha doğru bir tespit yapılabileceğini düşünüyorum.

“çatlak” kelimesi ile aynı kökten gelen diğer kelimenin Kuran’da 6 ayette “namus” anlamında geçtiğini belirtmiştik. Bu ayetlerin ikisinde (21:91 ve 66:12) bu kelime Meryem’in “namuslu” oluşuna ilişkin olarak geçmektedir. Bilindiği gibi Meryem’in “bakireliği” yani namuslu oluşu olayı oldukça önemli bir konudur.

Bu noktada şu soruyu sormak gerekiyor: yıldızlarıyla “güzelleşen” göğün “çatlaksız” olduğunu söyleyen bu ayet “namuslu” Meryem’i temsil eden “güzel” Venüs yıldızına işaret ediyor olabilir mi?

Kuran 50:6 = Gökteki Yıldız - Süslü - Çatlaksız (fa ra jim)

Meryem = Venüs Yıldızı - Güzel - Namuslu (fa ra jim)

Bu soruya cevap bulabilmek adına bir Hıristiyan sitesinden alıntı da olsa Venüs – Meryem bağlantısına değinen aşağıdaki bilgiler dikkat çekici:

“Teslis inancı Baba, Oğul, Kutsal Ruh’la ilgilidir. Acaba nasıl oluyor da Meryem üçte tek, tekte üç Tanrı’nın apayrı bir açıklanışı durumunda konuya giriyor? Hıristiyan inancının hiçbir dönemde bu türden bir sava ve kurama bağlı olduğu duyulmamıştır. Bu kuramı Müslüman bireyin yadsıyışından daha da kesin yadsıyışla Teslis inanlısı yadsır, üçte tek tekte üç Tanrı inancında Meryem’e hiçbir yer tanınmaz. Demek ki, Kuran’da dikkati çeken tarihsel-tanrıbilimsel gerçeklerle çelişkili bir görüş belirmekte. Bu dönümde gerçeğin nesnel araştırıcısı olma gereği karşımıza dikiliyor, gerçek hiç kimseye kaçamak yolu bırakmıyor. İslam dininin peygamberi bu temelsiz bilgiyi nereden almış olabilir? Nesnel tarih belgelerine eğilen bunun yanıtını bulmakta hiçbir güçlük çekmez.

İslam’ın gelişinden önce –5’inci yüzyılda– Zühal’e (Afrodit, Venüs, Çoban Yıldızı) tapınan onu göklerin kraliçesi sayan ve bundan şaşmayan yabansı bir tarikat giderayak Hıristiyan inancına kaydı; ama Tanrı Sözü’nü incelemeden, onu hiç araştırmadan. Puta tapınan bu insanlar Zühal’e tapınmayı bırakmak istemediğinden ona Meryem adını takarak işin kolay çözümüne gitti. Zühal’in adı Meryem oldu. Bu şaşkın tarikat o dönemin Hıristiyanları tarafından hemen kınandı ve yargılandı, gerçek inançla ilgisi olmayan edimci (heretik) bir icat olduğu belirlendi. Ama tarikat yanlıları Meryem’e göklerin tanrıçası ve kraliçesi niteliğinde tapınmayı sürdürdü. Böylece Zühal’in tahtına Meryem oturtuldu. Tarikat Meryem’e öylesi aşırı önem verdi ki, onun önemi Tanrı’nınkinden Mesih’inkinden öne geçti. Bu tarikatın yanlıları Meryemistler adını aldı. Öğretide, uygulamada Meryem başta olmak üzere üç tanrı üstelemesi benimsendi.

İslam peygamberi ticaret uğraşlarında Arap yarımadasından Şam’a Halep’e gidip gelirken tarikatın insanlarıyla tanıştı; onların inancını görüşünü dinledi, fikir edindi. İşin acıklı yönü Meryemistler’i Hıristiyanlar’la eşit tuttu, ümmü-i-sadık olduğundan İsa Mesih’i bu tarikatten saydı; böyle bir görüş de Kuran’a aktarıldı. İslam’ın peygamberi Teslis’te belirtilen görkemli üç kişiliği anlayamadığından yanlış yorumlara kaydı. İslamlığın yayılmasından sonra Meryemistler İslamlığı benimsedi, tarikat eridi. Ama bozuk öğretinin kökü kazınamadı, hatta İslam’ı aşırı Meryem ana bağlılığında iyice etkiledi.” (www.incilturk.com)

İnsan bu bilgilerin ardından aynı soruyu sormadan yapamıyor; acaba Kuran Hıristiyanlığın sapkın sayılan o eski mezhebine ait pagan inanışlarından kalma antik metinlerinin sonradan değiştirilmesi sonucu mu oluşturulmuştu?


Ek:

ilk mesajımda kısaca Kuran'da "sema"yı tarif eden bir kelimenin aynı zamanda Meryem'i tarif ederken de geçtiğini söylemekteyim. Bu kelimelerden birisi "çatlaksız" anlamında verilirken diğeri "namuslu" olarak verilmekte. Bunlar birbirinden farklı kelimeler diyebilirsiniz. Ancak benim açımdan önemli olan bu iki kelimenin de aynı kökten geliyor olması. Kökleri aynı olan bu kelimeler aslında Kuran'ın değiştirilmemiş olan ilk halinde aynı şeylerden bahsederken yazılmıştı, fakat daha sonra bu kökler üzerinde oynamalar yapılarak farklı anlamlarda kelimeler türetilip özünde aynı şeylerden bahseden cümleler farklılaştırılmış oldu. Kuran indiği söylenen dönemlerde Arapça emekleme dönemindeydi, bu yüzden bunu ilkel bir dilin başlangıç evresi olarak düşünün mesela sesli harflerin olmadığı kelimelerin bir kaç harften oluştuğu bir dönemmiş gibi. 

Kuran''da "Meryem" ve "Göğe (semaya)" ilişkin ortak tabirlerin kullanılıyor olmasına bence şaşırmamak gerekir. Çünkü Meryem Ana kendisinden önceki Ana Tanrıçaların zamanla değişikliğe uğramış olan son hali olarak "Göklerin Kraliçesi"dir. Bu yüzden aslı İslam öncesi kaleme alınmış olan Kuran'da "semanın" yani göğün ve Meryem'in aynı kökten gelen kelimelerle anlatılıyor olması doğaldır.

Aziz Meryem'in Göğe alınışı ne demektir?

Aziz Meryem'in Göğe alınışı, hayatının sonunda gökyüzünün kraliçesi olarak hükmetmesi için bedeni ve ruhu ile Tanrı'nın kudretiyle ebedi şana götürülmesi anlamına gelir. (Katolik Kilisesi)


"Göklerin Kraliçesi" tabiri paganların Tanrıçalarına atfettikleri bir tabir olması sebebiyle bunun Meryem Ana için de söylenmesi bazı Hıristiyanlarca ve Müslümanlarca eleştirilmektedir. Ben şahsen Kuran'daki "sema" ve "meryem" ile ilgili ortak kelimelerin kullanılmış olmasının sebebini geçmişteki paganist Ana Tanrıça inancından kaynaklandığına inanmaktayım.

"....Aynı anlayışa Eski Ahit'te de rastlamak olanaklıdır. Milattan önce altıncı
asırda Yeremya, Yehuda halkını bu tapınmanın tek tanrı inancını yok ettiğini; "Sana
gelince ey Yeremya, bu halk için yalvarma, çünkü seni dinlemeyeceğim. Çünkü
çocuklar odun topluyor, babalar ateş yakıyor, kadınlar Gök Kraliçesine pide pişirmek
için hamur yoğuruyor. Beni öfkelendirmek için, başka ilahlara dökmelik sunular
sunuyorlar." ifadesiyle aktarmaktadır.

Gökler kraliçesi, Yeremya zamanında ve hatta çok daha öncesinde başlayan
Filistinli kadınların Kenan diyarı ilahesi Astarte'ye gösterdikleri bağlılık ve tapınmanın
sonucunda isnat ettikleri bir nitelemedir. Yine gökler kraliçesi nitelemesine,
yeryüzünün doğurganlık ilahesi ve bereket anası olarak anılan Babil kökenli Ishtar
tapınmasında da çok sık rastlanmaktadır." http://e-dergi.atauni.edu.tr/ataunii...859/1020002756


Kuran'daki aynı kökler bize ipuçları sunduğu gibi o kelimelerle sürekli olarak bir arada geçen kelimeler de meallerin altındaki gerçek ortak anlatıma ilişkin ip uçları sunar. Mesala "semanın" çatlaksız olduğundan bahseden Kaf Suresi'nin 6. ayetinde semanın "bina" edildiği ifade edilmekte. Başka ayetlerde de yine aynı şekilde semanın "bina" edildiğinden bahsedildiğini görüyoruz. Bu ayetlerde geçen "bina etmek" kelimesi Tahrim Suresi 11. ayetinde de geçmekte:

"Ve Allah, âmenû olanlara firavunun eşini örnek verdi: “Rabbim, Senin katında cennette benim için bir ev bina et ve beni firavundan ve onun yaptıklarından kurtar. Ve zalimler kavminden beni kurtar.” demişti."

(bu ayetten sonraki ayette Meryem'den bahsedildiğine dikkat!)

Ayetteki "bina et" kelimesine bakalım:

bina et : ابْنِ

Arapçada "bina etmek" kelimesi "oğul" kelimesi ile aynı kökten geliyor. Yukarıdaki "bina et" kelimesini aynen alıp Kuran'da arattığımızda bu kelimenin İsa'yı kasten "oğlu" anlamında özellikle Meryem'i anarken geçtiğini görüyoruz. Örneğin:

isa: عِيسَى

ıbne: ابْنَ

meryeme: مَرْيَمَ

"çatlaksız" sema'ya ilişkin geçen "bina etmek (ibnu)" kelimesinin aynı anlamdaki bir kullanımının başka ayetlerde İsa'yı kasten "oğlu (ıbne)" kelimesi anlamında meryem'le birlikte geçtiğini görüyoruz.

demek ki sadece aynı kökten olan "çatlaksız - namuslu" kelimeleri açısından değil aynı köklerden gelen "bina etmek - oğul" kelimeleri açısından da "sema (gök)" ve "meryem" arasında Kuran'ın Allah'ı "kökdeş" kelimeleri tercih etmiştir. Bu tercihin gerçek sebebi bu ayetlerin ilk yazıcılarının aslında (ki bu sembolik bir anlatım da olabilir) "sema"dan bahsederken de "meryem"den bahsederken de kafalarının içinde aynı tanrıçanın var olmasıdır.

Kuran’da Tanrıça Lat’ın izleri!

Tanrıça El-Lat Kuran’da ismi geçen İslam öncesi tapınılan önemli tanrıçalardan birisidir. Tarihin babası olarak bilinen Yunanlı tarihçi Heredot’un M.Ö. 5. yy’da kaleme almış olduğu bilgilere göre Araplar Tanrıça Afrodit’e “Alilat” adıyla tapmaktaydılar. Heredot’un aktardığı bilgilere göre Araplar sadece iki tanrıya, Dionysus ve Afodit’e inanmaktaydılar. Dionysus’u Orotalt Afrodit’e ise Alilat olarak çağırıyorlardı.

“The Greek historian Herodotus, writing in the 5th century BC, considered her the equivalent of Aphrodite: The Assyrians call Aphrodite Mylitta, the Arabians Alilat, and the Persians Mitra. In addition that deity is associated with the Indian deity Mitra. According to Herodotus, the ancient Arabians believed in only two gods: They believe in no other gods except Dionysus and the Heavenly Aphrodite; and they say that they wear their hair as Dionysus does his, cutting it round the head and shaving the temples. They call Dionysus, Orotalt; and Aphrodite, Alilat.” http://en.wikipedia.org/wiki/Al-l%C4%81t

Tanrıça Afrodit, Yunan mitolojisinde aşk ve güzellik tanrıçasıdır. Roma mitolojisindeki ismi Venüs'tür. Denizin köpüklerinden doğduğuna inanılan Afrodit altın sıfatıyla çoğu yerde karşımıza çıkar. Bu Tanrıça için çoğunlukla kulanılan sıfatlar işveli, cilveli ve gönül alıcıdır. Sevgiyi, sevişmeyi simgeleyen bir tanrıçadır. Kendisiyle ilgili mitolojik anlatımda istemeyerek yaptığı evlilik boyunca kocasını Tanrı Ares ve Hermes gibi başka sevgilileri ile aldatır.

 

Tanrıça El-Lat ve Afrodit bağlantısına değindikten sonra “El-lat” adının geçtiği Kuran’daki ayete bakalım:

“Siz, Lât ve Uzza'yı gördünüz mü?” (Necm -19)

Lat : اللَّاتَ

Tanrıça Lat’a Kuran’da sadece bu ayette değinilmektedir. Ancak bu kelimeyi Kuran’da aradığımızda başka ayetlerde “ellati” yani “onlar” manasında geçtiğini görüyoruz. 

http://www.searchtruth.com/search.ph...earch_word=all

Şimdi bu kelimenin geçtiği yedi ayete birlikte bakalım:

“Ve kadınlarınızdan fuhuş yapmış olanlara(ellati) sizden dört şahit isteyin. Eğer şahitlik ederlerse o taktirde, artık onlara ölüm gelinceye kadar veya onlar için, Allah bir yol gösterinceye kadar evlerin içinde tutun.” (Nisa -15)

Size şunlarla evlenmek haram kılındı: Analarınız, kızlarınız, kız kardeşleriniz, halalarınız, teyzeleriniz, erkek kardeş kızları, kız kardeş kızları, onlar (ellati) ki sizi emziren sütanneleriniz, süt kız kardeşleriniz, karılarınızın anneleri, onlar (ellati) ki zifafa girdiğiniz karılarınızdan olup evlerinizde bulunan üvey kızlarınız, -eğer anneleri ile zifafa girmemişseniz onlarla evlenmenizde size bir günah yoktur- öz oğullarınızın karıları, iki kız kardeşi (nikâh altında) bir araya getirmeniz. Ancak geçenler (önceden yapılan bu tür evlilikler) başka. Şüphesiz Allah çok bağışlayıcıdır, çok merhamet edicidir.”(Nisa -23)

“Erkekler, mallarından harcamaları sebebiyle ve Allah'ın, onların bir kısmını, diğerlerine üstün kılmasından dolayı, kadınların üzerinde daha çok kâimdirler. Bu bakımdan salih amel yapan kadınlar itaatkârdırlar, Allah'ın korumasıyla, onlar da gaybde (kocalarının yokluğunda hem kendilerini, hem kocalarının mal ve şerefini) koruyucudurlar. Onların (ellati) İtaatsizliklerinden korktuğunuz da ise nasihat ediniz. Ve (sonra da) yataklarında yalnız bırakınız. Ve (hâlâ itaat etmezlerse) onlara vurunuz. Bundan sonra eğer size itaat ederlerse, artık onların aleyhine başka bir yol aramayın. Muhakkak ki Allah Âli'dir (yücedir), Kebîr'dir (büyüktür).” (Nisa -34)

“Ve kadınlar hakkında senden fetva istiyorlar. De ki: “Allah, onlar için yazılmış (farz kılınmış) olduğu halde, onlara (elleti)vermediğiniz haklar ve kendilerini nikâhlamak istediğiniz yetim kızlar ve çocuklardan aciz olanlar hakkında ve yetimlere adaletle davranmanız konusunda Kitab'da size tilavet edilmekte olanlarla (âyetlerle) size fetva veriyor. Ve hayır olarak ne yaparsanız, o taktirde muhakkak ki Allah, onu en iyi bilendir.” (Nisa -127)

“Ve Melik: “Onu bana getirin.” dedi. Böylece ona, resûl (ulak, haberci) geldiği zaman Yusuf (A.S): “Efendine dön ve ellerini kesenonların (elleti) hali nedir, ona sor.” dedi. Muhakkak ki; Rabbim onların hilelerini en iyi bilendir.” (Yusuf -50)

“Ve kadınlardan onlar (ellati) ki nikâh (evlenme) ümidi olmayan yaşlı kadınların, ziynetlerini açmaksızın dış giysilerini çıkarmalarında, bundan sonra onlara vebal (günah) yoktur. Ve iffetli olmayı istemeleri onlar için daha hayırlıdır. Ve Allah, Sem'î'dir (en iyi işitendir), Alîm'dir (en iyi bilendir).” (Nur -60)

“Ey Peygamber! Biz sana ki onlara (elleti) mehirlerini verdiğin eşlerini, Allah’ın sana ganimet olarak verdiklerinden elinin altında bulunan kadınları; ki onlar (elleti) seninle beraber hicret eden, amcanın kızlarını, halalarının kızlarını, dayının kızlarını ve teyzelerinin kızlarını sana helâl kıldık. Ayrıca, diğer mü’minlere değil de, sana has olmak üzere, mehirsiz olarak kendini Peygamber’e bağışlayan, Peygamber’in de kendisini nikâhlamak istediği herhangi bir mü’min kadını da (sana helâl kıldık.) Mü’minlere eşleri ve sahip oldukları cariyeleri hakkında farz kıldığımız şeyleri elbette bilmekteyiz. Bütün bunlar, sana herhangi bir zorluk olmaması içindir. Allah çok bağışlayıcıdır, çok merhamet edicidir.” (Ahzap -50)

Dikkat edilirse bu ayetlerde farklı konular işleniyormuş gibi gözükse de hepsinin ortak noktası “elleti (onlar)” kelimesi ile “kadınlardan” bahsediliyor olması. Ayetlerde dikkat çeken bir diğer husus ise “fuhuş, zifafa girme, itaatsizlik, yatakta yalnız bırakma, elde etme” gibi kadınlarla ilgili cinselliği ilgilendiren şeylerden bahsediliyor olması. 

Böylesi bir tablo karşısında benim aklımdan geçenleri şöyle özetleyebilirim; yukarıdaki ayetler her ne kadar meallerde insanlara ilişkin söylenmiş sözler gibi gözüksede aslında bu ayetlerde anlatılanlar Lat, Menat, Uzza gibi “Allah’ın kızları olan” İslam öncesinin tanrıçalarıyla ilgiliydi.