13 Aralık 2013 Cuma

Allah'ın arşını taşıyan "dağ keçileri" nereden geliyordu?

Turan DURSUN’un Zaman gazetesi ile yaptığı ancak gazetede hiçbir zaman yayınlanmayan röportajından:

"...örneğin tanrı'nın sekiz dağ keçisi üzerinde olduğunu söylüyor yazımın başlığı. bir taht var. onun üstünde, o sekiz dağ keçisi üzerinde onun üzerinde de tanrı. bugünün insanı bunu nasıl algılar? ancak mizah gibi gelir. oysa hadis aynen böyle. "alayemaniyeti avalin" diyor. yani sekiz dağ keçisinin üzerindedir. bu hadisler kütüb-u sitte'de yer alan hadislerden. öyle, islam dünyasında "bu hadis de ne oluyor?" denemeyecek türden hadisler. ve ben hadisleri de hep islam dünyasında en sağlam kabul edilenlerden aldım. ben hadisçi, fıkıhçıyım. bu hadis bilimine, yani bir hadis ne ölçüde doğru olur, ne ölçüde olmaz onu da bilirim, hadis tenkidini bilirim. dikkat ediyorum; sağlam hadislerin dışındaki hadislere yer vermiyorum. oysa pekala onları kullanabilirdim işime yarıyor diye. işe yarar diye bir şeyi kesinlikle almıyorum. ben din olayına son derece önem veriyorum. ama nasıl önem veriyorum? bir çevre sağlığına önem verenler nasıl önem veriyorlarsa, bir kansere önem verenler, nasıl önem veriyorlarsa, bir aids'e önem verenler nasıl önem veriyorlarsa, onlar gibi ama onlardan çok daha fazla, yani "insanlığın yaşamından artık bu çıkmalı" diyorum. onun için ciddilik veriyorum ve kesinlikle alay söz konusu değildir..."

Turan DURSUN’nun bahsetmiş olduğu “dağ keçileri" le ilgili hadis şöyle:

Hz. Abbas İbnu Abdilmuttalib (r.a.) anlatıyor:

"Batha nâm mevkide, aralarında Resûlullah (a.s.) 'ın da bulunduğu bir grup insanla oturuyordum. Derken bir bulut geçti. Herkes ona baktı. Resûlullah (a.s.):
"Bunun ismi nedir bileniniz var mı?" diye sordu.
"Evet bu buluttur!" dediler. Resûlullah (a.s.):
"Buna müzn de denir." dedi. Oradakiler:
"Evet müzn de denir." dediler. Bunun üzerine Resûlullah (a.s.):
"Anan da denir." buyurdu. Ashab da:
"Evet, anan da denir." dediler. Sonra Hz. Peygamber (a.s.):
"Biliyor musunuz, sema ile arz arasındaki uzaklık ne kadardır?" diye sordu.
"Hayır, vallahi bilmiyoruz!" diye cevapladılar.
"Öyleyse bilin, ikisi arasındaki uzaklık ya yetmiş bir, ya yetmiş iki veya yetmiş üç senedir. Onun üstündeki sema(nın uzaklığı da) böyledir."

Resûlullah (a.s.) yedi semayı sayarak her biri arasında bu şekilde uzaklık bulunduğunu söyledi. Sonra ilâve etti:

"Yedinci semânın ötesinde bir deniz var. Bunun üst sathı ile dibi arasında iki sema arasındaki mesafe kadar mesafe var. Bunun da gerisinde sekiz adet yabanî keçi (suretinde melek) var. Bunların tırnakları ile dizleri arasında iki semâ arasındaki mesafe gibi uzaklık var, sonra bunların sırtlarının gerisinde Arş var, Arşın da alt kısmı ile üst kısmı arasında iki sema arasındaki uzaklık kadar mesafe var. Allah, bütün bunların fevkindedir." [Tirmizî, Tefsir, Haâkka (3317); Ebû Dâvud, Sünnet 19, (4723); İbnu Mâce, Mukaddime 13, (193).]

Turan DURSUN’u şaşkına çeviren bu hadisteki peygamberin bahsetmiş olduğu “dağ keçisi” İslam’ın pagan köklerine işaret eden güzel bir örnek.

Hadiste Allah’ın “arşının” sekiz dağ keçisinin sırtında olduğu ifade edilmekte. Aşağıdaki linkte Turan DURSUN’un yine bu “sekiz dağ keçisi” mevzusuna değinmiş olduğu bir makalesi bulunmakta. Bu makalede Turan DURSUN Allah’ın “arşı” ile kast edilenin tıpkı krallara ait bir “taht” anlamına geldiğini belirterek önemli bir tespitte bulunmaktadır:

"Tanrı'nın Arşı" denince anlatılmak istenen "Tanrı'nın tahtıyla sarayı"dır ve ayetlerde Tanrı'nın buraya geçip kurulduğu bildirilir.

http://www.turandursun.com/forumlar/showthread.php?t=30058

Aynı makalede ifade edilen bir diğer önemli nokta ise Hud Suresi 7. ayetinde de bahsedildiği gibi Allah’ın arşının “suların” üzerinde olması idi. Dikkat edilirse “dağ keçisinden” bahseden hadiste de “bulutlara” değindikten sonra semanın ötesinde ve “sekiz dağ keçisinden” önce bulunan “denizden” bahsedilmektedir. Bu bilgilerin ışığında hadiste geçen Allah’ın Arşı (tahtı) - Su (deniz) - Dağ keçisi kavramlarının birbirleriyle irtibatlı olarak kullanılmakta olduğunu söyleyebiliriz.

“Dağ keçisi (ibex)” figürü Güney Arabistan’da yapılan kazılarda ve bulunan eserlerde karşılaşılan tarihi bir motiftir. Aşağıdaki makalede "dağ keçisi" figürüne en fazla rastlandığı belirtilerek bununla ilgili güzel örneklere yer verilmektedir.

“One of the best known iconographic elements of South Arabia is undoubtedly the ibex.”

http://faculty.ksu.edu.sa/archaeology/Publications/General/Ibex%20in%20Early%20South%20Arabian%20Art.pdf

Bu makalede yer alan tarihi eserlerden birisinde antik Nashshan’da bulunan bir "tahtın" ön ve arkasında dağ keçisi motifleri yer almaktadır. Hiçşüphesiz bu taht önemli bir kişiye muhtemelende bir tanrıya adanmış olmalıydı. Nashshan adlı antik yer öğrenebildiğim kadarıyla zamanında Sabilerin de hüküm sürdüğü Yemen’deki Al Sawda (Al Khariba) adlı bölgede yer almakta.



Aşağıdaki çizimler ise yine Güney Arabistan’da bir tapınak duvarından alınmış çizimler. Özellikle soldaki ilk çizim oldukça ilginç, çünkü dağ keçilerinin arasındaki dalgalı kısımlar tipik bir su motifini oluşturmakta. Sağdaki resimde ise yine aynı şekilde en altta gözüken dağ keçisinin boynuzunun üstünde aynı motif yer almakta. Adeta hadiste bahsi geçen dağ keçilerinin taşıdığı arş’ın tarifi yapılmış gibi.



http://langkjer.dk/origin/1-02.htm

(Her ne kadar ben “dağ keçisi” motifinin sonradan “Allah” olarak tapınılacak olan Güney Arabistan’da tapınılmış olan Tanrı Athtar’ın bir sembolü olduğunu düşünsem de, bu kaynakta “dağ keçisinin” Güney Arabistan’da geçmişte tapınılan ve “yağmur sağlayıcı” anlamına gelen Tanrı Ta’lab’ın bir sembolü olduğu belirtilmektedir. Tanrı adları farklı olsa da “yağmur ve su” vurgusu iki tanrı için de yapılan açıklamalarda ortak noktayı oluşturmakta.)

Dağ keçisi Güney Arabistan’da olduğu gibi İran’daki tarihi eserler içerisinde de sıkça rastlanılan bir motif. Aşağıdaki linkte bu konuya değinilirken “dağ keçisi” motifinin “su ve yağmuru” sembolize ettiğinden bahsedilmektedir.

“Every place water is running, you can see ibex patterns with the meaning of watering and wanting water and this describe the value and importance of water toward our ancient people.” http://www.iranrockart.com/index.php?p=7_9

Kısaca diyebiliriz ki geçmişte “dağ keçisi” ve “su” kavramları arasında yakından bir ilişki bulunmaktaydı. Bu ilişki hadiste bahsi geçen “bulut, deniz” ve “suların” üzerindeki Allah’ın “arşı” kavramları ile bir kez daha ortaya çıkmaktaydı.

Aşağıdaki tarihi eser de yine Yemen’de bulunmuş olan bir eser. Bu tarihi eserdeki “dağ keçisi” heykelinin altında Tanrıça Athirat’tan bahsediliyor olması önemli. (Tanrı Attar, Athtar, Asherah, İshtar bunlar aynı tanrının farklı bölgelerde almış olduğu adlardı.)



http://www.orientalstudies.ru/eng/images/pdf/a_frantsouzoff_2006.pdf

Tanrı Athtar geçmişte yıldızlara tapan “Sabilere” de ev sahipliği yapmış olan Güney Arabistan’da tapılmış olan bir tanrıdır. Sabah yıldızı (Venüs) ile sembolleşmiş olan bu tanrıya “yağmur ve su tanrısı” olarak tapılmaktaydı.

“Athtar also represented fertility and water as essential to fertility. When representing water he stood not just for the act of raining itself, but rather for the useful flow of the water after the rain, in the wadi, the Arabian watercourse which is dry except in the rainy season.”

http://en.wikipedia.org/wiki/Attar_(god)



Bu başlıkta “kütüb-u sitte”de yer alan bir hadisten hareketle daha önceki açtığım"Quran" bir yıldız veya bir tanrı adı mı? ile bilhassaKuran'daki saklı hakikat! adlı başlıklarda belirttiğim Kuran’daki “Allah”ın aslında Güney Arabistan kökenli “su ve yağmur” Tanrısı Athtar olduğuna farklı bir açıdan değinmeye çalıştım. Bir sonraki mesajımda bu konuyla alakalı bir hususa daha dikkat çekmeye çalışacam; hadiste geçen “dağ keçileri” acaba ayetlerde de geçiyor muydu?

EK-1:

Çok önemli bir noktaya daha dikkat çekmek istiyorum. İlk mesajımda linkini paylaştığım makalesinde Turan DURSUN şu bilgiyi veriyordu:

"Arş" Kur'an'da, türevlerinin dışında 26 kez geçer. 4'ü, "Sebe' (Saba) Kraliçesi"nin "tahü-sarayı" anlamında. (Bkz. Nemi: 23, 38,41, 42.) Biri, "Peygamber" Yusuf un "taht"ı. Mısır'da hükümdarken. (Bkz. Yusuf: 100.) Öbürleriyse Tanrı'nın. (Bkz. A'raf: 54; Tevbe: 129; Yunus: 3; Hûd: 7; RA'D: 2. ve öteki surelerdekiler.

"Arş" kelimesinin geçtiği yerlerden birisi Sebe Kraliçesiyle ilgili. Sebe Yemen'de bulunan bir bölgenen eski bir kabilenin adı. Burası ilk mesajımda belirttiğim dağ keçili motiflerle süslü "tahtın" bulunduğu topraklar. Genellikle "Allah"a ilişkin kullanılan "Arş" kelimesinin Kuran'da ayrıca Güney Arabistan, Yemen'e ilişkin bir bölgeyle ilgili olarak geçmesi şaşırtıcı olmasa gerek.

Daha çok Allah'a ait kullanılan tanımların Kuran'da geçtiği yerler aslında "Allah"ın taşıdığı sıfatlarla hangi topraklardan doğup geldiğini, gerçekte ne tanrısını olduğuna bizlere işaret ediyordu.

Peki Yusuf Suresi'ni nasıl açıklamak gerekiyor? Aynı şeyleri Yusuf Suresi için de söyleyebiliriz. Bu konuda "Kuran'daki saklı hakikat!" adlı başlığımda verdiğim şu bilgiyi paylaşmam sanırım açıklayıcı olacaktır:

"Athtar Sabah Yıldızı (Venüs) ile sembolleşmiş bir tanrıdır demiştik. Bu tanrının bir diğer adı da Kuran'da da geçen "el aziz"dir. Allah'ın adlarından biri olan bu tabirin onca Allah'la ilgili söylenmiş ayetlerin içerisinde Yusuf peygamberi kast ederek de kullanılmış olması boşuna değildir. Venüs aşkı, ihtirası ifade eder Yusuf'un hikayesinde de aşk, ihtiras, baştan çıkarma söz konusudur. Yine aynı şekilde Venüs gibi Yusuf'un da "güzelliği" meşhurdur, miraçta peygamberin göğün 3. katında (venüs) Yusuf ile karşılaşmış olmasından bahsedilmesi boşuna değildir. Güneş, ay ve yıldızların secde ettiği Yusuf'la ilgili ayetler Allah içinde söylenen "aziz" kelimesinin gerçekte Athtar (sabah yıldızı) ile ilgili olan bağlantısını bizlere verir."

Kısaca diyebiliriz ki asıl olarak "Allah"a ilişkin sarf edilen "arş" ve "aziz" kelimelerin Kuran'daki farklı kullanımları "Allah" adlı bu tanrının hem geldiği topraklara hem de ne tanrısı olduğuna işaret eder: Güney Arabistan'nın Sabah yıldızı (Venüs'u), "su ve yağmur" tanrısı Athtar.

EK-2 :

Bu "su" bağlantısı konusunda "Tarık Suresi" aslında bize herşeyi açıklıyor.

Şimdi ilkin şu bilgiyi tekrar edelim; İslam öncesi Güney Arabistan'da "su sağlayıcısı" olarak inanılan "Athtar" adında bir yağmur ve su tanrısı var. Bu tanrının önemli özelliklerinden birisi de "Sabah Yıldızı" ile ilişkili olması. İslam öncesi pagan inanışının en temel özellikleri şu şekilde:


Athtar - sabah yıldızı - su / yağmur

Kuran'daki Tarık Suresi topu topu 17 ayetten oluşan nispeten kısa bir sure. Bu surenin girişinde "tarık" adında bir "yıldıza" and içilmektedir. Bu yıldızın "sabah yıldızı" olduğu yönünde açıklamalar yapılmıştır mesela Elmalı tefsirinde ilk akala gelen "sabah yıldızı"dır demiştir. Bu giriş ayetlerinden sonra ilginç bir şekilde "insanın" yaratılmasına ilişkin olduğu söylense de "sudan (main)" yaratılma konusu işlenir (Tarık -6).

Bu ayetlerin devamında ise bu sefer "dönüşlü olan semaya" and içilmektedir (Tarık -11). Surenin başında "tarık'a ve göğe" and içilmişti bu sefer ise "dönüşlü olan göğe" and içilmekte. Bir nevi "tarık" ifadesinin yerini "dönüşlü" ifadesi almış gibi. Peki "dönüşlü (er rec'ı) gök" ne demek?

Kurtubi'nin tefsirinden aktaralım:

"Andolsun dönüşlü olan" yani yağmuru olan "semaya." Çünkü her yıl se­madan ardı arkasına yağmur yağar. Genel olarak müfessirlcr böyle demişlerdir. Dilciler de Er-Rac’ "Dönüş" yağmur demektir, demişler ve suya benzet­tiği bir kılıcı nitelendiren el-Mütenahhil'in şu beyitini zikretmişlerdir:

"Su gibi beyazdır o, içerilere kadar işler. Kalabalıklar arasında (birisinin vücuduna) battı mı o yapayalnız kalır (görülmez olur.)"

el-Halil dedi ki: "Er-Rac’ " "Bizzat yağmur" demektir. Aynı zamanda bahar bit­kisi anlamına da gelir. "Dönüşlü", faydalı anlamındadır diye de açıklanmıştır. Yağmura; "Evben" "Dönüş" denildiği gibi, bazan: "Rac’an" "Dönüş" de denilebilir

Diyanet de aynı görüşü esas alarak bu ayeti "yağmurlu göğe and olsun" şeklinde vermektedir. Bence Diyanet en kısa zaman içerisinde bu hatasında dönmeli. :) Çünkü diyebiliriz ki geçmiş pagan inancında var olan "sabah yıldızı - su" irtibatı Tarık Suresi'ndeki ayetlerde açıkça yer almaktadır. Sabah yıldızı olarak yorumlanan bir yıldıza and içtikten sonra "sudan yaratılma" ve "yağmurlu göğe and içme" muhabbetinin geçiyor olmasının başka bir açıklaması olabilir miydi bilmiyorum, bunlar tesadüfen bir araya gelmiş olan konular olamazdı.

2 Kasım 2013 Cumartesi

Yusuf'un yırtılan gömleği !

Yusuf, Musevi inancında bir din büyüğü ve atasıyken İslamiyet'te bir peygamber olarak geçmektedir.

Kurandaki anlatıma göre; Yusuf peygamberin köle olarak satıldığı evde hanımı onunla birlikte olmak ister, birgün evin kapılarını kitler ve Yusuf kaçarken gömleğini arkadan yırtar. Evin kapısında kadının kocası ve Yusuf'un efendisi olan Azizle karşılaşırlar. Kadın Yusuf'un kendisini elde etmek istediğini söyleyerek suçu ona atar.


Daha sonra kadının ailesinden birisi Yusuf'un gömleği arkadan yırtılmışsa kadının, önden yırtılmışsa Yusuf'un yalan söylediğini söyler. Yusuf'un gömleği arkadan yırtıldığı için de efendisi Aziz Yusuf'a inanır.

Tevrat'taki anlatımlarda ise Yusuf evden elbisesini bırakarak kaçmıştır ve efendisi muhafız birliği komutanı Potifar, Yusuf'a değil kendi hanımına inanır.

Şimdi sadece Kuran'da geçen "gömlek yırtılma" mevzusuna ilişkin olarak "gömleğin yırtılışına göre" akıl veren kişinin sözleri üzerinde biraz duralım.

Yusuf'un gömleğinin arkadan yırtılmış olması onun suçsuz olduğu anlamına neden geliyor? Yusuf bir suç işleyip kaçmaya çalışırken kadın onu tutmak istemiş ve gömleği de bu yüzden arkadan yırtılmış da olabilir, veya kadın Yusuf'u kendi üzerinden uzaklaştırmak isterken onun gömleğini arkadan çekmiş de olabilir.

Yusuf'un efendisi böylesi ihtimallerin olabileceğini akıl edemeyecek kadar aptal birisi miydi, veya gömleğe bakıp kendisine değil de Yusuf'a inanan kocasının bu tutumu karşısında kadının söyleyecek hiç mi sözü kalmıyordu?

Bir insanın bir başka insana arkası dönük bir şekilde olması onun kaçan birisi olduğu anlamına gelebilir ama her kaçan kişi masum olacak diye bir kural yok. Yusuf'un gömleğinin arkadan yırtılmış olması belki onun kaçmak isediği anlamına gelebilir ancak masum olduğu anlamına neden gelsin?

Kuran'da geçen bu hikayede çok basit bir düz mantığın yürütüldüğünü görüyoruz. Gerçek hayatta kimse böylesi bir olay karşısında bu tarz bir düz mantığa göre suçlu veya suçsuz ayrımına gitmez. Böylesi bir düz mantık bu anlatılanların gerçekte yaşanmadığını veya benzer bir olay yaşandıysa da hikayesinin farklı şekilde kurgulandığını gösteriyor. Büyük bir ihtimalle Tevrat'taki Yusuf'u daha fazla temize çekmek adına "yırtılan gömlek" hadisesi hikayeye sonradan eklenmiş.

20 Temmuz 2013 Cumartesi

Kuran'da Tanrı Baal'in İzleri -1 (Semiramis - Balarısı - Baalzebub)

İlkin Kuran'da da adı geçmekte olan Tanrı Ba'al hakkında bazı bilgiler verip devamında ilgili Kuran ayetlerine geçmek istiyorum. Sabırla okumanız dileğiyle!



Tanrı Ba’al:

-Baal “efendi”, “sahip”, “koca”, “kral” ve “tanrı” anlamlarına gelir. Bir başka ifadeye göre o bağ ilahı anlamına gelir. (Ba bağ, bahçe, al ilah’tır) Eski Ortadoğu bölgesinin ve Kartacalıların baş tanrısıdır. Uğruna insan (özellikle küçük çocuklar) kurban edilir.

-Fırtına ve yağmur tanrısı olan Baal verimlilik tanrısı olarak ta görülür ve yaygın bir biçimde tapınılan bir tanrıdır.

-Merodak-Baladan adı Babil'in bir kralının adı olup bundan anlaşıldığı üzere Baal adı aynı zamanda Merodak olarak ta adlandırılan Marduk'tur.

Marduk Semiramis'in oğludur. Semiramis gök kraliçesi ve kutsal anne olarak görülen bir tanrıçadır. Kutsal Anne Semiramis ve oğlu Nimrod (Marduk) inancı bu şekliyle Babil'den gelir. Hıristiyanlık bu eski putperest inanç biçimini İsa'nın annesi Meryem'le çocuk İsa'ya uygulamıştır. Hıristiyanlığın ilk zamanlarında olmayan, Kutsal anne Meryem ve bebek İsa inancı buradan doğar. Gerçekte Meryem'den "Kutsal Anne" diye söz edilen bir pasaj bulunmaz. Marduk güneş tanrısı olduğundan, kundaktaki ve beşikteki çocuğun başucunda bir güneş çemberi (Halo, Nimbus) resmi bulunur.

-Marduk reenkarnasyon (yeniden diriliş) ile yeniden dünyaya geldiğinde annesiyle evlenerek, bu kez oğlu olmak yerine, kocası (Baal: koca) olur. Annesinin adı da değişir ve İştar adını alır. Bundan böyle Marduk (Nimrod), Baal ve Tammuz olarak varlığını sürdürür.

-Fırtına ve yağmur tanrısı olarak bitkileri sulayan bir tanrı olarak görülen Baal (Tammuz)’ın, yazın kurak mevsimi geldiğinde öldüğü kabul edilir. Ölen Tammuz yeraltı dünyasına gider ve bütün bir kış boyunca beklemeye başlar. Tammuz'un ölümüyle yağmurlar kesildiğinden bitkiler giderek solar ve doğa kışa kadar yavaş yavaş ölür. Güneşin yeniden gücünü kazanmaya başladığı 22 Aralık'ta (Noel) Tammuz yeniden doğar. İlkbaharda gece ve gündüzün eşit olmaya başladığı 21 Mart'ta sevgilisi-eşi İştar'la (bitkilerin tanrıçası-verimlilik tanrıçası) cinsel ilişkiye girer. Bu tarihten itibaren yağmurlar yağacak ve doğa ürün vermeye başlayacaktır. Bu nedenle ilkbahar sevinçli kutlamalar yapma zamanıdır.

-Tapınılan yerlerde Tammuz'a ait sembol bir dikilitaş idi. İştar'ınki ise dikili odundan bir kazık (Kutsal odun → Holywood) veya bol yapraklı ağaçlardan çoğunlukla meşe ağacıydı. Eski Mısır'da bulunan Tammuz sembollerinden biri olan crux ansata ( halkalı haç ) Tammuz'la İştar'ın cinsel birleşmesini simgeler. Bunun şekli, büyük T harfinin üzerine kondurulmuş oval bir çemberdir. Haç çeşitli şekilleriyle Tammuz'un adının baş harfinden oluşarak bu tanrıyı simgeler. Haç sembolü Hıristiyanlığa gerçekte Hıristiyan olmayan, fakat siyasi amaçlarla Hıristiyanlığı devlet dini haline getiren Roma İmparatoru Konstantin ile Hıristiyanlığın kutsal bir simgesi haline getirilip kullanılmaya başlanmıştır. Roma imparatoru Konstantin imparatorluk sınırlarındaki putperest ulusları dışlamamak adına, bunlara ait inanç ve gelenekleri Hıristiyanlıkla birleştirmiştir. Bu şekilde İsa'nın çivilendiği T şeklinde olmayan düz direğin, T şeklindeki bir haç olduğu inancı Hıristiyanlığın temel bir sembolü olmuştur.

-Baal ya da Tammuz bulunduğu yer ve zamana göre farklı adlar almakla birlikte aynı rolünü yerine getirmeye devam etmiştir. Tammuz'un eski Yunan'daki karşılığı Dionysos'tur. Dionysos'un eşi-sevgilisi de Afrodit'tir. Roma bu eski Yunan tanrı ve tanrıçalarını kendi tanrılarına eklemiştir. Tammuz'un Roma'daki karşılığı Adonis ve Afrodit'in karşılığı'da Venüs’tür.

Kuran’da Ba’al :

“Siz Ba'le mi tapıyorsunuz? Ve Yaratıcılar'ın En Güzeli'ni terk mi ediyorsunuz?” (Saffat -125)

Bu ayette geçen tanrı Ba’le kelimesi “ba ayn lam” köklerinden geliyor. Aynı kökten gelen ve Kuranda geçen diğer kelime “baal” kelimesinin İbranice anlamındakine benzer şekilde “koca” anlamına geliyor. “koca” anlamındaki kelimelerin geçtiği ayetler: Bakara -228, Nisa -128, Hud -72 ve Nur -31.

Tanrı Ba’al ile ilgili olarak yukarıda yapmış olduğumuz açıklamada kutsal bakire olan hamile Meryem ve yeniden dirilen oğlu İsa ile ilgili inançların oluşmasında Adonis, Marduk, Tammuz Tanrılarında olduğu gibi bu inancın gelişmesinde Ba’el Tanrısına olan inancın etkili olduğundan bahsetmiştik.

Ba’el kelimesi ile aynı kökten gelen ve “koca” anlamına gelen kelimelerin geçtiği ayetlere bu bağlamda göz atmakta fayda var.

Bakara Suresi 228. ayet:

“Boşanmış kadınlar üç kur (üç ay hali müddeti) kendi kendilerine beklerler (hamile olup olmadıklarına bakarlar). Eğer Allah'a ve yevm'il âhire îmân ediyorlarsa, rahimlerinde Allah'ın yaratmış olduğu şeyi gizlemeleri onlar için helâl olmaz. Şâyet onların kocaları…..”

“koca” kelimesinin geçtiği ayetlere baktığımız için bu ayetlerde “kadın” bahsinin geçiyor olması normal görülebilir. Ancak Tanrı Ba’al’ın “kutsal bakire, hamile Meryem” inancının geçmişini oluşturduğu iddia edilirken “Ba’al” kelimesi ile aynı kökten gelen bir kelimenin “rahimdeki Allah’ın yaratmış olduğunun gizlenmesi”nden bahseden bir ayet içerisinde geçiyor olması çok ilginç.

Hud Suresi 72:

“Hayret, ben ihtiyar iken mi doğuracağım? Ve (işte) bu kocam da ihtiyar. Muhakkak ki bu, elbette şaşılacak bir şeydir.” dedi.

Ayette bir kadının (İbrahim’in karısı) mucize eseri çocuk sahibi olmasından bahsediliyor. Ortada yine Meryem’in durumuna benzer mucizevi bir şekilde çocuk sahibi olunması konusu var.

Nur Suresi 31:

“Ve mü'min kadınlara söyle, bakışlarını indirsinler ve ırzlarını korusunlar. Zahir olan kısımlar (görünen el, yüz ve ayaklar) hariç, ziynetlerini açmasınlar. Ve başörtülerini yakalarının üzerine koysunlar. Ve ziynetlerini, kocaları veya babaları veya kocalarının babaları veya oğulları veya kocalarının oğulları veya erkek kardeşleri veya erkek kardeşlerinin oğulları veya kız kardeşlerinin oğulları veya kadınlar veya ellerinin altında sahip oldukları veya erkeklerden, kadına ihtiyaç duymayan hizmetliler veya kadının avret yerlerinin farkına varmayan çocuklar hariç, açmasınlar. Ve gizledikleri ziynetleri bilinsin diye ayaklarını vurmasınlar. Ey mü'minler, hepiniz Allah'a tövbe edin! Umulur ki, böylece felâha eresiniz.”

Ayette “ırzın korunması” konusu ele alınıyor. Ayetin çevirisindeki “kadının avret yerlerinin farkına varamayan çocuk” ifadesi dikkat çekiyor. Ayette geçen “çocuk (tıflen)” kelimesi, bu kelime Hac suresi 5. ayeti ile Mu’min Suresi 67. ayetinde “yeni doğan (çıkarılan) bebek” anlamında geçmektedir. Bu iki ayette ayrıca sadece yaratılış değil “yeniden diriliş” konuları da işlenmektedir.

Nisa Suresi 128. ayet:

“Ve şâyet bir kadın kocasının ilgisizliğinden veya ondan yüz çevirmesinden korkarsa, artık ikisinin arasında sulh (anlaşma) yapılarak ıslah edilmesinde (uzlaşmasında) onların ikisine de bir günah yoktur….”

Ayette geçen ve “ilgisizlik” olarak çevrilen kelime “nuşuzen”. Bu kelime ile aynı kökten gelen ve Kuran’da geçen iki kelime var, bunlardan birisi “kalkmak” anlamındayken diğeri “inşa etmek, birleştirmek (nunşizu)” anlamına geliyor. “inşa etmek, birleştirmek (nunşizu)” anlamındaki kelime Bakara Suresi 259. ayette (ki bu ayetin öncesi ve sonrasında İbrahim peygamberle birlikte “yeniden diriliş” konusu işlenir) insanın yaratılışıyla ilgili olarak üzerine et giydirilen kemiklerin “birleştirilmesi” anlamında geçmektedir.

Kısaca bir toparlama yapacak olursak, şunu söyleyebilirim ki eğer ben Allah’ın yerinde olsaydım Ba’al kelimesi ile aynı kökten gelen “koca” kelimesinin Kuran’da özellikle de Hud Suresi 27. ayetinde olduğu gibi “mucizevi bir şekilde çocuk edinmesiyle” ilgili bir ayette geçmesine izin vermezdim. Hatta “rahimdeki veya yeni doğan bebek” lafzının geçtiği hiçbir ayette bu kelimeyi kullanmazdım. Çünkü “koca” kelimesi Ba’al’in bir diğer adıydı ve onunla ilgisi en kolay bir şekilde kurulabilecek olan benzer hikayelerin anlatıldığı ayetlerde bu kelimeyi kullanmak şüpheleri kaçınılmaz kılıyordu. Mesela bu kelime yerine başka ayetlerde yine “koca” anlamına da gelebilen “eş” kelimesi pekala kullanılabilirdi.

Kuran’daki Tanrı Ba’al’ın izleriyle ilgili olarak ikinci değinmek istediğim nokta “Marduk” olarak da adlandırılan Ba’al’ın annesi olan Semiramis’le ilgili. Bu tanrılar arasındaki anne-oğul ilişkisinin Hıristiyanlıktaki Meryem ile İsa ilişkisine kaynaklık ettiği yönünde iddiaların olduğuna ilk başta değinmiştik.

İnternette gezinirken rastladığım ve bir kitaptan yapılmış olan aşağıdaki alıntıda Aşk Tanrıçası Semiramis’in sembolünün arı olduğu ifade edilmektedir.

“Bees are an ancient symbol of the Love Goddess (Semiramis) and symbolized royalty in Egypt. They also focus on the Queen Bee, symbolic of Isis/Semiramis.” David Icke; “The Biggest Secret”
Kuran’da geçen canlılardan birisi de “bal arısıdır”. Nahl Suresi’nin 68. ayetinde şöyle denir:

“Ve senin Rabbin, balarısına, dağlardan, ağaçlardan ve onların (insanların) kurdukları çardaklardan, evler (kovanlar) edinmelerini vahyetti.”

Bu ayette ilk başta dikkati çeken nokta Allah’ın insan olan resullerinin dışında bir canlıya “vahy” ettiğinden bahsediliyor olmasıdır.

İkincisi bu ayette geçen “bal arısı” olarak çevrilen “nahli” kelimesi ile aynı kökten gelen ve Kuran’da geçen bir kelimenin daha bulunuyor olması. Bu kelime Nisa Suresi’nin 4. ayetinde kadınlara verilecek mehirlerle ilgili olarak, bu mehirlerin “seve seve verilmesi (nıhleten)” anlamında geçmektedir. İşin ilginç tarafı o ayette de bir “kadın” mevzusunun geçiyor olmasıdır. Bu kelimenin geçtiği 4. ayetin öncesindeki 1. ayette insanın yaratılışına değinildikten sonra 2. ve 3. ayetlerde “yetimlere” bir başka deyişle “babası veya annesi olmayan” çocuklara değinilmektedir.

Bu ayetle ilgili söyleyebileceğimiz bir diğer nokta ise ayette geçen bal arısının “dişi” bal arısı olmasıdır. Bu kelimedeki "dişilik" vurgusu bizim de izlerini aramakta olduğumuz sonuçta bir "Tanrıça" olduğu için manidardır.

Kur'an, arının yaptıklarını anlatırken, fiilin dişi formunu kullanmaktadır. Arapça'da fiiller dişiye ve erkeğe göre farklı çekilirler (Başka birçok dünya dilinde de bu böyledir). Arının yaptıkları anlatılırken fiilin dişi formunun kullanılması Kur'an'ın saydığı eylemleri dişi bal arısının yaptığını göstermektedir. Bu yüzden ayeti"dişi bal arısı"diye çevirmek daha doğrudur.” http://www.sorularlaislamiyet.com/m/index.php?oku=12986

Dikkat edilirse ayette bal arısının “ağaca (seceri)” yerleşmesinden de bahsedilmektedir. Daha önce açmış olduğum “Myrrha-Meryem” konulu başlıkta ağaca dönüşüp dünyaya bir çocuk (Adonis) getiren Myrrha’nın mitolojisine değinerek, Kuran’da bir başka ayette “ağaçların” yetiştirilmesi olarak geçen bir kelimenin “Meryem’in yetiştirilmesi” olarak kullanıldığından bahsetmiştim. Bu bağlamda “ağaca yuva yapan, yerleşen bal arısı” ifadesi ayrıca dikkat çekmektedir.

Son olarak Baal tapınağında Baal'ın oturduğu tahtın adının “Arş” olduğunu da hatırlatarak, ayet içerisinde geçen ve “çardak” anlamında çevrilen “yarişune” kelimesinin “arş” kelimesi ile aynı kökten geldiğini de belirtmek isterim.
Ayeti ele aldıktan sonra şimdi de bu ayetin öncesi ve sonrasındaki ayetlere bakalım:

Bal arısının geçtiği Nahl Suresi 68. Ayetinden önceki ayetler:

“Hurma ağaçlarının meyvelerinden ve üzümlerden hem içki, hem de güzel bir rızık edinirsiniz. Elbette bunda aklını kullanan bir toplum için bir ibret vardır.” (Nahl Suresi -67)

Bir önceki ayette “hurma ağacı” ile karşılaşıyor olmak sürpriz olmadı. Doğum sancısı çeken Meryem’in yönelip karnını doyurduğu ağaç da bir hurma ağacıydı. Ayrıca Ba’al’ın “bağ tanrısı”, verimlilik tanrısı olduğunu da unutmamak gerekiyor.

“Ve Allah, semadan suyu indirdi. Böylece onunla, ölümünden sonra arza (yeryüzüne) hayat verdi. Muhakkak ki bunda, işiten bir kavim için elbette bir âyet (delil) vardır.
Ve muhakkak ki hayvanlarda, sizin için elbette bir ibret vardır. Size, onların karnında, fers (sindirilmiş gıda) ile kan arasından oluşan, tadanlar için boğazdan kolayca geçen halis süt içiriyoruz.” (Nahl Suresi 65-66)

İlk ayette Allah’ın semadan su indirdiğinden bahsediliyor, Tanrı Ba’al’e “yağmur tanrısı” olarak da tapıldığından bahsetmiştik. Ayrıca ilk ayette Tanrı Ba’al ile sembolleşmiş olan ve asıl kaynağını doğadaki mevsimsel değişikliklerden aldığı belirtilen “yeniden diriliş” konusuna değinilmektedir.

Bal arısının geçtiği Nahl Suresi 68. Ayetinden sonraki ayetler:

“Sonra meyvelerin hepsinden yeyin! Rabbinin emre amade kılınmış yollarında sülûk edin (uçun, dolaşın). Onun karnından muhtelif renklerde içecek çıkar. Onda insanlar için şifa vardır. Muhakkak ki bunda, tefekkür eden bir kavim için elbette bir âyet (delil) vardır. (Nahl Suresi -69)

Ayetteki “Onun karnından çıkan ve şifa veren” ifadesi akıllara “Meryem’in karnından çıkan ve hastalara şifa veren İsa’yı” hatırlatmaktadır. Ayette bu durumun bir “ayet” olduğundan da bahsediliyor. Meryem Suresi 21. ayetinde İsa’nın da insanlara bir ayet ve rahmet kılındığından bahsedilmektedir.

“Ve Allah, sizi yarattı. Sonra sizi vefat ettirecek. Ve sizden kim, ömrünün en rezil devresine geri (hidayetten dalâlete) döndürülürse bu, bir şey konusunda ilim sahibi olduktan (hidayeti öğrendikten) sonra bilemediği (idrak edemediği) içindir. Muhakkak ki Allah, en iyi bilendir, kaadir olandır (herşeye gücü yetendir).” (Nahl Suresi -70)

Bu ayette ise önceki ayetlerde olduğu gibi Tanrı Ba’al’ın mitolojsinde sembolleşmiş olan “yeniden diriliş” konusuna değinildiğini görüyoruz. Tıpkı Meryem Suresi 33. ayetinde doğduğu, öleceği ve yeniden dirileceği gün” kendisine selam, esenlik verildiğini söyleyen İsa’nın bundan bahsetmesi gibi.

Her ne kadar Kuran'ın Tanrı sözü olup mükemmelliğinden bahsediliyor olsa da ayetler baktığımızda kendisine karşı ciddi eleştirilerin yöneltilebileceği konularda Allah'ın acemi bir tavırla çok yanlış kelimeleri seçtiğini görüyoruz. Mesela siz başka putlara böylesi ilişkin bilgilerin sonraki insanlara ulaşacağını bilseniz yukarıda ele aldığımız ayetleri daha doğru ayetler arasında, daha doğru kelimelelerle pekala yazabilirdiniz. Bunu yapıp insanlığa en son göndereceğiniz kitabınızı daha eşsiz ve şüphelerden uzak tutabilirdiniz. Ama gelin görün ki ortada ne böylesi bir Tanrı ne de geleceği görebilen bir insan olduğu için, Kuran da doğal olarak kendi kendisini imha etmek zorunda kalmaktadır.
 
Ek-1:
 
Eğer Kuran'ın aslını sürekli evrimleşen, yeniden kaleme alınmış olan metinler oluşturuyorsa kelimelerin köklerine inmek resmi daha net görmemize yardımcı olacaktı.

Bu ara ilginç bir bağlantının olduğunu fark ettim. “Ba’al” kelimesi ile aynı kökten gelen “koca” kelimesinin geçtiği ayetlerden birisinin Hud Suresi 72. ayeti olduğunu belirtmiştim. Bu ayette mucizevi şekilde çocuk sahibi olan kadın İbrahim peygamberin eşi Sarah’tı. Ba’al ve annesi Semiramis eğer daha sonraki "Meryem ve İsa" anlatımlarıına kaynaklık teşkil ediyorsa Hud Suresindeki mucizevi bebek sahibi olan Sarah ile Ba'al'in annesi olduğu söylenen Semiramis arasında bir bağlantının olup olmadığının sorgulanması gerekiyordu.


Diğer ayetlerdeki kelimelerin geçtiği ayetlere bakınca karşıma yine İbrahim peygamberin çıkmış olması bu soruyu daha da haklı kıldı.

İlkin Semiramis’le ilgili anlatılanlara bakalım:

“Ninus'un komutanlarından Oannes'in kısa bir süre önce Batı Irak çöllerinde görüp âşık olduğu, evlenip güzelliği dolayısıyla herkesten gizlediği eşi Semiramis'in yıldızının parladığı andır bu. Tek bir atın çektiği savaş arabasına biner ve elinde kılıç savaş meydanına dalar. Askerler yiğit ve yakışıklı bir delikanlı sanırlar onu. Kimisi savaş ilahı İştar'ın meydana indiğini sanır. Siperlerden birinden çıkar diğerine girer. Üzerine gittiği her mevzide Baktrları dize getirir ve sonunda casaret kazanan Asur ordusunu hücuma kaldırıp şehrin teslim olmasını sağlar. Ancak daha sonra ortalıktan yok olur. Kral Ninus onun derhal bulunup getirilmesini emreder.

Oannes karısını saklamak için kralı oyalamayı dener ama Ninus onu öldürmekle tehdit edince çaresiz zırhlar içindeki Semiramis'e huzura getirir ve eşi olduğunu söylemeksizin "Bu cengâver aslında bir kadındır hükümdarım.." der. Ninus daha onu görür görmez âşık olmuş evlenme kararını vermiştir. Orada bu düşüncesini ilan eder ve ne Semiramis'in ne de kocası Oannes'in itiraz etmesine fırsat bırakmadan nikâh işareti olan yüzüğü güzel kadının parmağına takar.Çocukluğu yıldızları okumak, kuşlardan öğrendiği sihir ve büyüleri deneyerek geçen Semiramis, kraliçeliğe adım atar atmaz Oannes'ten kurtulması gerektiğini düşünür ve bir savaş sırasında sadık bir adamına onu öldürtür. "Özgürleştim artık" der.”

Bu hikayede; Semiramis’in çok güzel olduğu, bu güzelliğinden dolayı kocası tarafından başkalarından gizlendiği, bir kralın kendisine aşık olduğu, o zaman da yine kocası tarafından gizlendiği, kralın onunla evlendiği ancak bu evlik yüzünden hayatından olduğu anlatılmaktadır.

Şimdi de İbrahim’in karısı Sarah hakkında Tevrat’ta yazanlara bakalım:

Ülkedeki şiddetli kıtlık yüzünden Avram (İbrahim) geçici bir süre için Mısır’a gitti. Mısır’a yaklaştıklarında karısı Saray’a, “Güzel bir kadın olduğunu biliyorum” dedi, “Olur ki Mısırlılar seni görüp, ‘Bu onun karısı’ diyerek beni öldürür, seni sağ bırakırlar. Lütfen, ‘Onun kızkardeşiyim’ de ki, senin hatırın için bana iyi davransınlar, canıma dokunmasınlar.” Avram Mısır’a girince, Mısırlılar karısının çok güzel olduğunu farkettiler. Kadını gören firavunun adamları, güzelliğini firavuna övdüler. Kadın saraya alındı. Onun hatırı için firavun Avram’a iyi davrandı. Avram davar, sığır, erkek ve dişi eşek, erkek ve kadın köle, deve sahibi oldu.

RAB Avram’ın karısı Saray yüzünden firavunla ev halkının başına korkunç felaketler getirdi. Firavun Avram’ı çağırtarak, “Nedir bana bu yaptığın?” dedi, “Neden Saray’ın karın olduğunu söylemedin? Niçin ‘Saray kızkardeşimdir’ diyerek onunla evlenmeme izin verdin? Al karını, git!” Firavun Avram için adamlarına buyruk verdi. Böylece Avram’la karısını sahip olduğu her şeyle birlikte gönderdiler. (Yaratılış -12/10-20)

Semiramis ve Sarah hakkında anlatılanlar arasında ilginç benzerlikler bulunuyor, en başta her ikisi de erkekleri baştan çıkartabilecek bir güzelliğe sahip. Ba’al ile aynı kökten gelen “koca” anlamındaki kelimenin Sarah ile ilgili bir ayette geçiyor olması demek ki çok da boşuna değilmiş. Bana sanki doğru iz üzerindeymişiz gibi geliyor.
 
Ek-2:
 
Ba’al kelimesi ile aynı kökten gelen ve “koca” anlamında verilen kelimelerin geçtiği ayetlerden birisinin Hud Suresi 72. ayett olduğunu, bu ayette geçen kadının İbrahim’in karısı Sarah olduğunu, ne ilginçtir ki Ba’al’ın annesi olarak bilinen Semiramis hakkında anlatılanlarla Sarah hakkında anlatılanlar arasında ilginç benzerliklerin olduğunu 8. mesajımda belirtmiştim.

O mesajmda ayrıca Ba’al kelimesinin “koca” anlamında geçtiği başka bir ayeti incelerken yine İbrahim peygamberle ilgili bir ayetle karşılaşmış olduğumu da söylemiştim.

Belirttiğim bu ayet Ba’al kelimesinin koca anlamında geçmiş olduğu bir diğer ayet olan Nisa Suresi 128. ayetine ilişkindi. Bu ayetteki “koca” kelimesinin yanındaki “nuşuzen” kelimesi bu ayet dışında Kuran’da iki ayette daha yer alıyordu. Bu ayetlerden birisi Bakara Suresi 259. ayeti olup, “nuşuzen” kelimesi bu ayette “birleştirmek, inşa etmek” anlamında et giydirilen kemiklerin “birleştirilmesi” olarak geçiyordu. Bu ayet açık bir şekilde bir “eşek” örneği üzerinden Allah’ın “yeniden diriltme” konusunu anlatıyordu.

Bu ayetin bir önceki ve bir sonraki ayetlerde ise bu sefer İbrahim’in ağzından “yeniden diriltme” konusu anlatılıyordu. Bir önceki ayet olan bakar 258. ayeti şu şekildeydi:

“Allah, kendisine hükümdarlık verdi diye (şımarıp böbürlenerek) Rabbi hakkında İbrahim ile tartışanı görmedin mi? Hani İbrahim, “Benim Rabbim diriltir, öldürür.” demiş; o da, “Ben de diriltir, öldürürüm” demişti. (Bunun üzerine) İbrahim, “Şüphesiz Allah güneşi doğudan getirir, sen de onu batıdan getir” deyince, kâfir şaşırıp kaldı. Zaten Allah, zalimler topluluğunu hidayete erdirmez.”
Bu ayette İbrahim’le tartışan kişinin kim olduğu konusunda yapılan tefsirlerde bu kişinin "Nemrut" olduğu ifade edilmektedir. Peki Nemrut (Nimrod) kimdir, Semiramis’in hikayesinde ona aşık olan ve kocasını öldürmek isteyen kral Ninus’tur. Yani bir başka ayetin bizi İbrahim peygambere götürmüş olmasından şüphelenmiş olmakta haklıydık, çünkü ele aldığımız ayet öylesine İbrahim’le ilgili herhangi bir ayet değildi, bu ayette karşımıza Semiremis hikayesindeki “kötü adam” çıkıyordu. Nemrut faslının sadece tefsirlerde dile getirilmiş olması dahi ortada aslında bir tesadüfün olmadığını göstermek adına önemliydi.

Son olarak ise “Ba’al” kelimesinin “koca” anlamında geçtiği ayetteki yeniden diriltme hikayesinin bir “eşek” üzerinden anlatılmış olmasına değinmek istiyorum. Mısır’daki kötülüğün Tanrısı Seth’in (seth-satan-şeytan) sembolünün bir “eşeğe” benzetildiğini daha önce açtığım ayrı bir başlıkta belirtmiştim. Peygamber bir hadisinde “eşek anırıyorsa şeytanı gördüğü içindir” demesi bu hayvanla şeytan arsında kurulan irtibatın bir başka göstergesiydi.

Tanrı Ba’al’ın belirgin özelliklerinden birisi de bu tanrının şeytanı simgeliyor olmasıdır. Bu yüzden Ba’al kelimesiyle aynı kökten gelen bir kelimenin geçtiği bir ayette şeytanla irtibatlandırılmış olan bir hayvanın, yani eşeğin bahsinin geçiyor olması da normaldi.
 
Ek-3:
 
bizi İbrahim peygamber götüren Nisa Suresi 128. ayetindeki “nuşuzen” kelimesini ele almıştık. Bu kelime ile aynı kökten gelen ve Kuran’da geçen iki kelimeden birisinin Bakara Suresi 258. ayetinde geçtiğini, buradaki ayetlerde İbrahim ile tartışan kişinin kim olduğunu, ayette geçen “eşeğin” şeytanı sembol ettiğini söyledik.

“nuşuzen” kelimesi ile aynı kökten olan ikinci kelimenin geçtiği ayetlere de bakış olalım. İkinci kelimemiz Mücadele Suresi 11. ayetinde “kalkın” anlamında geçiyor.


Ba’el kelimsinin yanındaki “nuşuzen” kelimesi ile aynı kökten gelen iki kelimden birisi bir ayette “birleştirmek, inşa etmek” anlamında geçerken diğeri başka bir ayette “kalkmak” anlamında geçiyor. “birleştirmek, inşa etmek” anlamında geçen ayette (Bakara -259) zaten “yeniden diriliş” konusunun işlenmekte olduğu açıktı. İnsan ister istemez diğer ayetteki “kalkın” anlamının da aslında “yeniden dirilişle” alakalı olarak kullanılmış olabileceğini düşünüyor.

“nuşuzen” kelimesinin “kalkın” anlamında geçtiği Mücadele Suresi 11. ayeti şöyle:

“Ey âmenû olanlar! Meclislerde size: “yer açın!” denildiği zaman, o taktirde yer açın. Allah da size yer açar ). Ve: “Kalkın!” denildiği zaman hemen kalkın! Allah, sizden âmenû olanların ve ilim verilmiş olanların derecelerini yükseltir. Ve Allah, yaptıklarınızdan haberdardır.”

14. ensuzû :kalkın
15. yerfei : yükseltir
16. allahu : Allah
17. ellezîne âmenû : âmenû olanlar
18. minkum : sizden
19. ve ellezîne ûtû : ve verilenler
20. el ilme : ilim
21. derecâtin : dereceler

“kalkın” kelimesinin yanında “yükseltmek (yerfei)” kelimesi yer alıyor, devamında ise verilen “dereceler”den bahsediliyor. Bu ifadeler Kuran’da Bakara Suresi 253. ayetinde İsa peygamberle ilgili olarak da söylenir:

8. kelleme allâhu : Allah konuştu
9. ve rafea : ve yükseltti
10. ba'da-hum : onların bir kısmı
11. derecâtin : dereceler
12. ve âteynâ : ve biz verdik
13. îsâ **** meryeme : Meryem(in) oğlu İsa
14. el beyyinâti : beyyineler, açıklamalar, ispat vasıtaları
15. ve eyyednâ-hu : ve onu destekledik
16. bi rûhi el kudusi : kutsal ruh ile

“nuşuzen” kelimesinin “kalkın” anlamında geçtiği Mücadele Suresi 11. ayetinden bir önceki ayet ise şöyle:

“Muhakkak ki necva (gizli fısıldaşma) şeytandandır, âmenû olanları (ölmeden önce Allah'a ulaşmayı dileyenleri) mahzun etmek içindir. Ve Allah'ın izni olmadıkça onlara bir darlık (sıkıntı) verecek değildir. Öyleyse mü'minler, Allah'a tevekkül etsinler.”

Görüldüğü gibi bir önceki ayette karşımıza “şeytan” bahsi çıktı. Hatırlarsanız “nuşuzen” kelimesinin geçtiği diğer ayette şeytanın sembolü olan “eşek”ten bahsediliyordu. Burada ise karşımıza açıkça “şeytan” bahsi çıkıyor. Yine dikkat ederseniz “şeytan” ifadesi “gizli fısıldaşmak (necva)” ifadesiyle alakalı olarak anılıyor. Bu da akıllara ister istemez Lokman Suresi 19. ayetini getirtiyor:

“Ve yürüyüşünde mütevazi (alçakgönüllü) ol ve sesini alçalt (alçak sesle konuş). Muhakkak ki seslerin en çirkini, elbette hamirin (merkebin) sesidir.”

Anlaşılan o ki; “fısıldaşma - şeytan” ve “alçak ses – eşek” mevzusu iki ayet arasındaki “eşek” ve “şeytan” bahsi arasındaki bağlantıyı oluşturuyor.

Son olarak da şunu belirtmek isterim; “nuşuzen” kelimesinin “kalkın” anlamında geçtiği Mücadele Suresi 22 ayetten oluşuyor. Surenin başlangıç ayetlerinde; kadınlardan zıhar yolu ile ayrılma konusu ele alınır, 2. Ayette “İçinizden zıhâr yapanların kadınları, onların anaları değildir. Anneleri ancak onları doğurandır” gibi tuhaf bir sözden bahsedilir, devamında “alçak sesle konuşma” konusuna değinilir en sonunda ise “yeniden diriltme” ve “şeytan’a yandaş” olmaktan bahsedilir. Böylesi bir içeriğe sahip olan Mücadele Suresi’nin ayetleri genelde bir iki cümleden oluşurken son ayet biraz uzundur, son ayette şunlar söylenir:

“Allah'a ve ahiret gününe îmân eden bir kavmi, Allah'a ve O'nun Resûl'üne karşı gelenlere muhabbet duyar bulamazsın. Ve onların babaları, oğulları, kardeşleri veya kendi aşiretleri olsa bile. İşte onlar ki, (Allah) onların kalplerinin içine îmânı yazdı. Ve onları, Kendinden bir ruh ile destekledi. Ve onları, altından nehirler akan cennetlere dahil edecek. Onlar orada ebediyyen kalacak olanlardır. Allah, onlardan razı oldu. Ve onlar da O'ndan razı oldular. İşte onlar, Allah'ın taraftarlarıdır. Gerçekten Allah'ın taraftarları, onlar, felâha erenler değil mi?”

Altı çizi ifadeler size bir yerden tanıdık geldi mi, size “bir ruh ile desteklenen ve altından dere akıtan kimdir?” diye sorsam cevabınız ne olurdu? Meryem!.. Allah’ın kendisinden “razı” olduğunu söylediği İsa’nın annesi Meryem!

Mücadele Suresi'nin son ayetine ilişkin olarak yukarıdaki koyu renkli ve altı çizili cümlelere dikkat çekmiştim. Bu konuda kırmızı renkte belirttiğim bir önceki cümleyi de ele alarak bir ilavede daha bulunmak istiyorum. Kırmızı renkteki bir önceki cümlede geçen "yazdı (ketebe)" kelimesine ilişkin İmam Kurtubi tefsirinde şöyle denmektedir:

"..."Yazdı" tesbit etti anlamındadır diye açıklanmıştır. Bu açıklamayı er-Ra-bl b. Enes yapmıştır. Yaratmıştır diye de açıklanmıştır. Yüce Allah'ın: "Artık bizi şahidlerle beraber yaz" (Al-i İmran, 3/53) buyruğuna benzemektedir ki, bizi onlarla birlikte kıl demektir..."


bu bilgide bahsedilen ayet Al-i İmran Suresi'nin 53. ayetinde;

"Rabbimiz, Senin indirdiğin şeye inandık ve Resûl'e tâbî olduk, artık bizi şahitlerle beraber yaz."

diyenler İsa'nın havarileridir. Bu durum Mücadele Suresi'nin son ayetiyle ilgili aslında bu ayette "Meryem-İsa" bahsinin anlatılmakta olduğu yönündeki iddiamızı daha da desteklemektedir.
 
(Not: Kelimeler ve kökleri neden önemli? Kuran'daki ayetler bir çırpıda yazılmış olan metinler değildi. Bunu kim söylüyor şu an elimizdeki en eski Kuran nüshası üzerinde araştırma yapmış olan Alman araştırmacı Dr. Puin. Kuran'ın ana metninde yer alan kelimeler üzerinde sonradan değişiklikler yapılmış, işaretler eklenmiş özünde aynı olan kelimelere farklı anlamlar verilmiş. İşte bu yüzden kökü aynı olan kelimeleri bir arada değerlendirerek, kelime köklerine sonradan yapılan eklemelerle farklı anlamlardaki kelimelerin oluşturulduğunu, aynı kökten gelen kelimelerin aslında ortak bir anlamı olabileceğini göstermeye çalışıyorum. Ayetler arasındaki konu akışının olmayışı, bir nevi daldan dala atlayarak konuların işlenmiş gibi gözükmesinin altında yatan da buydu. işin aslında kopuk gibi gözükse de bu anlatımların altında belli başlı konu bütünlükleri bulunuyordu.)
 
Yukarıda Mücadele Suresi'nin son ayetindeki bazı cümleleri ele alarak bunların "Meryem - İsa" anlatımına ilişkin olabileceğini iddia etmiştik. En son olarak da "yazdık" kelimesinin İsa'nın havarilerine ilişkin Kuran'da geçtiğini belirtmiştik. Şimdi de bu ayetten bir önceki ayete dikkat çekmek istiyorum. Mücadele Suresi 21. ayetinde şöyle denmekte;

"Allah: “Ben ve elçilerim mutlaka gâlip gelecek.” diye yazdı. Muhakkak ki Allah; Kavî'dir (kuvvetlidir), Azîz'dir."


Ayette İsa'nın havarilerine ilişkin de söylendiğini belirttiğim "yazdı (katebe)" kelimesi tekrar geçiyor. Bu ayetteki ikinci dikkate alınması gereken kelime ise “galip gelmek” kelimesi. Kuran’da “yazdı” kelimesinde olduğu gibi “galip gelmek” kelimesi de yine İsa’nın havarileri için kullanılmış olan bir kelimedir. Saffat Suresi 14. ayetinde şöyle denir:

“Ey âmenû olanlar! Allah'ın yardımcıları olun! Meryemoğlu İsa (A.S)'ın havarilere: “Kim Allah'a (ulaşmak için) benim yardımcılarım olur?” dediği zaman, havarilerin: “Biz Allah'ın yardımcılarıyız.” dediği gibi. Bunun üzerine İsrailoğulları'ndan bir grup îmân etti, bir grup inkâr etti. O zaman îmân edenleri düşmanlarına karşı destekledik. Böylece onlar galip geldiler.”
 
Ek-4:
 
Daha önce Tanrı Ba’al’ın şeytanı simgelemekte olduğundan bahsetmiştik. Bu sefer Tanrı Ba’al ile irtibatlandırılan ve Yahudilikle birlikte Hıristiyanlık inancına da girmiş olan bir kavram üzerinde durmak istiyorum; “Baal zebub” yani “Sineklerin tanrısı”
Beelzebub : “Sineklerin tanrısı” anlamına gelen Beelzebub, eski Yahudilerin Beelzebul (`yüksek yerin tanrısı') adlı bir Filistin putuna taktıkları alaylı bir isimdi (Tevrat, 2 Krallar 1:1-6'ya bkz.). İncil'de ise Beelzebub, Şeytan anlamında kullanılır.

İncil de şu şekilde geçer:

“İsa adamın birinden dilsiz bir cini kovuyordu. Cin çıkınca adamın dili çözüldü. Halk hayret içinde kaldı. Ama içlerinden bazıları, «Cinleri, cinlerin reisi Beelzebub'un gücüyle kovuyor» dediler.” (Mat.12:22-30; Mar.3:20-27)

“Beelzebub (Sineklerin Kralı) kelimesinin alternatif isimleri; Belzebuth, Beelzebub, Beelzeboul, Baalsebul, Belzaboul; Belzebud, Beezlebub, Beelzebus ve Ba'al-zebub'tur.

Kenan ülkesinde Baal; “efendi” manasına gelen bir kelimeydi ve Kenanlıların çok tanrılı inancındaki en kudretli tanrı olarak geçerdi. Sonraları ise Kenan ülkesini işgal eden İbraniler tarafından bu isim “sineklerin efendisi” manasına gelen Baal zebub ile değiştirilmiştir. Güya bu isim Filistin’deki bütün sinekleri yaratıcısı ve yöneticisi manasında kullanılmıştır fakat hiç kuşku yok ki burada eski inanca dair bir aşağılama söz konusudur.

En eski ve en ünlü şeytan/cin figürlerden biri olan Baalzebub, ölü cesetlerden insanlara doğru uçup onlara hastalık taşıyan sinekler aracılığıyla, hastalıkları ve illetleri kontrol eden ve insanların nefsini, gururunu kabartarak onları baştan çıkartan bir varlık olarak bilinir. Baalzebub düşmüş tanrılar olarak kabul edilen ve Şeytan'ın (Satan) kendisine tekabül eden en temel örneklerden biridir.” http://www.estanbul.com/sineklerin-e...bub-67996.html

Konu başlığımız Tanrı Ba’al’ın Kuran’daki izlerini deşifre etmekle ilgiliydi, o zaman Ba’al ile simgelenmiş olan “Sineklerin Kralı” gibi bir kavrama ilişkin Kuran’da herhangi bir söylemin olup olmadığına bakmak gerekiyordu.

Acaba bu konuda Kuran’da geçen “sivrisinek (beduaten)” kelimesi bize bir ipucu sunabilir miydi?

sivrisinek (beduaten)” kelimesi Kuran’da sadece Bakara Suresi’nin 26. ayetinde şu şekilde geçmeketdir:

“Muhakkak ki Allah bir sivrisineği, hatta onun üstünde olanı da misal vermekten çekinmez. Fakat âmenû olanlar, onun Rab'lerinden bir hak olduğunu bilirler. Kâfirler ise: “Allah, bu misalle ne demek istedi?” derler. onunla birçoğunu dalâlette bırakır, birçoğunu da onunla hidayete erdirir. Ve onunla fâsıklardan başkasını dalâlette bırakmaz.”

Ayetin kendi içerisinden çıkartılan anlamda d belirtildiği gibi “sivrisinek örneği” ile neyin kast edilmek istendiği açık değil. Sanki birileri bu ayeti ilk okuduğunda geçen sivrisinek örneğine anlam vermemiş de ayetin geri kalan kısmını bunun anlaşılmama nedeni üzerine yorumlayıp ona göre bir sebebe bağlamışa benziyor.

Ayetteki “Kâfirler ise: Allah, bu misalle ne demek istedi? derler” sözü bu ayet üzerine kafa yorulmaması gerektiğini söylüyor, sanki ortada gizlenmekte olan bir şey var gibi. Bu söz bu ayetin yüzlerce yıl boyunca en başta mü’minler tarafından incelenmesinin de yolunu kapatmış olmalı.

Şimdi bu ayetimizi önceki ve sonraki ayetlerle birlikte göz atalım:

26: “Ve âmenû olup, ıslâh edici amelde bulunanlar için altlarından nehirler akan cennetler olduğunu müjdele. Oradaki meyvelerden ve mahsullerden bir rızıkla her rızıklandırılışlarında “İşte bu bizim daha önce de rızıklandırıldığımız.” dediler. Ve ona benzer verilmiştir. Onlar için orada temiz eşler vardır. Ve onlar orada ebedî kalacak olanlardır.”

27: “Muhakkak ki Allah bir sivrisineği, hatta onun üstünde olanı da misal vermekten çekinmez. Fakat âmenû olanlar, onun Rab'lerinden bir hak olduğunu bilirler. Kâfirler ise: “Allah, bu misalle ne demek istedi?” derler. onunla birçoğunu dalâlette bırakır, birçoğunu da onunla hidayete erdirir. Ve onunla fâsıklardan başkasını dalâlette bırakmaz.”

28: “Onlar, Allah’a verdikleri sözü, pekiştirilmesinden sonra bozan, Allah’ın korunmasını emrettiği bağları (iman, akrabalık, beşerî ve ahlâkî bütün ilişkileri) koparan ve yeryüzünde bozgunculuk yapan kimselerdir. İşte onlar ziyana uğrayanların ta kendileridir.”

29: “Siz cansız (henüz yok) iken sizi dirilten (dünyaya getiren) Allah’ı nasıl inkâr ediyorsunuz? Sonra sizleri öldürecek, sonra yine diriltecektir. En sonunda O’na döndürüleceksiniz.”

Bu ayetleri ilk okuduğumda neler düşündüğmü sizlerle paylaşmak istiyorum. İlk ayetteki “cenneteki altlarından nehirler akma” söylemi Cennet Kraliçesi olarak da tapınılan Ba’al’in annesi (kocası) Semiramis’in ileri versiyonu olan İsa’nın doğumuyla ilgili ayetlerde “altından dere akıtılarak rızıklandırılan Meryem’i” aklıma getirdi.

“sivrisinek” kelimesinin geçtiği ayetten sonraki 28. ayetteki “Allah’ın sözünü bozma ve yeryüzünde bozgunculuk yapma” söylemi ise ilk yaratılan insan Adem ve Havva’yı aklıma getirdi. (tahminimde yanılmadım çünkü bundan sonraki ayetler Adem’in yaratılışını anlatıyor.)

Kuran’daki bir başka ayetten biliyoruz ki “İsa’nın yaratılışı Adem’in yaratılışı gibiydi.” İster adını İsa koyalım isterse Adem, ortada aslında tek bir yaratılışa ait mitolojik bir hikaye bulunuyordu ve bu hikaye daha sonradan İsa ve Adem için ayrı ayrı olaylarmış gibi gösterilmeye çalışılmıştı.

Peki ortada böylesi bir “yaratılış” hikayesi varsa “sivrisineğin” işi orada ne geziyor? O “sivrisinek” tanrının yarattığı insanla ilgili hikayemizdeki eksik olan halkayı yani “şeytanı” temsil ediyor olmasın sakın.

Bu ara yukarıda belirttiğim “sivrisinek” kelimesinin geçtiği ayetten sonraki ikinci ayette (Bakara -29) “yeniden diriliş” konusunun işlenmekte olduğunu belirtmeyi unutmuşum.

Anlaşılan o ki Ortadoğu coğrafyasının büyük putu, baharın gelmesiyle yeniden hayat bulan, bağ tanrısı, verimlilik tanrısı Ba’al, semavi dinlerin karşısında “şeytan” yaftasını yemek zorunda kalmıştı.


Şimdi bir de Arapça “sivrisinek (beduatan)” kelimesinin kökü üzerinde duralım. Saffat Suresi 125. ayette bir put adı olarak açıkça geçen “Baa”l ile “sivrisinek” kelimesinin kökleri bir harf farkla aynı.

Sivrisinek = ba ayn dad

Baal: ba ayn lam

“Sivrisinek” kelimesi ile aynı kökten gelen ve Kuran’da geçen 38 surede toplam 158 kelime bulunuyor. Bu kelimelerden 1 tanesi “sivrisinek” diğerlerinin tamamı ise “diğeri, başkası” anlamlarına geliyor. Örneğin bu kelime daha önce de değinmiş olduğumuz Bakara Suresi 253. ayetinde şu şekilde geçiyor:

Bakara 253:

1.tilke: o
2.er rusulu: resûller
3.faddalnâ: biz faziletli kıldık, üstün kıldık
4.ba'da-hum: onların bir kısmı
5.alâ ba'din: diğerlerinin üzerine, diğerlerine
6.min-hum: onlardan
7.men: kim, kimi
8.kelleme allâhu: Allah konuştu
9.ve rafea: ve yükseltti
10.ba'da-hum: onların bir kısmı
11.derecâtin: dereceler
12.ve âteynâ: ve biz verdik
13.îsâ **** meryeme: Meryem(in) oğlu İsa
14.el beyyinâti: beyyineler, açıklamalar, ispat vasıtaları
15.ve eyyednâ-hu: ve onu destekledik
16.bi rûhi el kudusi: (takdis edilmiş) kutsal ruh ile

İsa bahsinin geçtiği yukarıdaki ayetteki “sivrisinek” kelimesi ile aynı kökten gelen “ba’da” kelimelerinin çok masum olduklarını düşünmüyorum. Bu kelime İsa bahsinin geçtiği Ali İmran Suresi 50. ve Zuhruf Suresi 63. ayetlerinde de geçiyor.

Kuran’daki ayetlerde her ne kadar Tevrat ve İncil’deki gibi bir “Allah”ın var olduğu söyleniyor olsa da bence bu ayetlerde asıl olarak büyük tanrı Ba’al’ın mitolojisi ile simgeleşmiş “kutsal anadan doğma, bağ bahçe, su, yağmur, şimşek ve yeniden dirilme” gibi konular anlatılmaktaydı.

Böylesi bir anlatım ise Kuran’ın aslında Hıristiyanlığı sonradan kabul eden ancak pagan köklerinden tam olarak kopamamış, ilk başlarda Hıristiyanlarca sapkın bir mezhep sayılan bir Arap kavminin elinden çıkmış olabileceğini gösteriyordu.

Bir diğer ihtimal ise; Hıristiyanlığın pagan inançlara sahip toplumlardaki etkisini ve varlığını daha uzun süreli kılmak adına eski pagan inançlarından bahseden antik yazıların sonradan Hıristiyan keşişlerin elinde yeniden yorumlanıp yazılmış olması da Kuran’ı oluşturmuş olabilirdi.

Tabi bunların dışında bilmediğimiz bir ihtimal de olabilirdi. Tek bildiğimiz Kuran’daki “Allah”ın meramını anlatayım derken mitolojik kök ve anlamlara sahip sembolik kelimeleri seçmekle ölümcül bir hata işlemiş olmasıydı. Tarihi ve geleceği bilen bir tanrı hangi kelimeleri son kutsal kitabında nerede nasıl şekilde kullanması gerektiğini, bir hayvanın adını anacaksa bunu nerde aslında hiç anmaamsı gerektiğini de bilirdi. Ortada ne yazık ki gerçekten de dendiği gibi Allah'a ait sözler falan bulunmuyordu, kitap apaçık insan elinden çıkmaydı.

Son olarak şunu söylemek istiyorum, Kuran'da geçen ve "sivrisinek" kelimesi ile aynı kökten gelen "bazısı, başkası (ba'da)" kelimeleri bence özellikle incelenmelidir.
 
Ek-5:
 
Ramazanın ilk gecesinin suyu hürmetinden olsa gerek dananın kuyruğu kopuyor arkadaşlar!

Tanrı Ba'al ve "şeytanla" bağlantılı bir kavram olan Ba'alzebub (Sineklerin Tanrısı) kavramını dikkate alarak Kuran'daki "sivrisinek" kelimesinin tek geçtiği ayet olan Bakara Suresi 26. ayetine ele almıştık.


Tanrı Ba'al’ın “yağmur ve şimşeğin” tanrısı olduğundan da daha önce bahsetmiştik. Ba’al’e ilişkin çizimlerde ve heykellerde Tıpkı Zeus gibi Ba’al’in de yukarıya kalkık olan sağ elinde “şimşekler” bulunuyordu.

Sağ elin kalkık ve “şimşekleri” tutuyor olması aklıma eski Mısır’ın yine “verimlilik tanrısı” olarak bilinen, uğruna koç kurban edilen, doğu çöllerinin koruyucusu Tanrı Min’i getirdi. Daha önce açtığım bir başlıkta “mu’min” kelimesinin aslında Tanrı Min’nin “takipçisi” anlamına geldiği yönündeki iddiaları ele almıştım ve bu tespitler hiçte yabana atılır türden değildi. Bu yüzden Ba’al üzerinden hareketle Min’e ulaşıyor olmak kafamdaki resmin daha da netleşmesini sağladı.




(Mısır Tanrısı Min ile Ortadoğu'nun tanrısı Ba'al aarsındaki benzerliklere lütfen dikkat edin, sağ kalkan eldeki şimşeğin yanı sıra kafadaki ikili boynuz ve verimliliği, üretimi sembolize eden erkek cinsel organları birbirinin kopyası. Ba'al'daki cinsel organ mı gerçi onu tam bilmiyorum ama şeklen bir benzerlik olduğu gerçek.)

Bu mesajda asıl dikkat çekmek istediğim nokta Ba’al’in “yağmur ve şimşeğin” tanrısı da olmasıyla ilgili. Bakın Ba’al ile irtibatlandırmış olduğumuz “sivrisinek” kelimesinin geçtiği Bakara Suresi 26. Ayeti dahil bu ayetin öncesinde neler anlatılıyor.


19: Yahut onların durumu, gökten yoğun karanlıklar içinde gök gürültüsü ve şimşekle sağanak hâlinde boşanan yağmura tutulmuş kimselerin durumu gibidir. Ölüm korkusuyla, yıldırım seslerinden parmaklarını kulaklarına tıkarlar. Oysa Allah, kâfirleri çepeçevre kuşatmıştır.

20: Şimşek neredeyse onların gözlerini kamaştırır. Onları her aydınlatmasında onun (ışığında) yürürler. Ve onların üzerlerine karanlık çökünce de dikilip kalırlar. Ve eğer Allah dileseydi, onların duymalarını da görmelerini de elbette giderirdi. Muhakkak ki Allah, herşeye kâdirdir (herşeye gücü yeter).

21: Ey insanlar! Rabbinize kul olun ki O, sizi ve sizden öncekileri yarattı. Umulur ki böylece siz, takva sahibi olursunuz.

22: O (Allah) ki; yeryüzünü sizin için döşek ve göğü bina kıldı. Ve gökten su indirdi. Ve böylece onunla mahsullerden sizin için rızık çıkardı. Öyleyse bile bile Allah'a eşler kılmayın (putlar edinmeyin).

23. Ve eğer kulumuza indirdiğimiz şeyden şüphe içindeyseniz, o zaman o'nun mislinden bir sure getirin ve Allah'tan başka şahitlerinizi de davet edin, eğer siz sadıklarsanız.

24: Fakat, eğer yapamazsanız ki asla yapamazsınız, o taktirde kâfirler için hazırlanmış, yakıtı insanlar ve taşlar olan ateşten sakının.

25:Ve âmenû olup, ıslâh edici amelde bulunanlar için altlarından nehirler akan cennetler olduğunu müjdele. Oradaki meyvelerden ve mahsullerden bir rızıkla her rızıklandırılışlarında “İşte bu bizim daha önce de rızıklandırıldığımız şeydir.” dediler. Ve ona benzer verilmiştir. Onlar için orada temiz eşler vardır. Ve onlar orada ebedî kalacak olanlardır.

26: Muhakkak ki Allah bir sivrisineği, hatta onun üstünde olanı da misal vermekten çekinmez. Fakat âmenû olanlar (Allah'a ulaşmayı dileyenler), onun Rab'lerinden bir hak olduğunu bilirler. Kâfirler (Allah'a ulaşmayı dilemeyenler) ise: “Allah, bu misalle ne demek istedi?” derler. (Allah) onunla birçoğunu dalâlette bırakır, birçoğunu da onunla hidayete erdirir. Ve onunla fâsıklardan başkasını dalâlette bırakmaz.

Ayetlerin akışına bakıldığında “sivrisinek” ifadesindeki gariplik kendisini açıkça belli ediyor. Ama siz bu kelimeyi bildiğimiz anlamda bir “sivrisinek” değil de önceki ayetlerde anlatılanlarla ilgili bir Tanrı’nın sembolü olarak ele alırsanız mevzu biraz daha anlam kazanmış oluyor.

Şimdi bu Allah böylesi kelimeleri alıp da (Baal: "ba ayn lam" - Sivrisinek = "ba ayn dad") böylesi yerlerde kullanmakla acemi değildir de nedir?

Ek-6:

Beelzebub - 1863

“Sinekler” konusunda Kütübü Sitte’deki hadislerde nelerden bahsedilmektedir. Kısaca ona da değinelim.

“Resulullah (sav) buyurdular ki: "Sizden birinizin (yemek) kabına sinek düşecek olursa, onu iyice batırın. Zira onun bir kanadında hastalık, diğerinde şifa vardır. O, içerisinde hastalık olan kanadıyla korunur." (HadisNo:3898)


-hadiste bahsedilen sineğin hem hastalığı hem de şifayı içinde taşıyor olması, sanki Tanrı Ba’al’e zamanla yüklenmiş olan “iyi ve kötü tanrı” olma özelliğini gösteriyor. Hadiste bahsi geçen “hastalık ve şifa” bulma konusu aynı zamanda akıllara İncil’de bir adamın dilini çözüp ona şifa vermiş olan İsa’ya yakıştırılan “cinlerin babası” (Beelzebub = Sineklerin Kralı) söylemini de getiriyor.

“Ravi, bir adamdan naklen demiştir ki: "Ben Resulullah (sav)`ın terkisinde idim. Hayvanın ayağı kaydı, Ben, "Kör şeytan!" demiş bulundum. Bana: "Böyle söyleme, zira böyle söylersen o büyür, hatta ev kadar olur ve "kendi gücümle onu yere attım!" der. Fakat sen: "Bismillah!" de, zira böyle söylersen o küçülür ve sinek kadar olur." ( HadisNo :3413)

İmam Kurtubinin tefsirinde ise şu aktarılıyor:

Ebu Hureyre'den gelen rivayete göre Peygamber (sav) şöyle buyurmuş­tur: "Bütün sinekler cehennem ateşindedir. Allah, o sinekleri cehennemlik­lere azap (sebebi) yapacaktır. Arılar bundan müstesnadır." Bunu, Tirmizî el-Hakîm, "Neuâdiru'l-Usul" adlı eserinde zikretmektedir.

-bütün sineklerin” cehennem ateşinden olduğunun söylenmesi “ateşten” yaratılan ve cehennemde cezalandırılacak olan cin veya iblisi akıllara getiriyor.

Bu ara yeri gelmişken, daha önce İbrahim’in eşi Sarah ve Semiramis benzerliği konusunda ele adlığımız ve tefsirler de İbrahim’le tartışıp onu ateşe atan kişi olduğu ileri sürülen Nemrut’la ilgili ilginç bir bilgi bulunuyor. Anlatılan bir rivayete göre Nemrut içine “sinek” kaçmış birisiydi:

İmam Kurtubi’nin Tefsirinden alıntı: İbn Abbas dedi ki: Allah onların üzerine en zayıf mahluku olan sivrisine­ği musallat etti. Aradan vakit geçmeden Nemrut arkadaşlarının ve atlarının parıldayan kemiklerini gördü. Bu sinekler onların etlerini yemiş, kanlarını iç­mişti. Bir tanesi de onun burun deliğine girmiş ve beynine ulaşıncaya kadar önüne geleni kemirip durmuştu. İnsanlar arasında en değerli kabul ettiği ki­şi demir bir balyozla kafasına vuran kişi oluyordu. O yaklaşık kırk yıl bu şe­kilde kaldı.”

Bir başka alıntı ise şöyle:

"Ebu Ümâme dedi ki: Peygamber (sav) şöyle buyurdu: "Herbir nıü'min ile birlikte -onun aleyhinde bir kader tayin edilmediği sürece- onu koruyan yüzaltmış melek vardır. Göz bunlar arasındadır. Sineklerin bal tabağına düşmeleri nasıl kollanıyorsa onu da yedi melek koruyup kollar. Eğer kul göz kır­pacak bir süre kadar dahi kendisine bırakılacak olursa, şüphesiz şeytanlar onu kapar götürür."

Toparlama yapacak olursak, hadislerdeki söylemler “baal zebub (sinklerin kralı)” konusunda belirtmek istediğim “sinekler” ile “şeytan-cin-iblis” arasındaki bağlantının İslami kesimce de dile getirilmiş olduğunu göstermektedir.

-- 0 -- 

Tevrattaki bilgiler İlyas ile Baal arasındaki irtibatı gösteriyor. Kuran'daki Ba'al bahsi de aynı şekilde İlyas'la ilgili ayetlerde geçer. Yani bu konuda bir kopyalama durumu var. İlyas'la ilgili ayetler de bizi tıpkı Ba'al ile aynı kökten gelen "koca" kelimesinde olduğu gibi yine İbrahim'e götürüyor. İşin ilginç tarafı İbrahim'le ilgili bu ayetler de bizi bu sefer "sinek" kavramı üzerinden yeniden Ba'al'e.

Kuran'ın içerisinde şöyle bir döngü var:

İlyas --> Ba'al --> İbrahim --> Sinek (pislik) ---> Ba'al

Bu döngünün ortaya çıkmış olmnası Tanrı Ba'al'le ilgili olduğunu iddia ettiğim "sinek, sivrisinek" tespitini de doğrulamış oluyor.

Bu ilginç ve bir o kadar önemli saydığım bağlantıyı konumuzla ilgili ikinci başlıkta izah etmeye çalışacam.

3 Temmuz 2013 Çarşamba

Kuran'da ve Hıristiyanlık inancında Reyhan (fesleğen)!



Reyhanın (diğer adıyla fesleğenin) Hıristiyanlığın en eski mezhebi olan Ortodokslarca kutsal bir anlamı bulunmaktadır. Her yıl 14 Eylül’de kutlanan “Kutsal Çarmıhın Yüceltilmesi Yortusu”nda kutsal suyun hazırlanmasında ve haç’ın süslenmesinde reyhan kullanılmaktadır.

Söz konusu kutlama ile Roma İmparatoriçesi Helena’nın İsa’nın asıldığı doğru çarmıhı bulması anılır. İnanışa göre imparatoriçenin bulduğu çarmıhın üzerinde reyhanlar bitmiştir. Yine bu inanışa göre bulunan çarmıhı öpen bir kadın hastalıklarından kurtulmuş, üzerine yatırılan bir ölü ise yeniden dirilmiştir.

Ortodoks Hıristiyan inancına göre Reyhan bitkisinin İsa’nın çarmıhı ile yakından bir ilişkisi bulunmaktadır.



Reyhan kelimesi Kuran’da da geçmektedir. İşin ilginç tarafı Kuran’da geçen “reyhan (reyhanu)” kelimesinin İsa için söylenen “ruh” kelimesi ile aynı kökten geliyor olması.

“Yapraklı taneler ve güzel kokulu reyhanlar vardır.” (Rahman -12)

Reyhan = ra waw ha

“İmran'ın kızı Meryem ki, onun iffeti ahsendi. Bu sebeple onun içine ruhumuzdan üfledik. Ve o, Rabbinin kelimelerini ve kitaplarını tasdik etti. Ve o, itaat edenlerden oldu.” (Tahrim -12)

Ruh = ra waw ha

İsa’yı tarif etmek için söylenen “ruh” kelimesi ile “reyhan” kelimesinin aynı kökten geliyor olmasının dışında; Kuran’da geçen “reyhan” kelimesi ile “Meryem-İsa-Ruh” arasında gerçekten de bir bağlantının olup olmadığını anlayabilmek için “reyhan” kelimesinin geçtiği iki ayete biraz daha yakından bakalım.

Reyhan kelimesinin geçtiği 1. Ayet:

“Yapraklı taneler ve güzel kokulu reyhanlar vardır.” (Rahman -12)

1. ve el habbu : ve taneler
2. zû : sahip
3. el asfi : yaprak
4. ve er reyhânu : ve güzel kokulu bitkiler

Bu ayette “reyhan” kelimesinden hemen önce geçen kelime “yaprak (asfi)”. Başka ayetlere bakıldığında “reyhan” ve “yaprak” kelimeleri ile aynı kökte gelen “rüzgar” ve “fırtına” kelimelerinin de yan yana geçtiğini görüyoruz. Her iki kelimenin de anlamları değişmiş olmasına karşın bir başka ayette yine yan yana geçiyor olması ilginç bir tesadüf. Tabi ben bunu tesadüf olarak görmüyorum. Özünde aynı anlama gelen kelimelerin daha sonradan değiştirilerek farklı cümlelerin yazıldığını düşünüyorum. (Bu garip tesadüfe daha önce açmış olduğum bir başlıkta değinmiştim: http://www.turandursun.com/forumlar/showthread.php?t=31188)

Yukarıdaki ayetin bir öncesinde “Orada meyveler ve tomurcuklu hurma ağaçları vardır.” (Rahman -11)” deniyor. “Hurma ağacı” tabiri Meryem’in İsa’yı doğurmadan önce yöneldiği hurma ağacını akıllara getiriyor. (“Meryem-Myrhha-Ağaç” bağlantısına daha önceki bir başlığımda ayrıca değinmiştim.)

Yukarıdaki ayetin bir sonrasında ise; “O hâlde, Rabbinizin hangi nimetlerini yalanlıyorsunuz? Allah, insanı pişmiş çamur gibi bir balçıktan yarattı.” (Rahman 13-14)” denilerek “insanın yaratılışı” konusu ele alınıyor. İncil’de de bahsi geçtiği gibi “Adem’in yaratılışı” ile benzer yaratılışa sahip olan kişinin İsa olduğunu yine Kuran’ın bir başka ayetinden biliyoruz.

Kısacası “reyhan” kelimesinin geçtiği bu ayetin öncesinde ve sonrasında İsa ile ilişkilendirilebilecek ifadeler yer almakta. Bunun bir benzerini “reyhan” kelimesinin geçtiği diğer ayette de görüyoruz.

Reyhan kelimesinin geçtiği 2. Ayet:

1. fe : o zaman, o taktirde
2. revhun : rahat, ferah, sevinç
3. ve reyhânun : rızık ve güzel kokulu bitkiler
4. ve cennetu naîmin : ve naim cenneti

“O taktirde, ferahlık, huzur, güzel kokulu bitkiler (reyhan) ve naim cenneti vardır.” (Vakia -89)

Bu ayetin bir öncesinde; “Fakat o eğer mukarrebin olanlardan (Allah'a yakın olanlardan) ise.” (Vakia -88)” denmektedir. Bu ayette geçen “mukarrebin” kelimesi Kuran’da İsa için de kullanılmıştır.

Melekler şöyle demişlerdir: "Ey Meryem,! Muhakkak ki Allah, Kendinden bir kelime ile seni müjdeliyor. Onun ismi "Mesih, Meryem oğlu Îsâ'dır. Dünyada ve ahirette şereflidir ve mukarrebinlerdendir." (Ali İmran -45)

Yukarıdaki ayetimizin devamında ise şöyle deniyor; “Eğer Ahiret mutluluğuna ermiş kişilerden ise, kendisine, “Selâm sana Ahiret mutluluğuna ermişlerden!” denir.” (Vakia 90-91) Ayetlerde geçen “selam” mevzusu İsa’nın söylemiş olduğu “selam”ı hatırlatmaktadır:

“Doğduğum gün, öleceğim gün ve diriltileceğim gün bana selâm (esenlik verilmiştir).” (Meryem -33)

Ortodoksların “reyhan” bitkisine atfettikleri kutsallığı dikkate aldığımızda; Kuran’da geçen “reyhan” kelimesinin İsa için söylenen “ruh” kelimesi ile aynı kökten geliyor olması ve “reyhan” kelimesinin geçtiği ayetlerin İsa’ya ait söylemlerle benzerlikler içeriyor olması Kuran’ın eski Hıristiyan orjinli bir anlayışla kaleme alınmış olabileceğini gösteriyor.

Reyhan kelimesinin geçtiği iki ayete ilişkin tefsirlerde geçen bilgileri de paylaşalım:
İmam Kurtubi’nin tefsirinde Rahman Suresi 12. ayetinde geçen “reyhan” kelimesi ile ilgili şu bilgileri veriyor, altını çizmiş olduğum yerler önemli:

“Bir başka açıklamaya güre kokusu hoş olan her bir yeşilliğe "hoş koku­lu bitki; reyhan" denilir. Çünkü insan bunlardan hoş bir koku alır. Onları kokladığı vakit hoş koku gelir, Bu kelime "fe'lân" vezninde olup -koku demek olan-: "Râiha"den "reyhan" şeklindedir. Kelimede "ye"nin asli "vav" olmak­la birlikte "ye"ye kalbedilmiştir. "Ye"ye dönüştürülmesi, onunla "ruhanî" ara­sındaki farkı ortaya koymak içindir. Ruhanî ise ruhu bulunan herşey hakkın­da kullanılır.

İbnu'l-A'râbî dedi ki: “Ruhanî bir şey" denilir ki bu da ru­hu olan şey demektir. Bununla birlikte bu kelimenin "fey'alân" vezninde ol­ması da mümkündür. O zaman aslı: şeklinde olup, "vav"ın yerine "ye" getirilmiş, ondan sonra da idgam edilmiştir. "Heyyin ve leyyin; “Kolay ve yu­muşak" kelimeleri gibi. Sonra da kelime uzadığından ve fazladan olarak 'elif1 İle "nun" geldiğinden dolayı hafifletilmiş bir kelimedir. "Vav" ve 'ha'1 harf­lerinden oluşan lafızlarda aslolan anlam ise, titreşmek ve hareket etmektir. es-Sıhah'ta şöyle denilmektedir: Reyhan bilinen bir bitki çeşididir. Aynı za­manda rızık anlamına da gelir. Mesela; "Allah'ın reyhanı­nı aramak üzere çıktım" denilir. (Rızkını aramak üzere çıktım demektir.) en-Nemir b. Tevleb de şöyle demiştir: "Allah'ın, selamı ve reyhanı O'nun rahmeti (üzerine olsun) ve bir de bol bol yağmur yağdıran bir seması."

Bu açıklamalarda “reyhan” kelimesi ile ilgili yapılmış olan “ruhani, ruhu olan bir şey” açıklamaları boşuna söylenmiş laflar değil. Daha önce de belirttiğim gibi Kuran'da geçen “reyhan” kelimesi İsa için de söylenmiş olan “ruh” kelimesi ile bağlantılı bir kelimedir. Hıristiyan Ortodokslarınca İsa’nın ruhunu teslim ettiği çarmıhın üzerinde biten reyhan bitkisine önem atfediliyor olması doğrudur veya yanlıştır bilinmez ama bu bağlantının bir benzerinin Kurandaki “reyhan” ve “ruh” kelimeleri arasında da var olduğunu söyleyebiliriz.

İmam Kurtubi’nin tefsirinde Rahman Suresi 12. ayetinden sonraki ayetlerde “insanın çamurdan yaratılışıyla” ilgili olarak şu bilgiler verilmektedir:

“Yüce Allah semâ ve yer gibi büyük âlemi, onlarda bulunan vahdaniyet ve kudretine delâlet eden varlıkları yaratmayı söz konusıı ettikten sonra, küçük âlemi yarattığından söz ederek "insanı... yarattı" diye buyurmaktadır. Burada "insan"dan kasıt, tevil bilginlerinin ittifakı İle Âdem (a.s)'dır.

"Testi gibi ses veren kupkuru bir çamurdan” buyruğunda geçen " Kupkuru çamur" sesi işitilebilen kurumuş çamur demektir. Yüce Allah onu pişen testiye (seramiğe) benzetmektedir. Bu, kum karıştırılmış ça­murdur denildiği gibi, kokuşmuş çamurdur diye de açıklanmıştır ki, bu da: "Et kokuştu" ifadesinden gelmektedir. Buna dair açıklamalar daha önce el-Hicr Sûresi'nde (15/26. âyetin tefsirinde) geçmiş bulunmakta­dır.

Yüce Allah burada: "Testi gibi ses veren kupkuru bir çamurdan" diye buyurmakta, orada da "kuru çamurdan değişmiş ve şekillenmiş bir balçık­tan" (el-Hicr, 15/26) diye buyurmuştur. Bir başka yerde ise: "Biz onları ya­pışkan bir çamurdan yarattık." (es-Saffat, 37/11) diye buyurduğu gibi, baş­ka bir yerde de; "...Ademin misali gibidir. Onu topraktan yarattı." (Âl-i İm-ran, 3/59) diye buyurmaktadır. Bütün bunlar mana itibariyle birbirleriyle uyum halindedir. Çünkü yerin toprağını alıp, onu yoğurduktan sonra çamur olmuş, sonra kokuşan bir çamur gibi olmuş, sonra da testi gibi ses veren bir kuru çamur haline gelmişti”

İmam Kurtubi tarafından verilen bu bilgilerde insanın yaratıldığı çamurun “kokuşmuş et” ifadesinden gelmekte olduğunun söylenmesi ilginç. “kokuşmuş et” ölen bir canlıyla ilgili olabilir ancak yoksa ortada ölüp yeniden dirilmiş olan birisi mi var? Bununla birlikte Rahman Suresi 13. ayetiyle uyumlu olduğu söylenen ayetlerden Al-i İmran Suresi 59. ayeti benim de dikkat çektiğim ayet, bu ayetin tamamı şu şekilde:

“Şüphesiz Allah katında İsa’nın durumu, Âdem’in durumu gibidir: Onu topraktan yarattı. Sonra ona “ol” dedi. O da hemen oluverdi.”

“reyhan” kelimesinin geçtiği ayetin devamında “yaratılış” konusunun ele alınıyor olması boşuna değildir, çünkü “reyhan” kelimesi “yeniden doğuşla” alakalıdır ve bu bitki Ortodoks inancında olduğu gibi ölüp yeniden dirilen İsa ile sembolleşmiştir.

Reyhan kelimesinin geçtiği ikinci ayet olan Vakia Suresi 89. ayetine ilişkin İmam Kurtubi'nin tefsirinde geçen bilgilere de bakalım. Aşağıdaki tefsir bilgilerinden “reyhan” kelimesinin geçtiği ayetin öncesinde söylenen “Fakat o eğer mukarrebin olanlardan (Allah'a yakın olanlardan) ise.” ifadesinin ölen birisi için söylendiğini anlıyoruz. Yani dikkat ederseniz ortada yine ölmüş olan birisi var, altını çizdiğim kısımlar önemli:

"Eğer o yakınlaştırtlmışlardan ise" buyruğu ile yüce Allah, Ölüm esna­sında ve öldükten sonra diriliş halinde insanların tabakalarını sözkonusu et­mekte ve derecelerini açıklayarak şöyle buyurmaktadır; "Eğer o" ölen şahıs "yakınlaştırılmışlardan ise" buyruğunda sözü edilenler (ileriye geçenler olan) es-Sâbikûndur.

"Artık Rahatlık, güzel kokular ve Naîm cenneti vardır" buyruğunda (rahatlık anlamı verilen): lafzı genel olarak "re" harfi üstün ile okun­muştur. İbn Abbas ve başkalarına göre bu dünyadan yana bir rahatlık vardır, an­lamındadır. el-Hasen ise bu, rahmet demektir, diye açıklamıştır. ed-Dahhak istirahat ve dinlenmek diye açıklamıştır. el-Kutebi buyruk kabirde onun için güzel esintiler vardır, demektir, diye açıklamıştır.

Ebu'l-Abbas b. Ata dedi ki: "Rahatlık" yüce Allah'ın yüzüne bakmak "reyhan (güzel kokular)" ise O'nun kelâmını ve vahyini dinlemektir. "Naim cenneti" ise orada yüce Allah'ı görmekten yana perdelenmemesi demektir. el-Hasen, Katade, Nasr b. Âsim, el-Cahderi, Ruveys ve Yakub'dan rivayet­le Zeyd ise -"rahatlık" anlamındaki lafzı- şeklinde "re" harfini ötre-li olarak okumuşlardır. Bu kıraat İbn Abbas'tan da rivayet edilmiştir.

el-Hasen dedi ki: (Bu okuyuştaki) Ruh'tan kasıt rahmettir, çünkü o da mer­hum (ölen) kimse için hayat gibidir.

Aişe (r.anha) da şöyle demiştir: Peygamber (sav) "re" harfini ötreli olarak: diye okumuştur. Bu da; O kimse için cennette ebedi kalıcılık ve ha­yat vardır, demektir. İşte rahmet budur.

"Güzel kokular" buyruğu hakkında Mücahid ve Said b. Cübeyr rızık, Mu-katil Himyer dilinde rızktır diye açıklamışlardır. "Al­lah'ın rızkını taleb etmek üzere çıktım" denilir. en-Nemir b. Tevieb de şöy­le demiştir:
"O mutlak ilahın selâmı ve reyhanı (rızkı) Ve rahmeti (üzerine olsun), bir de bol nimet yağdıran bir sema."

Katade, bu cennettir derken, ed-Dahhak rahmettir diye açıklamıştır. Bu­nun, hoş kokusu koklanan, bildiğimiz reyhan (fesleğen) olduğu da söylen­miştir. Bunu el-Hasen ve yine Katade de söylemiştir. er-Rabî' b, Haysem dedi ki: Bu ölüm esnasında olacaktır, cennet ise öldükten sonra diriltileceği vakte kadar onun için saklı tutulacaktır. Ebu'1-Cev-zâ dedi ki: Bu ruhunun kabzedileceği vakit olacaktır. O reyhan demetleriy-le karşılanacaktır.”