8 Haziran 2013 Cumartesi

Myrrha (Meryem) - Adonis (İsa) ve Mu'MİNlere bir soru!

Millattan önce 6. yüzyıldan bu yana Adonis efsanesinin Yunanlılarca bilindiğine inanılmaktadır. Hesiodos'un (M.Ö. 750-650) daha önce atıfta bulunduğu Suriye orjinli bir efsanedir. Genellikle benimsenen şekli şöyledir:

Adonis’in annesi Myrrha:


Suriye Kralı Theias'ın Myrhra (ya da Smyrna) isiminde bir kızı vardı. Aphrodite'in lanetine uğrayan bu kız babasına tutulur, onunla sevişmek ister. Bu tutkusu yüzünden tam intihar edecekken dadısı tarafından kurtarılır. Dadısına durumu anlattır, Dadısı da ona bir intihar etmemesi şartıyla yardımcı olabileceğini söyler.

Erkeklerin 9 gün kadınlara dokunmadığı Ceres festivalinde dadısının kurduğu bir düzen ile babasını yatağına girer ve on iki gece onunla birlikte olup, son gece ise hamile kalır. O gece babası yanında yatan kadının kendi kızı olduğunu anlayınca bu korkunç günahı temizlemek için kılıcıyla kızının üstüne yürür ve onu öldürmek ister.

Gecenin karanlığından faydalanarak kaçan Myrra Arap yarımadasının ortasından da geçerek 9 ay boyunca yol katedip (Kuran’da Sebe Halkı diye geçen) Saba Krallığı’na varır. Öldürülmekten korktuğu için burada tanrılardan yardım ister tanrılar da ona acır ve onu babasını elinden kurtarmak için “mersin ağacına" çevirirler.

Myrrha'nın kaçarken izlediği güzergah:



Adonis’in doğuşu:

doğum zamanı gelince Myrrha'nın dönüştüğü bu ağaç içini çekip inleyemeye başlar. Bunun üzerine Doğum Tanrıçası gelip ağaca dokunarak konuşup onu yatıştırır. Daha sonrasında ağacın kabuğu çatlar, gövdesinden dünya güzeli bir bebek, Adonis çıkar.



Çocuğun güzelliğine vurulan Aphrodite onu büyütsün diye yer altı tanrıçası Persephone'ye verir. Ama Persophone'de çocuğa vurulur onu Aphrodite'e bir daha geri vermeye yanaşmaz. Tanrıçalar arasında kopan bu kavgaya yargıçlık eden Zeus Adonis'in yılın 4 ayını Persephone'nin, 4 ayını Aphrodite'nin yanında geçireceğine geri kalan zamanda da istediği yerde yaşabileceğine karar verir. Adonis 8 ayı da Aphrodite'nin yanında kalmayı seçince tanrıçanın delikanlıya olan aşkını kıskanan Ares, Adonis'in üzerine “yaban domuzu” salar ve kasığından yaralanan Adonis kanaya kanaya can verir. Toprağı sulayan kanından Manisa Lalesi denilen bahar çiçekleri biter. Sevgilisinin yardımına koşarken ayağına diken batan Aphrodite'nin beyaz gülü de kırmızıya boyanmıştır.

Kışın yer altında saklanan baharla birlikte yeryüzüne dönen ve aşk cümbüşü içinde fışkırıp gelişen bitkisel varlığı simgeleyen Adonis'e Suriye'de özellikle kadınlar tapınırlardı. Yılda bir bahar bayramı yaparlar, saksılara tohumlar dikerler, onları sıcak sularla sularlar, böylece hızlı büyüyen bitkiler kısa zamanda solup ölülerdi. Adonis Bahçeleri denilen bu çiçeklerin karşısında yas tutarlar ve dövünürlerdi. Adonis efsanesinin Sümer ve Hitit kaynaklarında da görüldüğü söylenmektedir.”

Bazı araştırmacılara göre İsa’nın ölüp dirilecek olması Adonis’in ölüp yeniden dirilmesinin anlatıldığı bu mitoljik hikayenin ileri tarihli bir versiyonudur. Kış mevsiminde doğanın ölüp baharda yeniden canlanması şeklinde cereyan eden ve yeniden dirilişi konu edinen bu mitolojik anlatımların kökeninde ise Sümer Çoban Tanrısı Dumuzi (Tammuz) efsanesinin olduğu belirtilmektedir.

“… The references to a resurrection of Adonis have been dated mainly to the Christian Era....Frazer's category was broad and all encompassing. To Frazer, Osiris, Tammuz, Adonis, and Attis were all deities of the same basic type, manifesting the yearly decay and revival of life. He explicitly identified Tammuz and Adonis. The category of dying and rising deities as propagated by Frazer can no longer be upheld." (T.N.D. Mettinger, The Riddle of Resurrection: "Dying and Rising Gods" in the Ancient Near East [2001], page 7, 40, 41)

Beytlehem'de İsa'nın doğduğu yerle anılan kilisenin (The Church of Nativity) çok daha öncesinde Adonis tapınağı olan bir mağaranın üzerine inşa edildiği söylenmektedir.

Aacaba gerçekten de Arap topraklarında yasak aşkını gizleyip bir bebek dünyaya getiren Myrrha kutsal bakire Meryem’in, ölüp yeniden dirilen çocuğu Adonis ise İsa’nın çok daha önceki mitolojik anlatımları mıydı?

İslam’ın aslında kendi zamanından önce aynı topraklarda var olan ve o zaman Hıristiyan dünyasının genelince sapkın sayılan bir Hıristiyan mezhebin devamı olarak ortaya çıktığı yönünde ciddi iddialar bulunmaktadır. (Örneğin 600-700’lü yıllarda yaşamış Suriyeli Hıristiyan bir rahip Kuran ayetlerinde yazdığı gibi birtakım inançlara sahip sapkın bir Hıristiyan mezhepinin varlığından bahsetmiştir. Aynı şekilde Emeviler dönemine ait bulunan bazı sikkelerin üzerinde Hıristiyanlığın temel sembollerinin olduğu görülmüştür. Peygambere ilk vahiy geldiğinde eşi tarafından eşinin amcası olan Hristiyan bir rahibin yanına götürülmesi gibi başka ilginç bilgiler de bulunuyor.)

Bu yüzden Arap topraklarında geçen ve Hıristiyanlık inancının pagan köklerine işaret ettiği ileri sürülen Myrhaa ve Andonis'in mitolojisini Kuran’da geçen Meryem anlatımını ele alarak değerlendirmekte fayda var.

Kuran’daki anlatıma geçmeden önce ilkin İncil’e bir göz atalım. Gittiği topraklarda muhtemelen babası ile olan yaşadıklarını gizlemiş olan hamile Myrrha’nın tanrılar tarafından mersin ağacına dönüştürüldüğünü biliyoruz. Eskiden Myrrha ile özdeşmiş olan Mersin ağacından akan reçinelerin (Mür) Myrrha’nın göz yaşları olduğuna inanılıyormuş. Mür, özellikle Yakın Doğu'da ilaç yapımında ve parfümeride yararlanılan, kokulu, yapışkan bir reçine türü olup geçmişte (yeniden dirilişle bağlantısından olsa gerek) cenaze törenlerinde kullanılıyormuş.

İncil’de “Mür” kelimesi bir defa geçiyor, bu kelimenin geçtiği kısım ilginç bir şekilde İsa’nın doğumuyla ilgili pasajın devamında, yıldızbilimcilerin doğudaki bir yıldızdan hareketle Meryem’e sunmuş oldukları bir hediye olarak yer alıyor:

“Yıldızbilimciler, kralı dinledikten sonra yola çıktılar. Doğuda görmüş oldukları yıldız onlara yol gösteriyordu, çocuğun bulunduğu yerin üzerine varınca durdu. Yıldızı gördüklerinde olağanüstü bir sevinç duydular. Eve girip çocuğu annesi Meryem’le birlikte görünce yere kapanarak O’na tapındılar. Hazinelerini açıp O’na armağan olarak altın, günnük ve mür sundular. Sonra gördükleri bir düşte Hirodes’in yanına dönmemeleri için uyarılınca ülkelerine başka yoldan döndüler.” (Matta -2, 9-12)

Kuran’daki anlatıma bakacak olursak; İsa'nın doğumuna ilişkin ayetlerin öncesinde Meryem’in de ailesinden uzaklaşıp Doğu’ya gittiğini görmekteyiz.

“Kitap'ta Hz. Meryem'i zikret. Ailesinden ayrılıp, şark (doğu) tarafında bir yere çekilmişti.” (Meryem -16)

Devam ayetlerinde Meryem’in doğum öncesi çektiği acılar sonucu bir melek tarafından yatıştırıldığını ve hurma ağacından beslendiğini görüyoruz. Ortada farklı şekilde de olsa Meryem’e “yardımcı” olan yine bir “ağaç” olması dikkat çekiyor. Ayrıca Myrrha’nın ağrılarını ve iniltilerini doğum tanrıçasının yatıştırması gibi Cebrail de Meryem’i “üzülme” diyerek teselli ediyor. Tüm bunlardan sonra Meryem (sanki birşeye dönüşüp de sessizliğe gömülmüş gibi) kendisini susmaya adayarak, insanlarla konuşmayacağından bahsediyor.

“Doğum sancısı onu bir hurma ağacına yöneltti. “Keşke bundan önce ölseydim de unutulup gitmiş olsaydım!” dedi.

Bunun üzerine (Cebrail) ağacın altından ona şöyle seslendi: “Üzülme, Rabbin senin alt tarafında bir dere akıttı.”

“Hurma ağacını kendine doğru silkele ki sana taze hurma dökülsün.”

“Ye, iç, gözün aydın olsun. İnsanlardan birini görecek olursan, “Şüphesiz ben Rahmân’a susmayı adadım. Bugün hiçbir insan ile konuşmayacağım” de.

(Meryem 23-24)

(“Meryem’in doğum sancısı” adlı daha önceki açtığım başlıkta Kurandaki bu kısımla ilgili anlatılanların aslında pek de mantıkla örtüşmediğinden bahsetmiştim; doğumdan önce Meryem’i kendiliğinden var olan rızıkla besleyen Allah doğum zamanı gelince birden bire “Hurma ağacını silkele” diye sadece akıl vermekle yetiniyor. Aslında orada geçen hurma ağacı boşu boşuna söylenmiş bir cümle değil, onun başka bir anlamı var. Pagan köklere işaret eden sembollerin gerçek anlamlarının üzerine yarım yamalak Tevrat ve İncil bilgilerine bağlı yeni hikayeler oturtulunca ortaya ister istemez gariplikler ve çelişkiler çıkıyor.)

"Böylece onu taşıyarak kavmine getirdi. (Kavmindekiler) dediler ki: “Ey Meryem! Andolsun ki sen, acayip (kötü) bir şey yaptın.”

“Ey Hârûn’un kız kardeşi! Senin baban kötü bir kimse değildi. Annen de iffetsiz değildi.”

(Meryem 27-28)

Mitolojimize göre Myrhaa kutlanan festival gereği annesinin basının yatağından uzak kaldığı bir dönemde babası ile kötü bir ilişki yaşamıştı, Meryem Suresi'nde Meryem'e "sen çok kötü birşey yaptın" diye biten ayetin hemen devamında ; "senin baban kötü bir adam değildi, annen de iffetsiz değildi...." denmesi gerçekten çok ilginç. Sanki Meryem'in yaptığı çirkin şeyin ile tıpkı mitolojimizde olduğu gibi onun babası ve annesi'yle bir ilişkisi vardı.

Bu ayetlerin devamında ise İsa yeniden dirilişinden bahsediyor:

“Doğduğum gün, öleceğim gün ve diriltileceğim gün bana selâm (esenlik verilmiştir).” (Meryem -33)

Çok daha ilginç olan nokta ise Kuran’nın şu ayetinde geçiyor:

“Böylece Rabbi onu güzel bir kabulle kabul buyurdu, güzel bir şekilde yetiştirdi. Ve Zekeriyya (A.S)'ı, ona bakmakla mükellef kıldı. Zekeriyya (A.S), onun yanına mihraba her girişinde, onun yanında bir rızık bulurdu, "Yâ Meryem, bu sana nasıl, nereden (geldi)" deyince, o da: "O, Allah'ın katından" diyordu. Muhakkak ki Allah, dilediği kimseyi hesapsız rızıklandırır.” (Ali İmran 37)

Bu ayette Allah Meryem’e bakmaktan bahsederken Arapça “ve enbete-hâ nebâten hasenen” Türkçesi ile “bir bitki gibi güzelce yetiştirmek” kelimesini kullanmıştır.

Arapça “nebat” kelimesi “bitki”ler için kullanılmaktadır ve yerden biten her şeyi ifade etmektedir. Yani bu ayette kastedilen bir çiçek olabileceği gibi bir ağaç da olabilir.

Nitekim Meryem!e ilişkin söylenmiş olan bu kelime Saffat Suresi’nin 146. ayetinde bir “ağaç"a ilişkin söyleniyor:

“Üzerine geniş yapraklı bir ağaç bitirdik. (enbatna)”

Ağaç ve bitkilerin dışında bu kelimenin Meryem’e ilişkin de söylendiğini görüyoruz.

Şimdi Mu’min arkadaşlara bir soru yöneltelim: Kökleri İsa'dan önceki tarihlere kadar giden ve Arap topraklarında karnında babasını gizlediği bir çocukla kaçan hamile Myrrha adlı kadının ağaca dönüştüğü bu mitolojik hikaye ortadayken, Allah Kuran’da neden onca kelime varken Meryem’den bu kelime ile bahsetmiştir?

Ek -1:

"nebat" kelimesinin Meryem'in dışında insanlara yönelik olarak "yetiştirmek" anlamında geçtiği başka ayetlerin olup olmadığına baktığımızda Nuh Suresi'nin 17. ayeti ile karşılaşıyoruz.

1. ve allâhu: ve Allah
2.enbete-kum: yetiştirdi, yarattı
3.min el ardı: yerden, topraktan
4.nebâten: nebat, bitki


Ayetin Arapçasında “–kum” takısı bulunuyor. Bu takının olmasından hareketle burada kesinlikle insanların yetiştirilmesi bitkilerin yetiştirilmesine benzetilmiştir diyebilir miyiz, bunu Arapçayı bilmediğim için samimi olarak soruyorum. Bunu sormamın bir sebebi de Türkçe meallerden birisinin şu şekilde olması:

“Ve Allah, yeryüzünden size nebatlar bitirmiştir.” (Abdulbaki Gölpınarlı)

Eğer “–kum” takısı çok açık bir şekilde insanlarla bitkilerin birbirine benzetildiğini gösteriyorsa yukardakı çeviriyi yapan kişi nasıl olur da böylesi basit bir hata yapmış olabilirdi? Yoksa ortada yoruma açık bir durum mu var?

Ayrıca bu ayetin Elmalı tefsirindeki şu bilgiyi de es geçmemek gerek:

“Fahreddin Razî şöyle der: Burada iki mesele vardır. Birincisi, ayetin iki yorum şekli vardır. Birisi, "sizi yerden bitirdi" demek, babanızı yerden bitirdi, başlangıçta topraktan onu yaratmak suretiyle cinsinizi yarattı, demektir. O kadar ki, "Doğrusu Allah katında İsa'nın misali Adem'in misali gibidir. Onu topraktan yarattı."(Âl-i İmran, 3/59) gibi olur. Diğeri, hepinizi yerden yarattı demek olur. Çünkü Allah bizi spermalardan, onları gıdalardan, gıdaları bitkilerden bitkileri de yerden yaratıyor."

Âl-i İmran, 3/59’dan şunu anlıyoruz; demek ki İsa ve Adem’in topraktan yaratılması birbiriyle benzer, bunlar birbiriyle benzer ise farklı yaratılmış olanlar kim oluyor o zaman? diğer insanlar. O zaman Nuh Suresi 17. ayetindeki “topraktan yaratma” olayını tüm insanlığa hitap ediyormuş gibi ele almak ne kadar doğru olacaktır?

Bu ayetten bir genelleme yapalım veya yapmayalım, sonuçta “yetiştirme” faslının geçtiği bir ayetle ilgili olarak işin içine İsa’nın dahil olmuş olması bile başlı başına dikkate değer.

İkinci olarak size ana konumuz itibariyle doğru iz üzerinde olduğumu gösteren başka şeylerden bahsetmek istiyorum.

İlk mesajımın sonunda Meryem için kullanılan “yetiştirme” kelimesinin Saffat Suresi’nin 146. ayetinde açıkça bir “ağaç” yetiştirmek olarak geçtiğini belirtmiştim. Şimdi bu ayete bir kez daha bakıp bu ayetin öncesine ve sonrasına birlikte bakalım:

Meryem’e ilişkin söylenen “yetiştirmek” kelimesinin "ağaça" hitaben söylendiği ayet Saffat 145:

1.ve enbetnâ: bitirdik, yetiştirdik
2.aleyhi: onun üzerine
3.şecereten: bir ağaç
4.min yaktînin: kabak cinsinden (geniş yapraklı)

Bir öncekiayet Saffat 144:

1.fe: artık, sonunda
2.nebeznâ-hu: onu attık
3.bi el arâi: boş alan
4.ve huve: ve o
5.sakîmun: hasta, bitkin

Hasta olarak boş alana atılan kim? Meryem’in doğum öncesi Hurma ağacına gitmesinden (veya mitolojideki Myrhaa’nın ağaca dönüşmesinden) evvelki durumu da buna benzemiyor muydu?

Bir önceki ayet Saffat 143:

1.le: elbette, muhakkak
2.lebise: kaldı (kalırdı)
3.: içinde
4.batni-hi: onun karnı
5.ila: ... e, ... a
6.yevmi yub'asûne: beas günü, yeniden dirilme günü, kıyâmet günü

Hasta olarak boş alana atılmadan önce “yeniden dirilme” zamanına kadar “karın” içinde kalan kim? Mevzumuz zaten hamile bir kadın iken bir önceki ayette “karın içinde kalma” ve İsa’yla özdeşmiş olan “yeniden dirilme” ifadelerinin geçiyor olması bir tesadüf mü? (İsa’nın Meryem Suresi 33. ayetinde “dirileceğim gün (yevme ub'asu)” derken söylediği kelime ile bu ayette geçen kelime aynı.)

Bir önceki ayet Saffat 142:

1.fe: böylece, hemen
2.iltekame-hu: onu yuttu
3.el hûtu: balık
4.ve huve: ve o
5.mulîmun: levmedilen, kınanan kimse

Bu ayette ise karşımıza “kınanmış” olan birisi çıkıyor. İkinci olarak ise “balık” ifadesi dikkat çekiyor. Şunu hemen belirtmek gerekir ki buradaki “balık” ifadesi de aslında tahminlerimde beni yanıltmıyor. Neden derseniz, balık sembolünü en yoğun kullananlar, bugünkü bulgu ve bilgilere göre, ilk Hıristiyanlardır. Balık sembolünün pagan kökleri doğurganlık ve cinsellikle alakalıydı. Antik Yunan’da “yunus” ve “rahim” kelimeleri eşanlamlı kelimelerdi ve aşağıdaki bilgilere göre Hıristiyanlık öncesinde balık sembolü bereket ve doğumla bağlantılı olarak “Büyük Anne” olarak biliniyordu.

“Well before Christianity, the fish symbol was known as "the Great Mother," a pointed oval sign, the "vesica piscis" or Vessel of the Fish. "Fish" and "womb" were synonymous terms in ancient Greek,"delphos." Its link to fertility, birth, feminine sexuality and the natural force of women was acknowledged also by the Celts, as well as pagan cultures throughout northern Europe.” http://www.godlessgeeks.com/LINKS/fish_symbol.htm

Önceki ayetlere baktık sonraki ayetlere de bakalım; Saffat Suresi 145. ayetinden sonraki ayetlerde ise ilkin bir topluluğa bir resulün gönderilmiş olduğu ifade ediliyor. Daha sonrasında ise Allah’ın çocuk doğurması konusu ele alınıyor. Meryem Suresi’nde İsa’nın doğumu anlatıldıktan sonra da aynı şekilde Allah’ın bir çocuk edinmediği konusu işleniyordu.

Sormayalım da ne yapalım şimdi siz söyleyin, önceki ayetlerde olduğu gibi sonraki ayetlerde de benzer konuların ele alınıyor olması sadece bir tesadüf müydü?

Ek-2 :
 
Ek-1'de değinmiş olduğum Saffat Suresi 142. ayetindeki "mulimun" kelimesine ilişkin olarak:
 
Bu kelimenin geçtiği Saffat Suresi 142. ayetini şu şekilde yorumlamıştım; o ayetlerde anlatılanın aslında Meryem'e daha doğru ifadeyle onun Arap topraklarındaki kökenini oluşturan Myrhaa'ya ait eski bir mitolojik hikaye olduğunu söyledim.

Bu kelime ayette ne anlamda verilmiş; "kınanan kişi", şunu sormak zorundayız acaba burada "kınanmış" olan kişi gerçekten de Yunus peygamber miydi? Bence değil, bu ayetlerin özünde Meryem'i anlattığını söylemiştim.

Ayetlerde Meryem'in iffetli, namuslu olduğuna özellikle vurgu yapıldığını zaten biliyoruz, peki bu "kınanmış" kelimesi başka ayetlerde iffetli, namuslu olmakla ilgili olarak geçiyor mu, geçiyor.

"Ve onlar, iffetlerini (ırzlarını) koruyanlardır.Ancak eşleri ve ellerinin altında bulunan cariyeleri bunun dışındadır. Onlarla ilişkilerinden dolayı kınanmazlar." (23:5,6)

Yusuf suresi 32. ayetinde Yusuf'la birlikte olmak isteyen efendisinin karısı da kendisinin bu olaydan dolayı başkalarınınca kınanmış olduğundan bahsederken aynı kelimeyi kullanır.

Şunu anlıyoruz ki "mulimun" kelimesi istenmeyen cinsel bir ilişiki veya namusun krounması gibi mevzularıy bağlantılı olarak kullanılan bir kelimedir.

Bu durum "mulimun" kelimesinin Saffat Suresi 142. ayetinde Allah'ın kendi seçtiği bir peygamberini kınaması gibi tuhaf bir anlamda değil aslında yapmış olduğum çıkarımda olduğu gibi Meryem'in (Myrrha'nın) "kınanmamsıyla" ilgili olarak geçmiş olabileceğini destekler.

Meryem'in de bir "nebat" gibi yetiştirildiğini söyleyen ayetten hareketle şüphelendiğm Saffat Suresi'nin 142. ayetinde geçen "kınanmış" kelimesini okuduğumda, bu kelimenin başka ayetlerde kesinlikle cinsellikle bağlantılı olarak geçmiş olabileceğini tahmin etmiştim, nitekim başka ayetleri okuyup bunu görünce de hiç şaşırmadım.

Kuran'daki kelimelerin zaman içerisinde değiştirilmesi ve onlara farklı anlamların yüklenmesi söz konusu. eğer bir kelime ile birlikte diğer kelimelerin de anlamları değiştirilmişse gerçek anlamı bulmak o kadar zorlaşmış oluyor. bir cümlenin tamamının mı yoksa içinden sadece belli başlı kelimelerin mi farklı anlamlarla değiştirilmiş olduğunu anlamak bu yüzden kolay değil. fakat yine de tesadüfün ötesindeki bazı benzerlikler tüm farklılışatırma çabalarına rağmen altta yatan işin aslını ve mitolojik köklerini halen gösterebiliyor.

tekrar ediyorum Saffat Suresi'nin verdiğim ayetlerinde anlatılanlar Yunus peygamber değil Myrhaa kökenli hamile Meryem'in anlatımıdır.

Bu ayetlerin hemen öncesinde (Tevrat'ta göre kızlarıyla birlikte olan baba) yani Lut peygamberden bahsediliyor olması boşuna değildir. Yani zaten mitolojimiz babasıyla birlikte olan bir kızla ilgiliyken bu ayetlerin öncesinde karşıma Lut'un hikayesinin çıkıyor olması o da mı bir tesadüftür? Ayrıca ayetlerin devamında "Yunus" hikayesinden birden Allah'ın çocuğu olup olmaması muhabbetine geçiyor olması da boşuna değildir.

Size veya mu'MİN'lere göre bunlar birbirinden farklı konularmış gibi gözükebilir ama benim açımdan aslında ortada öyle daldan dala zıplama veya farklı konulardan bahsetmek yok, bu üç konuda birbiriyle ilgili ve bağlantılı konular.
 
Ek-3:
 
Gerçekte Meryem ve İsa'nın doğumunun anlatıldığını iddia ettiğim Saffat Suresinin ayetleriyle ilgili olarak Kurtubi'nin tefsirinde şüphelerimi destekleyecek ifadeler geçiyor:

Yunus' (a.s.)'ın Balığın Karnındaki Durumu:

- "Taberî'nin rivayetine göre Ebu Hureyre şöyle demiştir: Rasûlullah (sav) bu­yurdu ki: "Şanı yüce Allah Yunus'u balığın karnında hapsetmeyi murad edince, balığa onu al, fakat etini çizme, kemiğini kırma, diye vahyetti. Ba­lık onu aldı, sonra karnında olduğu halde denizdeki yerine kadar indirdi. De­nizin dibine ulaşınca, Yunus bir ses işitti. Kendi kendisine: Acaba bu ne? di­ye sordu. Şanı yüce Allah balığın karnında olduğu halde ona: Bu denizde­ki canlıların teşbihidir, diye vahyetti. Bunun üzerine o da balığın karnında olduğu halde teşbih etti. Melekler de onun teşbihini işittiklerinde: Rabbimiz, biz alışılmadık bir yerde zayıf bir ses duyuyoruz dediler. Yüce Allah şöyle buyurdu: Bu benim kulum Yunus'tur. Bana karşı geldi. Ben de onu deniz­de balığın karnında hapsettim. Melekler dediler ki: Her gün ve her gece ken­disinin salih ameli sana yükselen o salih kul mu, diye sordular, yüce Allah: Evet diye buyurdu. O vakit ona şefaatte bulundular, yüce Allah da balığa bu­yurduğu gibi "hasta olduğu halde" kıyıya bırakmasını emretti. Yüce Allah'ın kendisini nitelendirdiği hastalığı da, balığın onu sahile et ve kemiği yaratıl­mış, yeni doğmuş küçük bir çocuk gibi bırakması idi."

- "Said b. Cübeyr de İbn Abbas'tan dedi ki: Balık onu deniz kıyısında bir ye­re bıraktı. Onu hilkatinde hiçbir eksik olmayan, yeni doğmuş bir bebek gi­bi bıraktı."

Ek-4:

Konumuza hadisler açısından da bir ilavede bulunmak istiyorum. Hadislerin güvenirliği kuşkusuz tartışılır ama hadislerin tamamı yanlıştır demek ne kadar doğru olur bilemiyorum. Bir hadiste peygamberin şöyle söylediği ifade ediliyor.

“Halanız olan hurma ağacına saygı gösteriniz! Çünkü, ilk hurma ağacı, Âdem aleyhisselâmın çamuru artıklarından yaratıldı”
Bu hadiste açıkça bir ağacın “kadın” olduğu söyleniyor. Peki hangi ağaçtır bu ağaç, hurma ağacı. Meryem’in doğum öncesi yanına gittiği ağaçtır bu.

Hadisin devamında ise hurma ağacı ile Adem’in yaratılışı arasındaki ortaklığa dikkat çekiliyor. Adem’in yaratılışıyla benzerlik taşıyan kimdi peki? İsa.

“Doğrusu Allah katında İsa'nın misali Adem'in misali gibidir. Onu topraktan yarattı."(Âl-i İmran, 3/59)
Başından beri anlatmaya çalıştığım Myrhha ile Meryem arasındaki mitolojik bağlantıyı yukarıdaki hadis çok güzel özetliyor.
 
Ek-5 :
 
Ek-1'de Saffat Suresi 145. ayetini ele alarak bu ayetin öncesi ve sonrasında anlatılanların Yunus peygamber değil aslında “hamile” bir kadına (Meryem’e, daha doğru bir ifadeyle onun mitolojik kökeni olan hamile Myrrhaa’ya) ilişkin olduğunu ileri sürmüştüm.

Önceki ayetlerden Saffet Suresi 140. ayetine de bakmakta fayda var:

1. iz : olduğu zaman, olmuştu
2. ebeka : kaçtı
3. ilâ el fulki : gemiye
4.el meşhûni : dolu

“O dolu bir gemiye kaçmıştı.”

Bu ayette geçen “dolu (meşhuni)” kelimesi dikkat çekiyor. Bu kelime bu ayetin dışında Kuran’da iki yerde; Yasin Suresi 41. ve Şuara Suresi 119. ayetlerinde geçiyor:

Yasin -41:

1. ve âyetun : ve bir âyet
2. lehum : onlar için
3. ennâ : nasıl
4. hamelnâ : taşıdık
5. zurriyyete-hum : onların zürriyeti
6. fî el fulki : gemi içinde, gemide
7. el meşhûni : dolu

Dikkat ederseniz yukarıdaki ayette “dolu” gemiden bahsederken “zürriyetin taşındığından” bahsediliyor. "Taşımak” olarak geçen kelime; “hamelna”. Bu kelime Meryem Suresi 27. Ayetinde Meryem’in İsa’yı kucağında taşıdığından bahsederken de geçiyor. Zaten bildiğimiz “hamile” kelimesi “hamelna” kelimesi ile aynı kökten geliyor. Örneğin Talak Suresi 6. ayetinde aynı kökten gelen “hamlin” kelimesi “hamile” olarak geçer.

İşin içinde bir de “zürriyet” mevzusu olunca bu ayette geçen “taşımak (hamelna)” kelimesinin aslında hamileliği kastettiği daha da açıkça ortaya çıkıyor. Bu işe aracılık edense “yüklü bir gemi”; bunun millete öğretildiği gibi eşya ile tıka basa dolu bir gemi manasına geldiğine hiç ihtimal vermiyorum.

Bir sonraki ayete bakalım:

Yasin -42:

1. ve halaknâ : ve biz yarattık
2. lehum : onlar için
3. min misli-hi : onun benzerinden, onun gibi
4. mâ yerkebûne : bindiğiniz şeyler

“Ve onlar için, onun benzerinden (gemi gibi) binecekleri şeyler yarattık.”

Bu ayetin çevirisini yaparken parantez içerisinde “gemi gibi” ifadesinin eklenmiş olması çok komik. Çünkü bir önceki ayette “dolu bir gemide taşınmak” söz konusu iken bir sonraki ayette Allah’ın birden bire “benzer gemilerin yaratıldığından bahsediyor olması“ çok garip kaçıyor. Sonuçta insan elinden çıkan gemilerle ilgili Allah’ın “yarattık” demesi de ayrı bir mevzu.

İşin doğrusu bu ayette anlatılan “yaratmanın” bir önceki ayette bahsi geçen “hamilelikle” ilgili olmasıdır, yoksa ayette de yer almadığı gibi sonraki bu ayetin de gemilerle felan bir ilgilisi bulunmamaktadır.

Son olarak bu ayette geçen “bindiğiniz şeyler (ma yerkebune)” kelimesine de dikkat çekmek istiyorum. Bu kelime “üst üste olan (muterakiben)” kelimesi ile aynı kökten gelen bir kelime. “üst üste olan (muterakiben)” kelimesi Enam Suresi 99. ayetinde “hurma ağacının” tanelerinin üst üste oluşundan bahsederken geçer. Dönüp dolaşıp yine ağaca (Meryem’in doğum sancılarına merhem olan hurma ağacına) geliyor olmak şaşırtıcı olmanın ötesinde tüm bu ayetlerin aslında özünde birbiriyle bağlantılı olup aynı mitolojik hikayenin ürünü olduğunu gösteriyor.

bir soru, en son Enam Suresi 99. ayeti dedik, bu ayetin devamında neden bahsediliyor peki?

Ek-1'de mealcilerin söylediğinin tersine Yunus peygamberin anlatılmadığını iddia ettiğim Saffat Suresi 145. ayetinden sonraki ayetler için şöyle demiştim:

“Daha sonrasında ise Allah’ın çocuk doğurması konusu ele alınıyor. Meryem Suresi’nde İsa’nın doğumu anlatıldıktan sonra da aynı şekilde Allah’ın bir çocuk edinmediği konusu işleniyordu.”

Evet, Enam Suresi 99. ayetinden sonraki ayetlerde de Allah’ın çocuk doğurması konusu ele alınır.

“Cinleri Allah'a ortak kıldılar. Onları da O yarattı. İlimleri olmaksızın, “O'nun oğulları ve kızları var” yalanını uydurdular. O Sübhan'dır, vasıflandırdıkları şeylerden yücedir.”

“Gökleri ve yeryüzünü örneksiz olarak yaratandır. O'nun nasıl oğlu olur ki, eşi olmamıştır. Ve herşeyi, O yarattı. Ve O, herşeyi bilendir.”