Turan DURSUN’un Zaman gazetesi ile yaptığı ancak gazetede hiçbir zaman yayınlanmayan röportajından:
"...örneğin tanrı'nın sekiz dağ keçisi üzerinde olduğunu söylüyor yazımın başlığı. bir taht var. onun üstünde, o sekiz dağ keçisi üzerinde onun üzerinde de tanrı. bugünün insanı bunu nasıl algılar? ancak mizah gibi gelir. oysa hadis aynen böyle. "alayemaniyeti avalin" diyor. yani sekiz dağ keçisinin üzerindedir. bu hadisler kütüb-u sitte'de yer alan hadislerden. öyle, islam dünyasında "bu hadis de ne oluyor?" denemeyecek türden hadisler. ve ben hadisleri de hep islam dünyasında en sağlam kabul edilenlerden aldım. ben hadisçi, fıkıhçıyım. bu hadis bilimine, yani bir hadis ne ölçüde doğru olur, ne ölçüde olmaz onu da bilirim, hadis tenkidini bilirim. dikkat ediyorum; sağlam hadislerin dışındaki hadislere yer vermiyorum. oysa pekala onları kullanabilirdim işime yarıyor diye. işe yarar diye bir şeyi kesinlikle almıyorum. ben din olayına son derece önem veriyorum. ama nasıl önem veriyorum? bir çevre sağlığına önem verenler nasıl önem veriyorlarsa, bir kansere önem verenler, nasıl önem veriyorlarsa, bir aids'e önem verenler nasıl önem veriyorlarsa, onlar gibi ama onlardan çok daha fazla, yani "insanlığın yaşamından artık bu çıkmalı" diyorum. onun için ciddilik veriyorum ve kesinlikle alay söz konusu değildir..."
Turan DURSUN’nun bahsetmiş olduğu “dağ keçileri" le ilgili hadis şöyle:
Hz. Abbas İbnu Abdilmuttalib (r.a.) anlatıyor:
"Batha nâm mevkide, aralarında Resûlullah (a.s.) 'ın da bulunduğu bir grup insanla oturuyordum. Derken bir bulut geçti. Herkes ona baktı. Resûlullah (a.s.):
"Bunun ismi nedir bileniniz var mı?" diye sordu.
"Evet bu buluttur!" dediler. Resûlullah (a.s.):
"Buna müzn de denir." dedi. Oradakiler:
"Evet müzn de denir." dediler. Bunun üzerine Resûlullah (a.s.):
"Anan da denir." buyurdu. Ashab da:
"Evet, anan da denir." dediler. Sonra Hz. Peygamber (a.s.):
"Biliyor musunuz, sema ile arz arasındaki uzaklık ne kadardır?" diye sordu.
"Hayır, vallahi bilmiyoruz!" diye cevapladılar.
"Öyleyse bilin, ikisi arasındaki uzaklık ya yetmiş bir, ya yetmiş iki veya yetmiş üç senedir. Onun üstündeki sema(nın uzaklığı da) böyledir."
Resûlullah (a.s.) yedi semayı sayarak her biri arasında bu şekilde uzaklık bulunduğunu söyledi. Sonra ilâve etti:
"Yedinci semânın ötesinde bir deniz var. Bunun üst sathı ile dibi arasında iki sema arasındaki mesafe kadar mesafe var. Bunun da gerisinde sekiz adet yabanî keçi (suretinde melek) var. Bunların tırnakları ile dizleri arasında iki semâ arasındaki mesafe gibi uzaklık var, sonra bunların sırtlarının gerisinde Arş var, Arşın da alt kısmı ile üst kısmı arasında iki sema arasındaki uzaklık kadar mesafe var. Allah, bütün bunların fevkindedir." [Tirmizî, Tefsir, Haâkka (3317); Ebû Dâvud, Sünnet 19, (4723); İbnu Mâce, Mukaddime 13, (193).]
Turan DURSUN’u şaşkına çeviren bu hadisteki peygamberin bahsetmiş olduğu “dağ keçisi” İslam’ın pagan köklerine işaret eden güzel bir örnek.
Hadiste Allah’ın “arşının” sekiz dağ keçisinin sırtında olduğu ifade edilmekte. Aşağıdaki linkte Turan DURSUN’un yine bu “sekiz dağ keçisi” mevzusuna değinmiş olduğu bir makalesi bulunmakta. Bu makalede Turan DURSUN Allah’ın “arşı” ile kast edilenin tıpkı krallara ait bir “taht” anlamına geldiğini belirterek önemli bir tespitte bulunmaktadır:
"Tanrı'nın Arşı" denince anlatılmak istenen "Tanrı'nın tahtıyla sarayı"dır ve ayetlerde Tanrı'nın buraya geçip kurulduğu bildirilir.
http://www.turandursun.com/forumlar/showthread.php?t=30058
Aynı makalede ifade edilen bir diğer önemli nokta ise Hud Suresi 7. ayetinde de bahsedildiği gibi Allah’ın arşının “suların” üzerinde olması idi. Dikkat edilirse “dağ keçisinden” bahseden hadiste de “bulutlara” değindikten sonra semanın ötesinde ve “sekiz dağ keçisinden” önce bulunan “denizden” bahsedilmektedir. Bu bilgilerin ışığında hadiste geçen Allah’ın Arşı (tahtı) - Su (deniz) - Dağ keçisi kavramlarının birbirleriyle irtibatlı olarak kullanılmakta olduğunu söyleyebiliriz.
“Dağ keçisi (ibex)” figürü Güney Arabistan’da yapılan kazılarda ve bulunan eserlerde karşılaşılan tarihi bir motiftir. Aşağıdaki makalede "dağ keçisi" figürüne en fazla rastlandığı belirtilerek bununla ilgili güzel örneklere yer verilmektedir.
“One of the best known iconographic elements of South Arabia is undoubtedly the ibex.”
http://faculty.ksu.edu.sa/archaeology/Publications/General/Ibex%20in%20Early%20South%20Arabian%20Art.pdf
Bu makalede yer alan tarihi eserlerden birisinde antik Nashshan’da bulunan bir "tahtın" ön ve arkasında dağ keçisi motifleri yer almaktadır. Hiçşüphesiz bu taht önemli bir kişiye muhtemelende bir tanrıya adanmış olmalıydı. Nashshan adlı antik yer öğrenebildiğim kadarıyla zamanında Sabilerin de hüküm sürdüğü Yemen’deki Al Sawda (Al Khariba) adlı bölgede yer almakta.
Aşağıdaki çizimler ise yine Güney Arabistan’da bir tapınak duvarından alınmış çizimler. Özellikle soldaki ilk çizim oldukça ilginç, çünkü dağ keçilerinin arasındaki dalgalı kısımlar tipik bir su motifini oluşturmakta. Sağdaki resimde ise yine aynı şekilde en altta gözüken dağ keçisinin boynuzunun üstünde aynı motif yer almakta. Adeta hadiste bahsi geçen dağ keçilerinin taşıdığı arş’ın tarifi yapılmış gibi.
http://langkjer.dk/origin/1-02.htm
(Her ne kadar ben “dağ keçisi” motifinin sonradan “Allah” olarak tapınılacak olan Güney Arabistan’da tapınılmış olan Tanrı Athtar’ın bir sembolü olduğunu düşünsem de, bu kaynakta “dağ keçisinin” Güney Arabistan’da geçmişte tapınılan ve “yağmur sağlayıcı” anlamına gelen Tanrı Ta’lab’ın bir sembolü olduğu belirtilmektedir. Tanrı adları farklı olsa da “yağmur ve su” vurgusu iki tanrı için de yapılan açıklamalarda ortak noktayı oluşturmakta.)
Dağ keçisi Güney Arabistan’da olduğu gibi İran’daki tarihi eserler içerisinde de sıkça rastlanılan bir motif. Aşağıdaki linkte bu konuya değinilirken “dağ keçisi” motifinin “su ve yağmuru” sembolize ettiğinden bahsedilmektedir.
“Every place water is running, you can see ibex patterns with the meaning of watering and wanting water and this describe the value and importance of water toward our ancient people.” http://www.iranrockart.com/index.php?p=7_9
Kısaca diyebiliriz ki geçmişte “dağ keçisi” ve “su” kavramları arasında yakından bir ilişki bulunmaktaydı. Bu ilişki hadiste bahsi geçen “bulut, deniz” ve “suların” üzerindeki Allah’ın “arşı” kavramları ile bir kez daha ortaya çıkmaktaydı.
Aşağıdaki tarihi eser de yine Yemen’de bulunmuş olan bir eser. Bu tarihi eserdeki “dağ keçisi” heykelinin altında Tanrıça Athirat’tan bahsediliyor olması önemli. (Tanrı Attar, Athtar, Asherah, İshtar bunlar aynı tanrının farklı bölgelerde almış olduğu adlardı.)
http://www.orientalstudies.ru/eng/images/pdf/a_frantsouzoff_2006.pdf
Tanrı Athtar geçmişte yıldızlara tapan “Sabilere” de ev sahipliği yapmış olan Güney Arabistan’da tapılmış olan bir tanrıdır. Sabah yıldızı (Venüs) ile sembolleşmiş olan bu tanrıya “yağmur ve su tanrısı” olarak tapılmaktaydı.
“Athtar also represented fertility and water as essential to fertility. When representing water he stood not just for the act of raining itself, but rather for the useful flow of the water after the rain, in the wadi, the Arabian watercourse which is dry except in the rainy season.”
http://en.wikipedia.org/wiki/Attar_(god)
Bu başlıkta “kütüb-u sitte”de yer alan bir hadisten hareketle daha önceki açtığım"Quran" bir yıldız veya bir tanrı adı mı?” ile bilhassa “Kuran'daki saklı hakikat!” adlı başlıklarda belirttiğim Kuran’daki “Allah”ın aslında Güney Arabistan kökenli “su ve yağmur” Tanrısı Athtar olduğuna farklı bir açıdan değinmeye çalıştım. Bir sonraki mesajımda bu konuyla alakalı bir hususa daha dikkat çekmeye çalışacam; hadiste geçen “dağ keçileri” acaba ayetlerde de geçiyor muydu?
"...örneğin tanrı'nın sekiz dağ keçisi üzerinde olduğunu söylüyor yazımın başlığı. bir taht var. onun üstünde, o sekiz dağ keçisi üzerinde onun üzerinde de tanrı. bugünün insanı bunu nasıl algılar? ancak mizah gibi gelir. oysa hadis aynen böyle. "alayemaniyeti avalin" diyor. yani sekiz dağ keçisinin üzerindedir. bu hadisler kütüb-u sitte'de yer alan hadislerden. öyle, islam dünyasında "bu hadis de ne oluyor?" denemeyecek türden hadisler. ve ben hadisleri de hep islam dünyasında en sağlam kabul edilenlerden aldım. ben hadisçi, fıkıhçıyım. bu hadis bilimine, yani bir hadis ne ölçüde doğru olur, ne ölçüde olmaz onu da bilirim, hadis tenkidini bilirim. dikkat ediyorum; sağlam hadislerin dışındaki hadislere yer vermiyorum. oysa pekala onları kullanabilirdim işime yarıyor diye. işe yarar diye bir şeyi kesinlikle almıyorum. ben din olayına son derece önem veriyorum. ama nasıl önem veriyorum? bir çevre sağlığına önem verenler nasıl önem veriyorlarsa, bir kansere önem verenler, nasıl önem veriyorlarsa, bir aids'e önem verenler nasıl önem veriyorlarsa, onlar gibi ama onlardan çok daha fazla, yani "insanlığın yaşamından artık bu çıkmalı" diyorum. onun için ciddilik veriyorum ve kesinlikle alay söz konusu değildir..."
Turan DURSUN’nun bahsetmiş olduğu “dağ keçileri" le ilgili hadis şöyle:
Hz. Abbas İbnu Abdilmuttalib (r.a.) anlatıyor:
"Batha nâm mevkide, aralarında Resûlullah (a.s.) 'ın da bulunduğu bir grup insanla oturuyordum. Derken bir bulut geçti. Herkes ona baktı. Resûlullah (a.s.):
"Bunun ismi nedir bileniniz var mı?" diye sordu.
"Evet bu buluttur!" dediler. Resûlullah (a.s.):
"Buna müzn de denir." dedi. Oradakiler:
"Evet müzn de denir." dediler. Bunun üzerine Resûlullah (a.s.):
"Anan da denir." buyurdu. Ashab da:
"Evet, anan da denir." dediler. Sonra Hz. Peygamber (a.s.):
"Biliyor musunuz, sema ile arz arasındaki uzaklık ne kadardır?" diye sordu.
"Hayır, vallahi bilmiyoruz!" diye cevapladılar.
"Öyleyse bilin, ikisi arasındaki uzaklık ya yetmiş bir, ya yetmiş iki veya yetmiş üç senedir. Onun üstündeki sema(nın uzaklığı da) böyledir."
Resûlullah (a.s.) yedi semayı sayarak her biri arasında bu şekilde uzaklık bulunduğunu söyledi. Sonra ilâve etti:
"Yedinci semânın ötesinde bir deniz var. Bunun üst sathı ile dibi arasında iki sema arasındaki mesafe kadar mesafe var. Bunun da gerisinde sekiz adet yabanî keçi (suretinde melek) var. Bunların tırnakları ile dizleri arasında iki semâ arasındaki mesafe gibi uzaklık var, sonra bunların sırtlarının gerisinde Arş var, Arşın da alt kısmı ile üst kısmı arasında iki sema arasındaki uzaklık kadar mesafe var. Allah, bütün bunların fevkindedir." [Tirmizî, Tefsir, Haâkka (3317); Ebû Dâvud, Sünnet 19, (4723); İbnu Mâce, Mukaddime 13, (193).]
Turan DURSUN’u şaşkına çeviren bu hadisteki peygamberin bahsetmiş olduğu “dağ keçisi” İslam’ın pagan köklerine işaret eden güzel bir örnek.
Hadiste Allah’ın “arşının” sekiz dağ keçisinin sırtında olduğu ifade edilmekte. Aşağıdaki linkte Turan DURSUN’un yine bu “sekiz dağ keçisi” mevzusuna değinmiş olduğu bir makalesi bulunmakta. Bu makalede Turan DURSUN Allah’ın “arşı” ile kast edilenin tıpkı krallara ait bir “taht” anlamına geldiğini belirterek önemli bir tespitte bulunmaktadır:
"Tanrı'nın Arşı" denince anlatılmak istenen "Tanrı'nın tahtıyla sarayı"dır ve ayetlerde Tanrı'nın buraya geçip kurulduğu bildirilir.
http://www.turandursun.com/forumlar/showthread.php?t=30058
Aynı makalede ifade edilen bir diğer önemli nokta ise Hud Suresi 7. ayetinde de bahsedildiği gibi Allah’ın arşının “suların” üzerinde olması idi. Dikkat edilirse “dağ keçisinden” bahseden hadiste de “bulutlara” değindikten sonra semanın ötesinde ve “sekiz dağ keçisinden” önce bulunan “denizden” bahsedilmektedir. Bu bilgilerin ışığında hadiste geçen Allah’ın Arşı (tahtı) - Su (deniz) - Dağ keçisi kavramlarının birbirleriyle irtibatlı olarak kullanılmakta olduğunu söyleyebiliriz.
“Dağ keçisi (ibex)” figürü Güney Arabistan’da yapılan kazılarda ve bulunan eserlerde karşılaşılan tarihi bir motiftir. Aşağıdaki makalede "dağ keçisi" figürüne en fazla rastlandığı belirtilerek bununla ilgili güzel örneklere yer verilmektedir.
“One of the best known iconographic elements of South Arabia is undoubtedly the ibex.”
http://faculty.ksu.edu.sa/archaeology/Publications/General/Ibex%20in%20Early%20South%20Arabian%20Art.pdf
Bu makalede yer alan tarihi eserlerden birisinde antik Nashshan’da bulunan bir "tahtın" ön ve arkasında dağ keçisi motifleri yer almaktadır. Hiçşüphesiz bu taht önemli bir kişiye muhtemelende bir tanrıya adanmış olmalıydı. Nashshan adlı antik yer öğrenebildiğim kadarıyla zamanında Sabilerin de hüküm sürdüğü Yemen’deki Al Sawda (Al Khariba) adlı bölgede yer almakta.
Aşağıdaki çizimler ise yine Güney Arabistan’da bir tapınak duvarından alınmış çizimler. Özellikle soldaki ilk çizim oldukça ilginç, çünkü dağ keçilerinin arasındaki dalgalı kısımlar tipik bir su motifini oluşturmakta. Sağdaki resimde ise yine aynı şekilde en altta gözüken dağ keçisinin boynuzunun üstünde aynı motif yer almakta. Adeta hadiste bahsi geçen dağ keçilerinin taşıdığı arş’ın tarifi yapılmış gibi.
http://langkjer.dk/origin/1-02.htm
(Her ne kadar ben “dağ keçisi” motifinin sonradan “Allah” olarak tapınılacak olan Güney Arabistan’da tapınılmış olan Tanrı Athtar’ın bir sembolü olduğunu düşünsem de, bu kaynakta “dağ keçisinin” Güney Arabistan’da geçmişte tapınılan ve “yağmur sağlayıcı” anlamına gelen Tanrı Ta’lab’ın bir sembolü olduğu belirtilmektedir. Tanrı adları farklı olsa da “yağmur ve su” vurgusu iki tanrı için de yapılan açıklamalarda ortak noktayı oluşturmakta.)
Dağ keçisi Güney Arabistan’da olduğu gibi İran’daki tarihi eserler içerisinde de sıkça rastlanılan bir motif. Aşağıdaki linkte bu konuya değinilirken “dağ keçisi” motifinin “su ve yağmuru” sembolize ettiğinden bahsedilmektedir.
“Every place water is running, you can see ibex patterns with the meaning of watering and wanting water and this describe the value and importance of water toward our ancient people.” http://www.iranrockart.com/index.php?p=7_9
Kısaca diyebiliriz ki geçmişte “dağ keçisi” ve “su” kavramları arasında yakından bir ilişki bulunmaktaydı. Bu ilişki hadiste bahsi geçen “bulut, deniz” ve “suların” üzerindeki Allah’ın “arşı” kavramları ile bir kez daha ortaya çıkmaktaydı.
Aşağıdaki tarihi eser de yine Yemen’de bulunmuş olan bir eser. Bu tarihi eserdeki “dağ keçisi” heykelinin altında Tanrıça Athirat’tan bahsediliyor olması önemli. (Tanrı Attar, Athtar, Asherah, İshtar bunlar aynı tanrının farklı bölgelerde almış olduğu adlardı.)
http://www.orientalstudies.ru/eng/images/pdf/a_frantsouzoff_2006.pdf
Tanrı Athtar geçmişte yıldızlara tapan “Sabilere” de ev sahipliği yapmış olan Güney Arabistan’da tapılmış olan bir tanrıdır. Sabah yıldızı (Venüs) ile sembolleşmiş olan bu tanrıya “yağmur ve su tanrısı” olarak tapılmaktaydı.
“Athtar also represented fertility and water as essential to fertility. When representing water he stood not just for the act of raining itself, but rather for the useful flow of the water after the rain, in the wadi, the Arabian watercourse which is dry except in the rainy season.”
http://en.wikipedia.org/wiki/Attar_(god)
Bu başlıkta “kütüb-u sitte”de yer alan bir hadisten hareketle daha önceki açtığım"Quran" bir yıldız veya bir tanrı adı mı?” ile bilhassa “Kuran'daki saklı hakikat!” adlı başlıklarda belirttiğim Kuran’daki “Allah”ın aslında Güney Arabistan kökenli “su ve yağmur” Tanrısı Athtar olduğuna farklı bir açıdan değinmeye çalıştım. Bir sonraki mesajımda bu konuyla alakalı bir hususa daha dikkat çekmeye çalışacam; hadiste geçen “dağ keçileri” acaba ayetlerde de geçiyor muydu?
EK-1:
Çok önemli bir noktaya daha dikkat çekmek istiyorum. İlk mesajımda linkini paylaştığım makalesinde Turan DURSUN şu bilgiyi veriyordu:
"Arş" Kur'an'da, türevlerinin dışında 26 kez geçer. 4'ü, "Sebe' (Saba) Kraliçesi"nin "tahü-sarayı" anlamında. (Bkz. Nemi: 23, 38,41, 42.) Biri, "Peygamber" Yusuf un "taht"ı. Mısır'da hükümdarken. (Bkz. Yusuf: 100.) Öbürleriyse Tanrı'nın. (Bkz. A'raf: 54; Tevbe: 129; Yunus: 3; Hûd: 7; RA'D: 2. ve öteki surelerdekiler.
"Arş" kelimesinin geçtiği yerlerden birisi Sebe Kraliçesiyle ilgili. Sebe Yemen'de bulunan bir bölgenen eski bir kabilenin adı. Burası ilk mesajımda belirttiğim dağ keçili motiflerle süslü "tahtın" bulunduğu topraklar. Genellikle "Allah"a ilişkin kullanılan "Arş" kelimesinin Kuran'da ayrıca Güney Arabistan, Yemen'e ilişkin bir bölgeyle ilgili olarak geçmesi şaşırtıcı olmasa gerek.
Daha çok Allah'a ait kullanılan tanımların Kuran'da geçtiği yerler aslında "Allah"ın taşıdığı sıfatlarla hangi topraklardan doğup geldiğini, gerçekte ne tanrısını olduğuna bizlere işaret ediyordu.
Peki Yusuf Suresi'ni nasıl açıklamak gerekiyor? Aynı şeyleri Yusuf Suresi için de söyleyebiliriz. Bu konuda "Kuran'daki saklı hakikat!" adlı başlığımda verdiğim şu bilgiyi paylaşmam sanırım açıklayıcı olacaktır:
"Athtar Sabah Yıldızı (Venüs) ile sembolleşmiş bir tanrıdır demiştik. Bu tanrının bir diğer adı da Kuran'da da geçen "el aziz"dir. Allah'ın adlarından biri olan bu tabirin onca Allah'la ilgili söylenmiş ayetlerin içerisinde Yusuf peygamberi kast ederek de kullanılmış olması boşuna değildir. Venüs aşkı, ihtirası ifade eder Yusuf'un hikayesinde de aşk, ihtiras, baştan çıkarma söz konusudur. Yine aynı şekilde Venüs gibi Yusuf'un da "güzelliği" meşhurdur, miraçta peygamberin göğün 3. katında (venüs) Yusuf ile karşılaşmış olmasından bahsedilmesi boşuna değildir. Güneş, ay ve yıldızların secde ettiği Yusuf'la ilgili ayetler Allah içinde söylenen "aziz" kelimesinin gerçekte Athtar (sabah yıldızı) ile ilgili olan bağlantısını bizlere verir."
Kısaca diyebiliriz ki asıl olarak "Allah"a ilişkin sarf edilen "arş" ve "aziz" kelimelerin Kuran'daki farklı kullanımları "Allah" adlı bu tanrının hem geldiği topraklara hem de ne tanrısı olduğuna işaret eder: Güney Arabistan'nın Sabah yıldızı (Venüs'u), "su ve yağmur" tanrısı Athtar.
EK-2 :
Bu "su" bağlantısı konusunda "Tarık Suresi" aslında bize herşeyi açıklıyor.
Şimdi ilkin şu bilgiyi tekrar edelim; İslam öncesi Güney Arabistan'da "su sağlayıcısı" olarak inanılan "Athtar" adında bir yağmur ve su tanrısı var. Bu tanrının önemli özelliklerinden birisi de "Sabah Yıldızı" ile ilişkili olması. İslam öncesi pagan inanışının en temel özellikleri şu şekilde:
Athtar - sabah yıldızı - su / yağmur
Kuran'daki Tarık Suresi topu topu 17 ayetten oluşan nispeten kısa bir sure. Bu surenin girişinde "tarık" adında bir "yıldıza" and içilmektedir. Bu yıldızın "sabah yıldızı" olduğu yönünde açıklamalar yapılmıştır mesela Elmalı tefsirinde ilk akala gelen "sabah yıldızı"dır demiştir. Bu giriş ayetlerinden sonra ilginç bir şekilde "insanın" yaratılmasına ilişkin olduğu söylense de "sudan (main)" yaratılma konusu işlenir (Tarık -6).
Bu ayetlerin devamında ise bu sefer "dönüşlü olan semaya" and içilmektedir (Tarık -11). Surenin başında "tarık'a ve göğe" and içilmişti bu sefer ise "dönüşlü olan göğe" and içilmekte. Bir nevi "tarık" ifadesinin yerini "dönüşlü" ifadesi almış gibi. Peki "dönüşlü (er rec'ı) gök" ne demek?
Kurtubi'nin tefsirinden aktaralım:
"Andolsun dönüşlü olan" yani yağmuru olan "semaya." Çünkü her yıl semadan ardı arkasına yağmur yağar. Genel olarak müfessirlcr böyle demişlerdir. Dilciler de Er-Rac’ "Dönüş" yağmur demektir, demişler ve suya benzettiği bir kılıcı nitelendiren el-Mütenahhil'in şu beyitini zikretmişlerdir:
"Su gibi beyazdır o, içerilere kadar işler. Kalabalıklar arasında (birisinin vücuduna) battı mı o yapayalnız kalır (görülmez olur.)"
el-Halil dedi ki: "Er-Rac’ " "Bizzat yağmur" demektir. Aynı zamanda bahar bitkisi anlamına da gelir. "Dönüşlü", faydalı anlamındadır diye de açıklanmıştır. Yağmura; "Evben" "Dönüş" denildiği gibi, bazan: "Rac’an" "Dönüş" de denilebilir
Diyanet de aynı görüşü esas alarak bu ayeti "yağmurlu göğe and olsun" şeklinde vermektedir. Bence Diyanet en kısa zaman içerisinde bu hatasında dönmeli. :) Çünkü diyebiliriz ki geçmiş pagan inancında var olan "sabah yıldızı - su" irtibatı Tarık Suresi'ndeki ayetlerde açıkça yer almaktadır. Sabah yıldızı olarak yorumlanan bir yıldıza and içtikten sonra "sudan yaratılma" ve "yağmurlu göğe and içme" muhabbetinin geçiyor olmasının başka bir açıklaması olabilir miydi bilmiyorum, bunlar tesadüfen bir araya gelmiş olan konular olamazdı.