"Tanrı adına işlenen cinayetlerin sayısı, şeytan adına işlenen cinayetlerin sayısından fazladır." Erica Jong
21 Ekim 2012 Pazar
Allah'ın kayıp yönleri!
En başta belirteyim yapacağım bu kıyaslamadaki maksadım tabi ki Tevrat savunculuğu falan yapmak değil. Sadece Kuran'daki bir anlatım eksikliğine daha dikkat çekmek istiyorum.
Allah Tevrat'ta sonradan kendisine İsrail adını verceği Yakup'a şöyle seslenir:
"Yeryüzünün tozu kadar sayısız bir soya sahip olacaksın. Doğuya, batıya, kuzeye, güneye doğru yayılacaksınız. Yeryüzündeki bütün halklar sen ve soyun aracılığıyla kutsanacak." (Yaratılış 28;14)
Görüldüğü gibi Allah'ın insanların "yayılmasından" bahsederken kullanmış olduğu yönler dört bir tarafı, doğu,batı ile kuzey ve güneyi de içermektedir.
Yeryüzünün yuvarlak oluşunu dikkate aldığımızda bu haliyle dört yönden bahsedilmiş olması mantıklı gözükmektedir. Çünkü dünya üzerinde sabit bir kaynak noktasını ele alırsak, bu noktanın doğusu ve batısındaki topraklarda yaşayan milletler olduğu gibi kuzeyinde ve güneyinde yaşayan milletler de bulunmaktadır. Haliyle yeryüzünün genelinden bahsederken dört bir yönden bahsediliyor olması normaldir.
Şimdi bir de Kuran'daki anlatımlara bakalım, maksat yine aynı; yeryüzünün tamamını kastetmek:
"Hor görülüp ezilmekte olan kavmi (İsrailoğullarını), toprağına bolluk ve bereket verdiğimiz yerin doğu ve batı taraflarına mirasçı kıldık. Rabbinin İsrailoğullarına verdiği güzel söz, onların sabretmeleri karşılığında gerçekleşti..." (Araf -137)
"Doğu da, Batı da Allah'ındır. Nereye dönerseniz Allah'ın yüzü işte oradadır. Şüphesiz Allah, lütfu geniş olandır, hakkıyla bilendir." (Bakara -115)
"Mûsâ, "O, doğunun da batının da ve ikisi arasındaki her şeyin de Rabbidir. Eğer düşünüyorsanız bu, böyledir" dedi." (Şuara -28)
"Allah göklerin ve yerin nurudur. Onun nurunun temsili şudur: Duvarda bir hücre; içinde bir kandil, kandil de bir cam fânûs içinde. Fânûs sanki inci gibi parlayan bir yıldız. Mübarek bir ağaçtan, ne doğuya, ne de batıya ait olan zeytin ağacından tutuşturulur..." (Nur -35)
"Doğuların ve Batıların Rabbine yemin ederim ki, şüphesiz onların yerine daha iyilerini getirmeye bizim gücümüz yeter..." (Mearic -41)
Kuran'da dünya sanki bir tek doğu ve batıdan, iki uçlu düzemsel bir yapıdan oluşuyormuş gibi sadece doğu ve batı kelimelerine yer vermektedir.
Her iki kitaptaki ayetlerde apaçık ortada, o zaman sormamız gereken soru şu; yeryüzünün genelinden bahsederken Tevrat'ta kullanılmış olan "doğu-batı ve kuzey-güney" ifadeleri mi daha doğru bir anlatımdır yoksa Kuran'da geçen sadece "doğu-batı" denmesi mi daha doğrudur?
18 Ekim 2012 Perşembe
Üç insan ve yola geliş!
Peygamber:
-Allah'ı bırakıp da taptıklarınızı gördünüz mü? Bana gösterin, yeryüzünden neyi yaratmışlardır? Yoksa göklerin yaratılışında onların bir ortaklığı mı var? Eğer doğru söyleyenler iseniz bundan önceki bir kitap, yahut bir bilgi kalıntısı olsun getirin bana! (Ahkaf 4)
-Allah, gökleri görebileceğiniz direkler olmaksızın yarattı. Yeryüzüne de, sizi sarsmasın diye sabit dağlar yerleştirdi ve orada her türlü canlıyı yaydı. Gökten de yağmur indirip orada her türden güzel ve faydalı bitki bitirdik. İşte Allah’ın yarattıkları! Haydi, Allah’ı bırakıp da taptıklarınızın yarattığını bana gösterin!.. (Lokman 11-12)
Zerdüşt:
-Benim de senin gibi kutsal bir kitabım var, adı "Avesta". Orada yazanlara ve benim inancıma göre bu dağları, gökten inen yağmuru ve canlıları, maddi manevi herşeyi tanrım Ahura Mazda yarattı. Çevrene bakıp gördüklerinin hepsi benim taptığım tanrının yarattıkları şeylerdir.
Hindu :
-Benim de kutsal metinlerim var, bunlar dünyanın en eski kutsal metinleridir, adı "Rig Veda". Orada yazılanlara göre dünyayı yaratan tanrılarım içerisinden Brahma'dır. Senin çevrende gördüğün herşey tanrım Brahma'nın tezahürleridir.
Peygamber:
-Ey zerdüşt,ey hindu! verdiğiniz cevaplar için teşekkür ederim. Sizin sayenizde birşeylerin gerçek olup olmadığını bilebilmek için geçmişten gelen bir kitap veya bir bilginin var olup olmadığını sormamın aslında yetersiz olduğunu anladım.
Kendi sözlerimin doğruluğunu iddia ederken bana inanmayanlardan yapamayacakları şeyler yerine aslında onların da benim gibi elde edebilecekleri veya iddia edebilecekleri şeyleri istemekteyim. Bunu istemek ne kadar mantıklı olabilirdi ki?
Ayrıca, benim de ispat edemediğim sadece sözde kalan "herşeyi benim tanrım yarattı" gibi lafların başka inanca sahip kişiler tarafından da iddia edilebileceğini öğrenmiş oldum.
Ey zerdüşt, ey hindu! ben tüm insanlığa seslendiğimi sanıyordum ama bu dünyada kitap nedir bilmeyen şu cahil, kitapsız arapların dışında meğer başka kitap sahibi insanlar da varmış.
Sanırım bu sözlerimi geri alıp, daha doğru ve daha evrensel bir şekilde yeniden söylemem gerekiyor:
-Allah'ı bırakıp da taptıklarınızı gördünüz mü? Bana onların yeryüzünden birşeyi yarattığını asla gösteremezsiniz. Göklerin yaratılışında da onların bir ortaklığı olamazdı. Doğru söylediğinize sizi inandıran ister geçmişten bir kitap olsun isterse bir bilgi kalıntısı, hepsi atlarınızın yanılgısıydı! (Ahkaf 4 / modified)
-Allah, gökleri hiçbir direkle ulaşamayacağınız bir derinlikte yarattı. Yeryüzünden de, sizi sarsın diye dağlar yükseltti ve orada her türlü canlıyı barındırdı. Gökten de yağmur indirip orada her türden güzel ve faydalı bitki yetiştirdi. İşte Allah’ın yarattıkları! Haydi artık, Allah’ı bırakıp taptıklarınızın hiçbirşey yaratmadığını görün!. (Lokman 11-12 / modified)
-Allah'ı bırakıp da taptıklarınızı gördünüz mü? Bana gösterin, yeryüzünden neyi yaratmışlardır? Yoksa göklerin yaratılışında onların bir ortaklığı mı var? Eğer doğru söyleyenler iseniz bundan önceki bir kitap, yahut bir bilgi kalıntısı olsun getirin bana! (Ahkaf 4)
-Allah, gökleri görebileceğiniz direkler olmaksızın yarattı. Yeryüzüne de, sizi sarsmasın diye sabit dağlar yerleştirdi ve orada her türlü canlıyı yaydı. Gökten de yağmur indirip orada her türden güzel ve faydalı bitki bitirdik. İşte Allah’ın yarattıkları! Haydi, Allah’ı bırakıp da taptıklarınızın yarattığını bana gösterin!.. (Lokman 11-12)
Zerdüşt:
-Benim de senin gibi kutsal bir kitabım var, adı "Avesta". Orada yazanlara ve benim inancıma göre bu dağları, gökten inen yağmuru ve canlıları, maddi manevi herşeyi tanrım Ahura Mazda yarattı. Çevrene bakıp gördüklerinin hepsi benim taptığım tanrının yarattıkları şeylerdir.
Hindu :
-Benim de kutsal metinlerim var, bunlar dünyanın en eski kutsal metinleridir, adı "Rig Veda". Orada yazılanlara göre dünyayı yaratan tanrılarım içerisinden Brahma'dır. Senin çevrende gördüğün herşey tanrım Brahma'nın tezahürleridir.
Peygamber:
-Ey zerdüşt,ey hindu! verdiğiniz cevaplar için teşekkür ederim. Sizin sayenizde birşeylerin gerçek olup olmadığını bilebilmek için geçmişten gelen bir kitap veya bir bilginin var olup olmadığını sormamın aslında yetersiz olduğunu anladım.
Kendi sözlerimin doğruluğunu iddia ederken bana inanmayanlardan yapamayacakları şeyler yerine aslında onların da benim gibi elde edebilecekleri veya iddia edebilecekleri şeyleri istemekteyim. Bunu istemek ne kadar mantıklı olabilirdi ki?
Ayrıca, benim de ispat edemediğim sadece sözde kalan "herşeyi benim tanrım yarattı" gibi lafların başka inanca sahip kişiler tarafından da iddia edilebileceğini öğrenmiş oldum.
Ey zerdüşt, ey hindu! ben tüm insanlığa seslendiğimi sanıyordum ama bu dünyada kitap nedir bilmeyen şu cahil, kitapsız arapların dışında meğer başka kitap sahibi insanlar da varmış.
Sanırım bu sözlerimi geri alıp, daha doğru ve daha evrensel bir şekilde yeniden söylemem gerekiyor:
-Allah'ı bırakıp da taptıklarınızı gördünüz mü? Bana onların yeryüzünden birşeyi yarattığını asla gösteremezsiniz. Göklerin yaratılışında da onların bir ortaklığı olamazdı. Doğru söylediğinize sizi inandıran ister geçmişten bir kitap olsun isterse bir bilgi kalıntısı, hepsi atlarınızın yanılgısıydı! (Ahkaf 4 / modified)
-Allah, gökleri hiçbir direkle ulaşamayacağınız bir derinlikte yarattı. Yeryüzünden de, sizi sarsın diye dağlar yükseltti ve orada her türlü canlıyı barındırdı. Gökten de yağmur indirip orada her türden güzel ve faydalı bitki yetiştirdi. İşte Allah’ın yarattıkları! Haydi artık, Allah’ı bırakıp taptıklarınızın hiçbirşey yaratmadığını görün!. (Lokman 11-12 / modified)
Hangisi başarılı oldu, taşla gelen mi yaşla gelen mi?
Allah'ın birden fazla kutsal kitap göndermesiyle ilgili mümin arkadaşların en temel tezlerinden birisini eski kutsal kitapların zamanla değiştirilmiş olduğu iddiası oluşturmaktadır.
Her ne kadar son inen kitap Kuran'da daha önceki inen kitapların değiştirilmiş olduğu açıkça ifade edilmemiş olsa da Tevrat ve İncili'in değiştirlmiş olduğuna hemen hemen bütün müslümanlar inanmaktadır.
Kuran kendi indirilme gerekçesini daha önceki kitapların değiştirilmiş olması gerçeğine değil daha çok her kavme bir peygamber gönderilmiş olması durumuna bağlamaktadır. Geçen zamanla birlikte dünya üzerinde tanınan sayısız toplumun varlığı Kuran'ın bu iddiasını zayıflattıkça geçmiş kitapların değiştirilmiş olduğu iddiası daha fazla itibar görmeye başlamıştır.
Eğer Allah'ın yeryüzüne gönderdiği insanoğlunu yargılamasındaki temel kriter ilk insandan buyana aynı ise ve insanoğlu Allah'a inanıp, onun yolunda gidip gitmeyeceğine göre yargılanacaksa farklı zamanlarda inen kitaplardaki Allah ayetlerinin özünde bir olduğunu kabul etmek gerekmektedir. O zaman ortada peygamberlerin gündelik hayatlarında karşılaşmış oldukları olayları bir kenara bırakacak olursak, tüm indirilmiş kitapların özünde Allah'ın insanoğlundan istemiş olduğu temel yasalar bulunmaktadır.
Bu noktada sorulması gereken ise şudur; önemli olan insanoğlunun Allah'ın bu temel yasalarına inanıp inanmaması ise Allah bu yasaları bizlere daha güvenilir kaynaklar üzerinden ulaştıramaz mıydı? Allah'ın buyruklarının en kolay yoldan o zamanki toplumlara taşınması önemliyken en doğru haliyle daha sonraki toplumlara ulaştırılacak olması da önemli değil miydi?
Milattan binlerce yıl önce yaşamış olan putperest Sümerlerin abuk sabuk ilahileri, putperest Mısırlıların ölü gömme gelenekleri, biraz daha yakın bir tarihe gelecek olursak Orhun yazıtları v.s... bunlar o çağlarda yaşamış Allah'ın inkarcı kullarının zamana meydan okuyarak sonraki kuşaklara aktarmış oldukları deyim yerindeyse "taş" gibi gerçeklerden bahsetmektedir.
Bu putperstler önemli önemsiz onca bilgiyi en güvenilir sayılabilecek kaynaklar üzerinden geleceğe aktarmayı becerebilmişken Allah'ın temel yasaları neden farklı kitaplara bölünüp kalmış ve sürekli olarak yeniden yazılmak zorunda kalmıştır?
Adem'den bu yana insanoğlu aynı sınava tabi tutuluyorsa bu sınavın soruları neden birtek rüzgarda yırtılıp giden veya suda silinp kaybolan sayfalara mahkum edilmiştir, Allah'ın kendisi veye tebliğle görevli bir elçisi dahi bu putperestler kadar gerçekleri sonraki insanlığa aktarmayı neden becerememiş veya akıl etmemiştir?
Maksat o zamanki yaşananlardan bahsedip tüm insanlığa seslenmekse; Mısırdaki bir piramitin duvarlarına kazınmış olan binlerce yıllık yazılar Kabe'nin kılıflarına dikilmiş olan altın sırmalı yazılardan binlerce kat daha fazla gerçekçi ve başarılı olmuştur diyebiliriz.
Putperstlerin tanrıları kendi saçmalıklarını günümüze en sağlam kaynaklar üzerinden aktararak tarihten silinip gitmeyi adeta kaçınılmaz bir son olarak kendi elleriyle hazırlamışlardır. Bunun tersine semavi dinlerin tanrısı kendi safsatalarını böylesi sağlam ve değiştirilmez kaynaklara bağlamak yerine farklı kitaplar nezdinde değişimlere açık tutarak, biraz da bilinmezlik kılıfının altına saklayarak örtmeyi başarmıştır.
Eğer Allah putperest kulları kadar parlak bir fikre imza atıp sözlerini kağıtların yanı sıra taştan yazıtlara da yazdırtabilseydi belki de halen devam etmekte olan onca din savaşı yaşanmayacaktı. O zamanki çağların koşullarına baktığımızda Allah'ın tüm çağlara yönelik seslenişini sadece kağıttan sayfalara bağlamak yerine neden taş kitabelere de bağlamamış olduğunu sorgulamak gerekmektedir. Hele hele de karşımızda putperstlerin bu konuda başarılı sayısız örnekleri duruyorsa.
Konuya İlave:
Tanrının mesajı biz sonradan yaşamış olan insanlara şu an gelmiyor, bu mesajlar geçmişte gelmiş ve bitmiş. O zaman bize bu mesajların nasıl gelmiş olduğu ve bu mesajların kendi orjinalliklerine ne derecede bağlı olduğu çok büyük önem taşımalıdır.
Bir inanca sahip olduğunu söyleyen insanların elinde bu inançlarının esaslarını belirleyen kaynaklar var. Tüm bunlar varoluş tarihleri belli olmayan, ispatlanamayan daha doğrusu karbon testi gibi bilimsel yollarla yaşlarının bilinmesine dahi izin verilmeyen kaynak ve eserlerden oluşuyor.. en eski olduğu iddia edilen kuran ve hadis kitapları, kutsal emanetler v.s.
Diğer tarafta ise üstelik de binlerce yıl daha öncesinden günümüze kadar gelebilmiş olan Mısır tapınağının duvarlarında tanrı firavunun buyrukları yazılı durmakta.
Mantıklı veya değil, şimdi bunlardan hangisinin tarihi ve orjinaline olan bağlılığı konusunda daha fazla eminiz?
İçeriğinin saçma veya mantıklı olmasını bir kenara bırakalım, asıl mesele geçmişin bir mesajını en doğru şekilde sonraki nesillere iletmekse bunu daha iyi bir şekilde becermiş olan hangisi?
12 Ekim 2012 Cuma
Allah: "İsrailoğullarına sor...."
Bakara -211:
"İsrailoğullarına sor; biz onlara nice açık mucizeler verdik. Kendisine geldikten sonra kim Allah’ın nimetini değiştirirse, (bilsin ki) şüphesiz Allah, cezası pek çetin olandır."
İsra -101:
"Andolsun, biz Mûsâ’ya apaçık dokuz mucize verdik. İsrailoğullarına sor (sana anlatsınlar): Hani Mûsâ onlara gelmiş ve Firavun da ona, “Ben senin kesinlikle büyülendiğini zannediyorum ey Mûsâ!” demişti."
Bu ayetlerde, Allah'ın sor dediği kişiler Musa'nın mucizelerine tanıklık etmiş olan kişiler değil bu mucizeleri tıpkı başkaları gibi Tevrat üzerinden sonradan okuyup buna inanmış kişiler.
Allah'ın kendi söylediklerine peygamberin inanıp inanmayacağı konusunda bir şüphesi mi var ki onun gibi bazı şeyleri sonradan öğrenmiş kişilere onu göndermektedir?
Peygamber sorunca ne olacaktır peki? Tevrat'ı okuyup da Musa'nın mucizelerine yüzyıllar sonra inanan bu kişiler söyleyince mi mucizelerin Allah'ın dediği gibi gerçekten var olduğu ortaya çıkacaktır?
Allah "İsrailoğullarına sor" demek yerine "Ben Musa'ya 9 mucize verdim" deseydi ne olacaktı, peygamber çıkıp "ama İsrailoğulları 7 mucizeden bahsediyor" diye ona itiraz mı ederdi yoksa "herhalde Tanrım sen daha doğrusunu bilirsin" deyip buna itaat mı ederdi?
Herşeyi bilen ve var eden bir Allah ile ona inancı seçildiği günden beri eksiksiz olması gereken mübarek elçisi arasında neden bu tarz bir konuşma geçmektedir?
Böylesi bir konuşma ancak biz insanlar arasında geçebilecek türden bir konuşmadır. Bir insan bir başkasını kendi sözüne daha fazla ikna ettirmek istediğinde üçüncü bir tarafın da olaya katılmasını ister. Kitapta Allah'ı konuşturan Allah'ın kendisi değil de aslında bir insansa gayet doğaldır ki Allah ile elçisi arasındaki konuşma da soktaki iki insan arasındaki konuşma gibi olacaktır.
Bu sözler herşeyde ilk ve son söz sahibi olması gereken bir Tanrı'dan değil ancak birisine birşeyleri anlatırken inandırıcı olma kaygısı taşıyan bir insanın ağzından çıkmış olabilir.
İnsanlar için 6 günde yaratılan dünyada 150 milyon yıl kendi halinde yaşamış canlılar!
Kaf -38:
"Andolsun, gökleri, yeri ve ikisi arasında bulunanları altı günde yarattık. Bize bir yorgunluk da dokunmadı."
Bakara -29:
"O, yeryüzünde olanların hepsini sizin için yaratan, sonra göğe yönelip onları yedi gök hâlinde düzenleyendir. O, her şeyi hakkıyla bilendir."
Allah yer, gök ve ikisi arasındakileri 6 günde yaratmış. Burda gün olarak geçen arapça kelime "eyyâmin". Dünyanın oluşumuyla ilgili bilimsel veriler karşısında mealci tayfa bu kelimenin anlamını "gün" değil de "evre, devre" kelimeleriyle daha uzun dönemler kasdediliyormuş gibi çevirmeye kalkışmıştır.
Oysa bu kelime bizim bildiğimiz anlamdaki günler manasına gelmektedir. Aynı "eyyamin" kelimesinin geçtiği aşağıdaki ayette bu kelimenin "gün" manasına geldiği açıkça görülmekte:
"Zekeriya, “Rabbim! (çocuğum olacağına dair) bana bir alâmet ver” dedi. Allah da şöyle dedi: “Senin için alâmet, insanlarla üç gün konuşamaman, ancak işaretleşebilmendir. Ayrıca Rabbini çok an, sabah akşam tesbih et.”
Allah'ın herşeyi 6 günde yaratması Zekeriya'nın insanlarla 3 gün konuşmaması gibi oldukça kısa bir süre içerisinde olmuştur.
Yukardaki ikinci ayetimiz olan Bakara Suresi'nin 29. ayetinde ise Allah'ın yeryüzünde olan herşeyi insanlar için yarattığı söylenmektedir.
Madem herşey insanlar içindi ve bu yeryüzü ve gök 6 günde yaratılmıştı o zaman yeryüzünün geçmişine bir göz atmak gerek.
Dinozorlar, günümüzden yaklaşık 250 milyon yıl önce ortaya çıkmış olan ve 150 milyon yıl boyunca yeryüzü ve kara hayatına egemen olmuş olan dev yaratıklardır.
Dile kolay 150 milyon boyunca bu canlılar varolmuş. Şimdi üzerinde düşünülmesi gereken bir kaç husus bulunmakta.
İnsanlar için koca dünyayı onu da geçtik gökleri 6 günde yaratacaksın, sonra 6 günde yarattığın bu dünyada 150 milyon yıl boyunca dev canlıları besleyeceksin?
Buna tabi sanki petrol sadece bitki artıklarından değil de bir tek canlı artıklarından oluşmuş gibi dinozorların var olma sebebini petrolün varlığına bağlayanlar var. Sadece bitki artıkları olsaydı petrol olmayacak mıydı? Kaldı ki insanlık için dünyayı ve gökleri 6 günde yaratırken petrol için 150 milyon yıl beklemek yine de enterasan değil mi?
Her ne hikmetse tanrı kutsal kitaplarında herşeyin başlangıcı ve nice tarihsel olaylar hakkında bilgi verirken 150 milyon yıllık bir dönem hakkında en ufak bir söz dahi etmemektedir. Üstelik bu dev canlı fosillerinin sonraki kullarınca araştırılıp keşfedileceğini bildiği halde.
herşeyi insan için yarattım diyen ve herşeyin başına Adem peygamberi, bir "insanı" yerleştiren Tanrı, biz sonraki kuşaklara bir sürpriz hazırlamış ve şöyle seslenmiştir:
"Ey 21. yüzyılın kulları,
sizlere kitaplarımda bahsettiğim ve ilk yarattığım ademin soyuyla ilgili olarak en eski 3,5 milyon yıllık küçük başlı, uzun kollu deyim yerindeyse maymunumsu bir fosil (Lucy) bırakıyorum. Kitaplarımda hiç bahsetmediğim dev canlılarla ilgili olaraksa bolca bozulmamış kemik bırakıyorum. Dediğimi gizliyor demediğimi ortaya çıkartıyorum ki bana daha fazla güvenin ve varlığımdan şüphe etmeyin!" :)
Tanrının bu unutkanlığında kutsal kitap yazıcılarının dev fosillerden haberlerinin olmayışının payı herhalde büyük olmalı.
Ayrıca, "kitaplar bunu anlatmak zorunda değil" tarzındaki bir yaklaşım bu şüphenin ortadan kalkacağı anlamına gelmeyecektir. Söz konusu olan konu öyle basite alınabilecek olan bir konu değildir, tam tersine sonraki nesilleri meşgul edeceki, onların merakını artıracak olan tarnrının yarattığı canlılara ait 150 milyon yıllık bir döneme ilişkindir. Bugün bilimin bize söyledikleri öyle kitapta bahsi geçtiği gibi "6 günde dünyayı yarattım, ademle birlikte 3-5 hayvan daha yarattım ondan sonrası kim azdıysa onu helak ettim" şeklinde basit bir tarih değil.
Kaldı ki kitaplarda anlatılma zorunluluğu bulunmayan çok sayıda başka mevzular olduğu gibi sayısız tekrarlar bulunmaktadır. (Örneğin yüzyıllardır bir mağaranın içinde insanların zaten görmediği bir ortamda uyuya kalan "kıtmir" adlı köpeğin hangi pozisyonda beklediği ayetlerde anlatılmaktadır. Tabi şurası da var ki, kadınların ay haliyle küçük kızların tomurcuk memeleri ve peygamber eşlerinin dedikodularıyla meşgul olan bir kitaptan dünyadaki yaratılmış canlıların tarihiyle ilgili bu kadar ilgilenmesi de beklenmezdi.)
Bütün insanlığa rehber olduğunu iddia eden bir kitaptan beklenilen zaman geçtikçe kendisine yönelik şüphelerin artmasını önlemek olmalıdır, artmasını sağlamak değil.
Kutsal kitaplarda bahsi geçen hayvanlar, bir bedevinin hergün etrafında gördüğü sayılı hayvanlara kanarak tüm dünyada da sadece bu hayvanların var olduğunu ve onların da belli amaçlarla insana yardımcı olmak için yaratıldığı sanmasına benzer. Hayvanlar, ısınmak, yük taşımak veya yenmek için yaratılmıştır.
İnsanlığın fosiller üzerinden canlılar dünyasının geçmişiyle ilgili bilgisi ve keşfi hergeçen gün artmaya devam ederken, Kuran'ın tanrının yaratmış olduğu hayvanlarla ilgili verdiği bilgiler ne yazık ki devede kulak kalmaktadır.
Zümer -6:
"Sizi bir tek canlıdan yarattı; sonra o canlıdan onun eşini vücuda getirdi. Ve sizin için davarlardan sekiz çift indirmiştir..."
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)