İhlas Suresi'nin 3. ayetine farklı bir açıdan yaklaşmak istiyorum. Ayette Allah hakkında şöyle denilmekte:
"O, doğurmadı ve doğurulmadı."
Saffat Suresi'nin 152. ayeti ise şöyle:
"Allah doğurdu." Muhakkak ki onlar, kesinlikle yalan söyleyenlerdir.
her ne kadar bu ayetlerde Allah'ın "doğurmadığı" ifade edilsede Allah'ın "çocuk dünyaya getirmek, doğurmak" gibi kadınsı bir özelliğe göre bahsinin yapıldığını görüyoruz. Mesela ayetteki "O doğurmadı." ifadesi bir nevi şunu söylemek anlamına geliyor "Allah, hamile kalmadı." Zaten dişi olmayan birşeyin "özellikle" hamileliğinden bahsetmeye ne gerek var?
Ayetten anlıyoruz ki o çağda "Allah doğurdu" diyenler varmış, yani o dönemde Allah'ı bir "tanrıça" olarak görenler varmış. Böylesi bir inanca sahip olanlara karşı "Hayır yalan söylüyorsunuz, o hamile kalmadı." demek doğru bir söz gibi gözükse de bence biraz gereksiz daha doğrusu yetersiz bir söz.
Böylesi bir inanca sahip olanlara karşı Allah'ın ne dişi ne de erkek olduğunu söylemek varken neden sanki dişiliğini kabullenmiş gibi sadece "doğurup doğurmadığından" bahsediliyor? "Allah doğurmadı, hamile kalmadı" sözünün arakasında sanki Allah'ın dişiliği kabullenilmiş gibi bir durum var. Siz nasıl düşündünüz bilmiyorum ama bana öyle geldi.
peki neden Allah ile ilgili sadece "doğurup doğurmama" mevzusundan bahsedilmektedir. Bu sorunun cevabı Kuran'daki Meryem, İbrahim'in karısı Hacer gibi çocuğu olmayan yani "doğurmayan" kadınlarda saklı.
Kuran'da farklı adlarla geçiyor olsa da tıpkı doğurmayan Meryem ve Hacer gibi "doğurmayan, hamile kalmayan Allah" da aslında önceki "tanrıçaların" birer devamı.
"Tanrı adına işlenen cinayetlerin sayısı, şeytan adına işlenen cinayetlerin sayısından fazladır." Erica Jong
8 Ekim 2014 Çarşamba
5 Ekim 2014 Pazar
Kuran'daki "cariye" kim?
İslam inancı içerisinde "cariyelik" önemli bir konu. Cariye, yabancı ülkelerden kaçırılıp özgürlükten yoksun bırakılan, alınıp satılabilen, her konuda efendisinin isteklerine bağlı bulunan genç kadın anlamına gelmekte. İslamiyet öncesi Araplarda yaygın olan cariyelik sistemi Arapların İslamiyet'le tanışmalarından sonra da devam etmiş, Kur'an cariyelerin hak ve hukuku ile ilgili bazı durumları düzenlemiştir. Bu sistem İslam Devleti ve Osmanlı Devleti'nde 19. yüzyıl ortalarına kadar varlığını devam ettirmiştir.
Kuran'ın cariyelerin haklarına ilişkin düzenlemeler içerdiği her ne kadar söylensede bu düzenlemelerin bahsedildiği ayetlerde "cariye" kavramı aslında geçmemektedir. Bu ayetlerde geçen ifade "meleket eymanuhum (sağ elin sahip oldukları)" ifadesidir. Bu yüzden "cariyeler" konusunda İslama yöneltilen eleştiriler çoğu zaman "bu kelime Kuran'da geçmiyor" lafıyla söze başlanılarak savuşturulmaya çalışılmaktadır.
Kuran'da geçmediği iddia edilen bir kavram nasıl olmuştu da acaba yüzlerce yıl sonrasına kadar adını koruyabilmişti,,,, acaba gerçekten de Kuran'da "cariye" kelimesi hiç geçmiyor muydu?
Bence "cariye" kelimesi Kuran'da geçiyor. Aşağıdaki linkten Diyanet İslam Ansiklopedisi'ndeki "cariye" kavramına baktığımızda bu kelimenin Arapça şu şekilde yazılmış olduğunu görüyoruz: الجارية
http://www.diyanetislamansiklopedisi.com/cariye/
bu kelimeyi işaretsiz aynen alıp Kuran'da arattığımızda Hakka Suresi'nin 11. ayetinde geçtiğini görüyoruz:
إِنَّا لَمَّا طَغَى الْمَاء حَمَلْنَاكُمْ فِي الْجَارِيَةِ
"Şüphesiz, su bastığı vakit sizi gemide biz taşıdık"
arattığımız "cariye" kelimesinin aynısı olarak karşımıza çıkan kelime ayetteki "cariyeti" kelimesi olup "akıp giden, gemi" anlamında çevrilmektedir. Her iki kelime de Arapça aynı kökten, c-r-y kökünden geliyor. Ayrıca ayette "taşımak" anlamında geçen (hamelna (ha-mim-lam)) kelimesinin "hamile" kelimesi anlamında geçtiğini de belirtmek lazım.
Bu durum karşısında şöyle bir soru yöneltmemiz gerekiyor;
Eğer aynı kök ve yazım benzerliğini dikkate alırsak Kuran'ı yazdırtan (!) Allah neden Nuh'un "ağaçtan" gemisini diğer ayetlerde olduğu gibi "fulke (gemi)" gibi bir kelimeyle anmak yerine "cariye (sex kölesi)" gibi bir kelimeyle anmıştı, Nuh'un "ağaçtan" gemisinden neden bir "kadınmış" gibi bahsetmişti?
bunun bir sebebi olmalı....
25 Eylül 2014 Perşembe
Kuran'daki saklı "mür"!
Saba Melikesi (Belkıs, Queen of Sheba):
Saba Melikesi Belkıs, (Habeşçe Nigist Saba), günümüz Habeşistan (Etiyopya) veya Yemen'inin olduğu topraklarda hüküm sürdüğü farzedilen, tarih öncesi Saba Krallığı'nın (İbranice Sh'va veya Seba שבא, Arapça Saba veya Sebe سبأ, Habeşçe ሳባ) hükümdarıdır. Modern arkeoloji bu krallığın mevcudiyeti konusunda şüphecidir. Kitabı Mukaddes'te kraliçenin isminden bahsedilmez. Habeş kültüründe "bu şekilde değil, böyle değil" gibi anlamlara gelen Makeda ismiyle anılır. İslam kültüründe Belkıs olarak bilinir. Ayrıca bazı kaynaklarda Lilith, Nikaule veya Nicaula (Nikola) olarak da geçer.
Sonraki dönem Yahudi efsanelerinde Saba Kraliçesi bazı öykülerde Lilith olarak adlandırılmıştır. (Saba Melikesi – Lilithilişkisine dikkat!)
Hıristiyan tefsirlerinde:
Eski Ahit'teki Saba Melikesi öyküsünün tarihi ve metaforik boyutu, Hıristiyan tefsirlerinde özellikle vurgulanmıştır. Saba Melikesinin hikâyesi, bir Hıristiyan metaforu veanalojisi olarak kullanılır. Saba Melikesi'nin saflığı ve temizliği; 'Meryem'in habercisi' ve Mecusilerin (Magi, Yıldızbilimci) bebek İsa'ya getirdiği hediyeler ise (altın, buhur ve mür); Saba Melikesi’nin Süleyman'a götürdüğü üç hediyenin (altın, baharat ve değerli taşlar) birer yansıması' olarak tasvir edilir.
Kitabı Mukaddes’te Matta İncil’i 2. bölümünde Mecuslerin bebek İsa’ya getirdiği hediyeler: altın, buhur, mür (bir tür reçine). (İlgili bölüm: http://incil.info/kitap/Matta/2)
Traditional identities and symbolism
Apart from their names, the three Magi developed distinct characteristics in Christian tradition, so that between them they represented the three ages of (adult) man, three geographical and cultural areas, and sometimes other things. In the normal Western account, reflected in art by the 14th century (for example in the Arena Chapel by Giotto in 1305) Caspar is old, normally with a white beard, and gives the gold; he is "King of Tarsus, land of merchants" on the Mediterranean coast of modern Turkey, and is first in line to kneel to Christ. Melchior is middle-aged, giving frankincense from his native Arabia, and Balthazar is a young man, very often and increasingly black-skinned, with myrrh from Saba (modern south Yemen). Their ages were often given as 60, 40 and 20 respectively, and their geographical origins were rather variable, with Balthazar increasingly coming from Ethiopia or other parts of Africa, and being represented accordingly. Balthazar's blackness has been the subject of considerable recent scholarly attention; in art it is found mostly in northern Europe, beginning from the 12th century, and becoming very common in the north by the 15th.
http://en.wikipedia.org/wiki/Biblical_Magi
Balthazar, The Black Magi, 15.y.y
Bebek İsa’ya sunulan 3 hediyenin Hıristiyan geleneksel yorumuna baktığımızda bu üç hediye üç ayrı bölgeyi temsilen 3 kişi (Magi) tarafından getirilen hediyeler olarak tasvir edilmiştir. Yapılan bu tasvirlerde bu üç kişiden birisi olan ve Saba’dan (Yemen) getirilen “mür’ü” sunan kişi “Balthazar” adıyla anılmış olup bu kişi daha çok siyah tenli biri olarak belirtilmiştir. Mür’ü sunan Balthazar’ın öncelikle Etiyopya (Habeşistan) veya Afrika’nın bir başka ülkesinden olduğu ifade edilmiştir.
Yapılan geleneksel yorumlara ve aktarılan bilgilere bakıldığında “mür” ile “Saba (Yemen)” arasında bir ilişkinin olduğunu görmekteyiz. (Bazı tarihçilerin belirttiği gibi geçmişin Saba’sı olan bugünkü Yemen topraklarını geçmişte Etiyopya (Habeşistan) topraklarının Asya’da kalan bir parçası olarak düşünebiliriz.)
[COLOR="rgb(65, 105, 225)"]The kingdom of Saba was famous for frankincense and myrrh. Frankincense and myrrh ranked alongside gold for trade and as gifts for a king. (Isaiah 60:6; Jeremiah 6:20). The kingdom of Saba is combined with Ethiopia and in Psalm 72:10.
http://christianselfstudy.com/moodle...iew.php?id=229[/COLOR]
Saba Melikesi’nin Süleyman’a sunduğu hediyelerin daha sonradan bebek İsa’ya sunulan hediyelerin birer yansıması olarak yorumlandığını belirtmiştik. Bu yorum bize bebek İsa’ya sunulan “altın, buhur ve mür”ün Saba Melikesi ile olan ilişkisini sunuyordu. Bu hediyeler içerisinden özellikle “mür”ü sunan kişiye ilişkin “Saba-Yemen-Etiyopya” yorumu ise “mür” ile bu topraklar arasındaki ilişkiyi daha açık bir şekilde ortaya koyuyordu.
Mür nedir?
Mür (Arapça: murr مر), özellikle Yakın Doğu'da ilaç yapımında ve parfümeride yararlanılan, kokulu, yapışkan bir reçine türüdür. Mür sözcüğü, acımsı anlamına gelen Arapça “murr” sözcüğünden gelir. Geçmiş yüzyıllarda bazen altın kadar değerli sayılan ve kutsiyet atfedilen bu madde cenaze törenlerinde kullanılmıştır.
Bu konuda aşağıdaki başlığıma göz atmanızı öneririm, çünkü mitolojide “mür’ün (myrrha)” konu edildiği Myrhha ağacına dönüşen hamile “Myrrha” ve o ağaçtan doğan oğlu “Adonis” ile hurma ağacına sığınan hamile “Meryem” ve doğan oğlu “İsa” arasında bir ilişki söz konusudur. Bu ilişkiden dolayı diyebilirim ki “Mür” Kuran anlatımı içerisinde saklı duran ancak çok önemli olan bir kavramdır:
http://www.turandursun.com/forumlar/...ad.php?t=34295
Bu bilgilerden sonra Kuran’a geçebiliriz. Arapçada “mür ağacı” şu şekilde yazılmaktadır:
Mür ağacı: شجرة المر
Bu Arapça yazımında “mür” kelimesine denk gelen Arapça ifade: المر“mür” kelimesini karşılayan Arapça “المر “ kelimesini Kuran’da arattığımızda bu kelimenin Ra’d (Gökgürültüsü) Suresi’nin girişindeki “hurufu mukatta” harflere denk geldiğini görüyoruz.
Rad Suresi -1:
elif, lâm, mim, râ : المر
(Bu kelimenin neden Ra’d Suresi’nin girişinde yer aldığı ayrı bir başlık konusu yalnız şu kadarını söyleyebilirim ki Ortadoğu’nun geçmişteki en önemli tanrısı “Ba’al” fırtına ve gökgürültüsü tanrısı olup eşi “ağaç” ile semboliz edilen Tanrıça Asherah’tır. Cennetteki ağacın adı olan “Tuba” kelimesinin Ra’d Suresi’nde bir tek geçiyor olması da bu bağlamda dikkate alınabilir. Yukarıdaki Hıristiyan yorumlarında “mür’ü” sunan “Balthazar” adının kökenine ilişkin yapılan “may Baal preserve his life” iddiaları da yine aynı bağlamda dikkate alınabilir. Dediğim gibi “Ra’d Suresi” başlangıcında “mür” ifadesinin yer alıyor olması sebebiyle ayrıca değerlendirmeye alınmalıdır. Bu yaklaşım ne olduğu tam açıklanamamış olan hurufu mukatta harflere ilişkin yeni bir bakış açısı da sunabilir.)
“mür” kelimesini karşılayan Arapça “المر “ kelimesinin geçtiği Kuran’Daki bir diğer kelime ise “mur’seline (gönderilen, resul)” kelimesidir.
Mur’seline: الْمُرْسَلِينَ
Bu kelime “ra – sin – lam” kökünden geliyor ve Kuran’da yukarıdaki gibi “isim (noun)” olarak toplam 342 kez geçiyor.
6 times as the noun risālāt (رِسَٰلَٰت)
4 times as the noun risālat (رِسَالَة)
332 times as the noun rasūl (رَسُول)
http://corpus.quran.com/qurandiction...=rsl#(37:181:3)
ne ilginçtir ki bu 342 kelimenin 341 kez kullanımı “gönderilen, resul” anlamında doğrudan Allah ile onun gönderdikleriyle ilgiliyken, sadece 1’inde Allah’ın dışındaki birisiyle ilgili olarak geçiyor. Bu istisnai durum Neml Suresi’nin 35. ayetinde geçiyor:
“(Saba Melikesi) Ben onlara bir hediye gönderip, resullerin (murselune) ne haber ile döneceklerine bakacağım.”
“mür” kelimesinin Arapça yazımından hareketle şüphelenmiş olduğumuz ve içinde bu kelimeyi barındıran Kuran’daki “mur’seline” kelimesini dikkate aldığımızda deyim yerindeyse karşımızda Allah’ın bir alternatifi olarak Saba Melikesi çıkıyor; bir tarafta Allah’ın resulleri diğer tarafta Saba Melikesi’nin resulleri. Ayette Saba Melikesi'nin sunduğu "hediyelerden" bahsediliyor olmasına ise ayrıca dikkat etmenizi isterim. Hıristiyan yorumunda Saba Melikes'nin sunduğu hediyeler daha sonra Meryem'e sunulan ve içinde "mür"ün de olduğu hediyelerin geçmişteki bir yansıması olarak ele alınıyordu. Kelime benzerliğinin yanı sıra anlam ve içerik benzerliğinin de söz konusu olması "mur'seline" kelimesinin gerçekte ve özünde "mür" kelimesi ile ilişkisi olduğuna dair şüphemi haklı kılıyor.
En başta değinmiş olduğum “Mür - Saba (Yemen/Etiyopya) - Saba Melikesinin hediyeleri” ilişkisinin varlığını dikkate aldığımızda; Kuran’daki “mür” kelimesinin içinde yer aldığı kelimelerin istisnai kullanımı da adeta bu ilişkinin varlığına işaret etmektedir.
Bu istisnai durumu dikkate aldığımızda Kuran’da geçen “mur’seline” kelimesi ile asıl kast edilenin aslında adı “Allah” olarak anılıyor olsa da Saba Melikesi veya Lilith hatta Asherah gibi geçmişten gelen bir “tanrıça” olabileceği bence unutulmamalıdır. Ayrıca "mur'seline" kelimesinde olduğu gibi "mür" kelimesinin saklı olduğu Kuran'da başka önemli kelimeler de bulunmaktadır.
Ek-1:
İlk mesajımda önemini bahsetmiş olduğum “mür” ile ilgili olarak birkaç bilgi daha paylaşmak istiyorum.
Mür Taşıyıcısı Mecdelli Meryem:
Mecdelli Meryem veya Magdalalı Meryem (Batılı dillerde: Maria veya Mary Magdalene/Magdalena), Yeni Ahit'e göre İsa'nın takipçilerinden biri. Markos ve Yuhanna İncillerine göre, öldükten ve gömüldükten sonra dirilen İsa'yı ilk gören kişidir. 22 Temmuz,Hıristiyanlıkta Aziz Mecdelli Meryem Günü'dür.
Mecdelli Meryem'in, Celile'nin Tiber Gölü kıyısındaki "Mecdel Nunayya" kasabasından olduğuna inanılır. Luka İncili'ne göre İsa onu kötü ruhlarından arındırmıştır.
Luka İncili'ne göre İsa bir gün Ferisilerden Simun'un evine yemeğe gider. Yemek esnasında kentte günahkâr olarak bilinen bir kadın odaya girer ve İsa'nın ayaklarını gözyaşları ile ıslatıp saçları ile siler. Daha sonra güzel kokulu bir yağ ile ovar. Simun, "Bu adam peygamber olsaydı, kendisine dokunan bu kadının kim ve ne tür bir kadın olduğunu, günahkâr biri olduğunu anlardı," der. İsa Simun'a kısa bir öykü anlatır ve sonrasında kadının diğerlerinden çok olan günahlarını bağışladığı için onun da kendisini diğerlerinden daha çok sevdiğini söyler. Daha sonra kadına "Günahların bağışlandı ... İmanın seni kurtardı, esenlikle git," der. Luka İncili'nde bahsedilen bu günahkar kadının Mecdelli Meryem olduğu kabul edilir.
Maria Magdalena ya da Mecdelli Meryem hakkındaki bir diğer inanışa göre, İsrail'de fahişelik yaptığı gerekçesiyle taşlanan Meryem'e İsa yardım eder. İsa, kadını linç etmek için toplanan kalabalığa Hiç günahım yok diyen devam etsin der ve bunun üzerine öfkeli kalabalık dağılır. Daha sonra Meryem tövbe ederek Hıristiyanlığı benimser ve bir azize olur.
http://tr.wikipedia.org/wiki/Mecdelli_Meryem
Mecdelli Meryem'e verilen ünvanlar:
1) Elçilere gönderilmiş Elçi: Elçiler, Mesih'in dirilişini tüm dünyaya duyurmak için görevlendirilmişlerdir; oysa Meryem, Rabbin dirilişini 11 elçiye bildirmek üzere görevlendirilmiştir. Bu sebepten o, elçilere gönderilmiş elçidir.
2) Elçilere denk: Ortodoks Kilisesi, Mecdelli Meryem'i 12 elçiye eşit sayar; çünkü o dirilişi ilan etmesi için bizzat Rab tarafından görevlendirilmiş ve gönderilmiş ilk elçidir.
3) Mür taşıyıcı: Mecdelli Meryem, Rabbin bedenine sürmek ve Yahudi gelenekleri uyarınca Mesih'i mümkün olduğunca çok onurlandırmak için mür ve hoş kokulu baharatlar almıştır. Bu yüzden Mecdelli Meryem'in mür taşıyıcısı olarak adlandırılması uygundur; zira iki İncil yazarı da Mecdelli Meryem'i Mesih'in bedenine mür süren kadınların ilki olarak göstermiştir. Üstelik bir başka İncil yazarı, onu bu asil işi gerçekleştiren tek kadın olarak tanımlamıştır (Matta 28:1, Markos 16:1 ve Yuhanna 20:1).
http://www.oodegr.com/tourkika/synak..._magdalini.htm
"The Magdalene is not, at any point in any of the Gospels, said to be a prostitute. When she is first mentioned in the Gospel of Luke, she is described as a woman ‘out of whom went seven devils’. It is generally assumed that this phrase refers to a species of exorcism on Jesus’ part, implying the Magdalene was ‘possessed’. But the phrase may equally refer to some sort of conversion and/or ritual initiation. The cult of Ishtar or Astarte - the Mother Goddess and ‘Queen of Heaven’ - involved, for example, a seven-stage initiation (the seven veils). Prior to her affiliation with Jesus, the Magdalene may well have been associated with such a cult.
Migdal, or Magdala, was the ‘Village of Doves’, and there is some evidence that sacrificial doves were in fact bred there. And the dove was the sacred symbol of Astarte.” Baigent, Leigh & Lincoln, The Holy Blood and the Holy Grail”
“Mür” taşıyıcısı Mecdelli Meryem ile ilgili olarak yukarıdaki kaynakta da ifade edildiği gibi bu "günahkar" kadının İshtar ve Astarte (Ashara) gibi Ana Tanrıça kültünün bir devamı olduğu ifade edilmektedir. Bu yüzden Kuran’da izini belirtmeye çalıştığım “mür” kelimesi önemli, bu kelimeyi geçmiş Ana Tanrıçalar’la bağlantılı olabileceği düşüncesiyle dikkate almak gerekiyor. Dikkatli incelendiğinde Kuran’daki “mür” kelimesi bizi bu tanrıçalara götürecektir.
Ek-2:
Meryem 27:
“Böylece onu taşıyarak kavmine getirdi. (Kavmindekiler) dediler ki: “Ey Meryem! Andolsun ki sen, acayip (kötü) bir şey yaptın.”
Bu ayette Meryem’in “kavminden” bahsederken geçen Arapça kelime şu şekildedir:
Kavme-ha : kavmine : قَوْمَهَا
bu kelimeyi Kuran'da arattığımızda bir ayette daha geçtiğini görüyoruz;
Neml Suresi'nin 24. ayeti:
"Onu ve kavmini Allah'ın yerine güneşe secde ederken buldum. Ve şeytan, onlara yaptıklarını süslemiş ve böylece sebîlinden (yolundan) men etmiş. Bu sebeple onlar hidayette değiller."
kavme-ha: وَقَوْمَهَا
bu ayette "kavminden" bahsedilen kişi Sebe Kraliçesi'dir. Kısacası Kuran'ı yazdırtan Allah yüzlerce kez kullandığı "kavmi" kelimesi içerisinde Meryem'in kavmi ile Sebe Kraliçesi'nin kavmini aynı yazımla, aynı şekilde bahsetmiştir. Bu benzerlik aslında Kuran'ın zamanla değiştirilmemiş olan özünden geriye kalan bir ipucudur.
Kuran'daki bu yazım benzerliği Hıristiyanlarca Sebe Kraliçesi ile Meryem arasında kurulan ilişkinin somutlaşmış halidir. Saba Melikesinin hikâyesi, bir Hıristiyan metaforu ve analojisi olarak kullanılır. Saba Melikesi'nin saflığı ve temizliği; 'Meryem'in habercisi'dir.
Sebe Kraliçesi ile Meryem'in kavimlerinin yazım şekilleri dahil aynı kelimelerle anılıyor olmasının gerçek sebebi ise bahsi geçen Meryem ile Sebe Kraliçesi'nin geldiği kaynağın aynı tanrıçayla (Asherah) ilişkili olmasıdır.
Ayrıca bence ayette adı geçen Meryem İcil'deki İsa'nı kötü günahlarından kurtardığı "mür" taşıyıcısı Mecdelli Meryem'dir (Maria Magdalena). Mecdelli Meryem'in günahının fahişelik olduğuna ilişkin yorumlar yapılmaktadır. Ayetteki "Andolsun ki sen, acayip (kötü) bir şey yaptın.” ifadesi de büyük ihtimalle böylesi bir günaha ilişkin söylenmektedir.
Mecdelli Meryem ile Musa ve Harun'un kızkardeşi olan Meryem (Miriam) arasında bir ilişki bulunmaktadır. İsa'nın günahkar Mecdelli Meryem'i günahlarından kurtardığı gibi (Luka 8:2) İsa'nın geçmişteki bir örneği olan Musa'da kızkardeşi Meryem'in günahlarının affedilmesini sağlamıştır (Çölde Sayım 12). (Mary Magdalene: The Image of a Woman Through the Centuries, Sayfa 37)
Ayette bahsi geçen Meryem'den kasıt Mecdelli Meryem olması ve Mecdelli Meryem ile Musa'nın kızkardeşi olan Meryem arasındaki ilişkiden, ilişki derken özünde bu kadınların aynı tanrıça ile bağlantılı olmasından dolayı, bir sonraki ayette İsa ile aynı dönemde yaşamadığı halde Meryem için "ey Harun'un kızkardeşi" denilmektedir.
Meryem 28:
Ey Harun'un (kız)kardeşi! Senin baban kötü bir adam değildi. Ve senin annen de azgın (iffetsiz) değildi.
"eğer ayette bahsi geçen Meryem İsa'nın annesi ise ona neden çok daha önce yaşamış olan Harun'un kızkardeşi denilmektedir?" sorusunun cevabı benim için bu şekildedir; ayette asıl bahsi geçen Meryem İncil'deki günahkar Mecdelli Meryem olup bu kişi de Harun ve Musa'nın kızkardeşi olan Meryem'le ilişkilidir.
Kuran'daki kelime seçimleri pagan köklü Hıristiyan yorumlarını somutlaştırmaktadır.
Mecdelli Meryem (Maria Magdalena) = Harun'un kızkardeşi Meryem (Miriam) = Sebe Kraliçesi
http://www.thenazareneway.com/Mary%2...ss%20Queen.htm
http://www.thenazareneway.com/MaryMa...nerorQueen.htm
21 Eylül 2014 Pazar
"21:92: Bu sizin ümmetinizdir..." bu kim?
Tüm Hıristiyanların Annesi Olarak Meryem Ana:
Ortodokslara göre Meryem Ana tüm Hıristiyanların annesidir. İlk Hıristiyanlar Yeni Ahit'in ilk dört bölümünden birisi olan Yuhanna İncili'ndeki anlatılanların altında yatan anlamları anlamaya çalışmış, İsa'nın havarisi Yuhanna'nın hayatını Hıristiyanların hayatı olarak yorumlamışlardır. İlk Hıristiyanlar Yuhanna İncili'nde bahsi geçen "İsa'nın sevdiği havari" lafını sadece Havari Yuhanna olarak değil aynı zamanda kendileri olarak da düşünmüşlerdir. İlk Hıristiyanlar Yuhanna İncilinde geçen;
"İsa, annesiyle sevdiği öğrencinin yakınında durduğunu görünce annesine, «Anne, işte oğlun!» dedi." (John 19;26)
ayetinde "oğul" diye geçen kişinin sadece Havari Yuhanna (John) olmadığını bildikleri gibi o kişinin annesi olarak geçen Meryem'i de kendilerinin annesi olarak benimsemişlerdir.
Ayrıca Yuhanna İncili'ndeki Esinlenme 12; 7. ayetindeki "kadının soyundan gelen ve Tanrı'nın buyruklarını yerine getirip İsa'ya tanık olacaklar" ifadesindeki kadın Meryem Ana, buyrukları yerine getirecekler ise o kadının çocukları olan Hıristiyanlar şeklinde yorumlanmıştır.
Mary as the Mother of all Christians
http://www.theorthodoxfaith.com/mary...ll-christians/
İslam'ın aslında ilk başlarda sapkın bir Hıristiyan Arap mezhebi olduğuna ilişkin ciddi iddialar bulunmaktadır. Bu iddialar kapsamında; Emevilerin hüküm sürdüğü ilk dönemlere ait sikkelerde Hıristiyan sembollerin olması, Kuran'da Muhammed'in adından çok İsa'nın adının anılması, Ortaçağ'da yaşamış Avrupalı tarihçilerce belirtilen Muhammed'in aslında kiliseye karşı çıkıp onunla yollarını ayıran bir kardinal olduğu gibi bilgiler dikkat çekicidir. Bu ara Muhammed'e ilk vahiy geldiğinde eşi Hatice'nin onu yaşlı bir Hıristiyan olan Varaka Bin Nevfel'e götürüp ondan peygamberlik müjdesini almış olduğunu, Muhammed'in baskılardan kaçınca ilk hicretlerini Hıristiyanlığın hüküm sürdüğü Habeşistan'a (Etiyopya) yapıp oraya sığındığını da hatırlamak gerekiyor.
İlk Hıristiyanların Meryem Ana'ya yakıştırmış oldukları "Tüm Hıristiyanların Anası" inanışı çerçevesinde İslam'ın aslında sapkın bir Hıristiyan Arap mezhebi olabileceği iddiasını da hatırda tutarak, Kuran'daki bazı ayetlere dikkat çekmek istiyorum.
Enbiya Suresi'nin 91. ayetinde Meryem'den bahsedildikten sonra bir sonraki ayette "muhakkak ki bu sizin ümmetinizdir." denilmektedir.
Enbiya 91-92:
Ve o (Hz. Meryem), ırzını korudu. O zaman Biz, ruhumuzdan onun içine üfledik. Onu ve oğlunu, âlemlere âyet (ibret) kıldık.
Muhakkak ki bu sizin ümmetiniz, tek bir ümmettir. Ve Ben, sizin Rabbinizim. Öyleyse Bana kul olun!
Aynı şekilde Mu'minun Suresi'nin 50. ayetinde Meryem'in oğlu ve annesinden yani Meryem'in kendisinden bahsettikten sonra da "muhakkak ki bu sizin ümmetinizdir." denilmektedir.
Mu'minun 50-52:
Ve Hz. Meryem oğlunu ve onun annesini âyet kıldık. Ve akan suyu olan ve barınmaya müsait yüksek bir tepeye, ikisini yerleştirdik.
Ey resûller! Tayyib yeyiniz. Ve salih amel yapınız. Muhakkak ki Ben, yaptığınız şeyleri en iyi bilenim.
Ve muhakkak ki bu sizin ümmetiniz, tek bir ümmettir. Ve Ben, sizin Rabbinizim. Öyleyse Bana karşı takva sahibi olun.
Meryem'den bahsettikten sonraki ayetlerde geçen "Bu sizin ümmetinizdir." ifadesindeki "ümmet" kelimesi tefsircilerce önceki ayetten kopuk bir şekilde "İslam dini" olarak yorumlanmaktadır. Oysa bence Meryem'den bahsedildikten sonra söz edilen bu "ümmet" kelimesi önceki ayetle kopuk olmayıp bu kelime ile kastedilen "Meryem Ana"dır.
Ayetlerde "ümmet" olarak geçen kelime Arapça hamza mim mim (أ م م) kökünden gelmekte olup bu kelime aynı zamanda Arapça "ümmi" yani "anne, ana" kelimesi ile aynı köktendir.
ümmet= hamza mim mim (أ م م)
ümmi(ana)= hamza mim mim (أ م م)
Kuran'nın İslam öncesi dönemlere ait metinlerdeki kelime ve kökler üzerinden yapılan değişiklikler sonucu zamanla elden geçirilerek son halini almış olduğunu iddia eden birisi olarak; Meryem'den sonraki ayette geçen "bu sizin ümmetinizdir." ifadesinin aslında "bu sizin ümminizdir (ananızdır.)" anlamında geçtiğine inanıyorum.
bu düşünce size oldukça iddialı gelmiş olabilir, kabul ediyorum ancak konuya birşey daha ilave etmek isterim.
Meryem'den sonraki ayetlerde geçen "bu sizin ümmetiniz, tek bir ümmettir." ifadesine biraz daha yakından bakalım.
Enbiya -92:
1. inne : muhakkak
2. hâzihî : bu
3. ummetu-kum: sizin ümmetiniz
4. ummeten : ümmet
5. vâhıdeten: tek
bu ayette "sizin ümmetinizdir" ifadesinden sonra dikkat ederseniz ummet kelimesi bir kez daha "ummeten (ümmet)" şeklinde geçiyor. Ümmet anlamındaki "ummeten" kelimesinin Arapçası şu şekilde:أُمَّةً
bilindiği gibi Kuran'ın ilk yazılı halinde hareke ve noktalama işaretleri bulunmuyordu.
(7. yüzyıla ait en eski Kuran nüshalarına bakmak için :
http://commons.wikimedia.org/wiki/Ca...s,_7th_century)
Hareke ve noktalama işaretlerinin eskiden olmadığını dikkate alarak yukarıdaki "ummeten (ümmet)" kelimesini Kuran'da arattığımızda aynı kelimenin başka ayetlerde "annesi" olarak geçtiğini görüyoruz; (28:13, 31:14, 46:15). Örnek bir kıyaslama yapacak olursak:
Enbiye 92: ummeten = ümmet = أُمَّةً
Ahkaf 15: ummu = annesi = أُمُّهُ
o zaman "ümmet" kelimesinin kökünden gitmeye gerek kalmadan "annesi" ifadesinin açıkça ayette geçtiğini dahi söyleyebiliriz.
Kısaca toparlayacak olursak, Meryem'den bahseden ayetlerden sonraki ayetlerde geçen;
1- "ümmet" kelimesi "ümmi (ana)" kelimesi ile aynı kökten olup "ümmi (ana)" kelimesi daha sonradan "ümmet" kelimesi şeklinde değiştirilerek, ayetin içeriği farklı bir manadaymış gibi gösterilmiş olabilir.
2- Kuran'ın harekesiz ilk yazılı halini dikkate aldığımızda Meryem'den bahseden ayetlerden sonra gelen ayetlerde "ummeten" kelimesi "annesi" kelimesi ile aynı şekilde yazılmış olacağından bu ayetlerde açıkça "annesi" ifadesinin geçmekte olduğu söylenebilir.
İslam'ın çakma bir Hıristyan Arap mezhebinden devşirme bir din olabileceğini dikkate almayan normal Kuran okuyucusu Meryem'den bahsedildikten sonraki ayetlerde geçen "Bu sizin ümmetinizdir, tek bir ümmet." ayetini hiç kuşkusuz önceki ayetten kopuk bir şekilde değerlendirecektir. Oysa ki Kuran'ın aslına ve onda geçen kelimelerin köklerini dikkate alan birisi sonraki ayetlerde kast edilenin tıpkı ilk Hıristiyanların Meryem Ana'ya inandığı gibi "Bu sizin ümminizdir (annenizdir), tek bir ümmi (anne)." olduğunu görecektir.
Meryem'den bahsedildikten sonraki ayetlerde "ana" kelimesi ile aynı kökten gelen bir kelimenin kullanılması, "annesi" kelimesi ile aynı yazılan bir kelimenin kullanılması ve bu kelimelerin "tekliğine" vurgu yapıp devamında Rabbe kul olunmasının istenmesi boşuna değildir. Meryem'den sonraki ayetlerde geçen "ümmetten" kastedilen ilk Hıristyanların düşündüğü gibi Meryem Ana'dır.
sizce Kuran'ı Allah adında bir tanrı yazdırsaydı, kök ve yazım şekliyle aynı anlama gelen kelimeleri bir arada kullanıp eski Hıristiyan babalarının Meryem Ana'ya atfettikleri bu tür inançlarına göz kırpar mıydı...,
yoksa İslamın kökenine ilişkin bu tür şüphelerin doğabileceğini bilip "bu sizin ümmetinizdir" ifadesini Kuran'ın başka bir yerinde veya farklı bir içerikte söylemek gibi, nerede neden bahsetmesi gerektiğini daha iyi mi ayarlardı?
20 Eylül 2014 Cumartesi
Musa "levhaları" kimden aldı?
"Tanrı Sina Dağı'nda Musa'yla konuşmasını bitirince, üzerine eliyle antlaşma koşullarını yazdığı iki taş levhayı ona verdi." (Tevrat, Mısırdan Çıkış 31;18)
Tevrat'ta bahsi geçen ve Musa'ya verilen "On Emirin (Evamir-i Aşere)" yazılı olduğu bu iki "levhadan" Kuran'da da bahsedilmektedir.
Araf -145:
"Ve Biz, ona levhalarda herşeyden vaaz ederek ve herşeyi tafsil ederek (kesin hükümle ayrı ayrı açıklayarak) yazdık. Artık onu kuvvetlice tut ve kavmine emret. Onu, en güzel şekilde alsınlar. Yakında size fasıklar yurdunu göstereceğim."
Musa'nın Tur'da bir başka deyişle Sina Dağı'nda "ağaçtan" seslenen Allah diye aslında "ağaç" olarak anılan Tanrıça Asherah ile konuşmuş olduğunu dikkate alırsak, ona verilen "levha (el elvâhı)" kelimesinin üzerinde biraz durmak gerekiyor.
Bu kelime lām wāw ḥā (ل و ح) kökünden geliyor ve Kuran'da toplamda 6 defa geçiyor. Bu kökten gelen kelimelerin geçtiği ayetlere tek tek bakarak yorumlamaya çalışalım:
-Araf Suresi'nin 145, 150, 154. ayetleri:
Bu ayetlerde "levha" kelimesi Musa'ya verilen "levhalar" olarak geçiyor.
-Kamer Suresi'nin 13. ayeti:
Bu ayette "levha" kelimesi Nuh'un gemisinin tarifini yaparken geçiyor. Geminin perçinlenmiş "levhadan" olduğu belirtiliyor. Eski Ahitte belirtildiği gibi bir geminin ancak "ağaçtan" yapılmış olabileceğini dikkate aldığımızda "levha" kelimesi ile kastın aslında bir "ağaca" ilişkin olduğu anlaşılıyor. Nuh'un gemisi tüm canlıları, yaşamı içinde barındırdığı için aslında "Hayat Ağacını (Tree of Life)" temsil etmektedir. Böylesi bir anlatımdan Geminin ağacı ile levha ilişkisinin, bir başka deyişle "ağaç" = "levha" ilişkisinin kurulduğu anlaşılmaktadır.
Musa'nın Tur'da yanan bir "ağaç" görüp ondan bir parça almak istemesini ve o "ağaçtan" seslenen bir tanrıyla konuştuğunu hatırladığımızda, o tanrıdan aldığı "levhaların" da oradaki "ağaçla", onun bir parçasıyla ilişkili olduğu açıktır. Bu bağlamda "levha" kelimesinin "hayat ağacının" bir sembolü olarak Nuh'un gemisini tarif ederken de geçiyor olması anlaşılır gözükmektedir.
Buruç Suresi'nin 22. ayeti:
Bu ayette "levha" kelimesi "Korunmuş Levha" olarak geçmektedir. Korunmuş levha yani "levhi mahfuz"un aslında ne olduğu tam olarak bilinmemektedir. Olmuş ve olacak her şeyin yazılı olduğu Allah'ın katında korunan bir kitap olduğu belirtilmiştir. Genel kabule göre bir kitap yani yazılı bir şey olduğuna inanılmaktadır. Bu yönüyle "levha" kelimesinin buradaki kullanımının tıpkı Musa'nın aldığı levhalarda olduğu gibi yazılı bir şeyi kasten geçtiğini görüyoruz.
Kuran'da Levhi Mahfuz'un farklı adlarının yanı sıra "Ana Kitap (Ümmü'l-Kitap)" olarak da geçiyor olması dikkat çekicidir çünkü bu tabirdeki "Ana" ifadesi bildiğimiz "ana, anne" olarak da geçmekte olup, böylesi bir niteleme "Ana" olarak da adlandırılan bir "Ana Tanrıçayı (Asherah)" kasten kullanılmış olabilir.
(Bence Levhi Mahfuz'a atfedilen ana kitap, apaçık kitap, saklanmış kitap gibi tabirleri hatta "Kuran" kelimesinin kendisini (Buruc 21-22) Musa'nın "levhaları" aldığı "ağaçtan" konuşan Allah yani Tanrıça Asherah ile ilişkili olarak ele almak gerekiyor.)
Müddesir Suresi'nin 29. ayeti:
Levha kelimesinin bu ayette diğer ayetlere kıyasla çok daha farklı bir anlamda "yakıp kavurucu (levvâhatun)" anlamında geçmektedir. Yakıp kavurucu olarak tarif edilen şey ise önceki ayetlerde geçen "sekar" ifadesidir:
27: "Ve sekarın, ne olduğunu sana bildiren nedir?"
28: "bakiye bırakmaz ve terketmez."
29: "beşer için yakıp kavurucudur (levvâhatun)."
levha kelimesi her ne kadar bu ayette çok farklı bir anlamda geçiyor gibi gözüksede aslında bize gerçeğin en büyük ipucunu sunmaktadır. Adeta gökte aradığımızı yerde buluyoruz. Bu gerçeği bize gösteren ise bir sonraki ayet:
30: "Onun üzerinde on dokuz vardır."
1. aleyhâ : onun üzerinde vardır
2. tis'ate aşare : on dokuz
ayette geçen "aşare" kelimesine dikkat lütfen! "on (aşare)" anlamında çevrilen bu kelimenin aslında "Asherah"ın Kuran'da geçen adının olduğunu daha önceki başlıklarımda dile getirmiştim.
Bu ayetlerden şunu anlıyoruz demek ki kelimelerin aynı kökünü esas alırsak "levhaların" üzerinde (ister dokuz tane diyelim isterse bu "dokuz" kelimesinin gerçek anlamını bilmediğimizi var sayalım) "aşare" bulunmaktadır.
Kuran'da geçen "levha" kelimesinin kullanımlarına baktığımızda "Ağaç = Levha = Aşare (Aşherah)" ilişkisinin var olduğunu görüyoruz.
Tevrat'ta bahsi geçen ve Musa'ya verilen "On Emirin (Evamir-i Aşere)" yazılı olduğu bu iki "levhadan" Kuran'da da bahsedilmektedir.
Araf -145:
"Ve Biz, ona levhalarda herşeyden vaaz ederek ve herşeyi tafsil ederek (kesin hükümle ayrı ayrı açıklayarak) yazdık. Artık onu kuvvetlice tut ve kavmine emret. Onu, en güzel şekilde alsınlar. Yakında size fasıklar yurdunu göstereceğim."
Musa'nın Tur'da bir başka deyişle Sina Dağı'nda "ağaçtan" seslenen Allah diye aslında "ağaç" olarak anılan Tanrıça Asherah ile konuşmuş olduğunu dikkate alırsak, ona verilen "levha (el elvâhı)" kelimesinin üzerinde biraz durmak gerekiyor.
Bu kelime lām wāw ḥā (ل و ح) kökünden geliyor ve Kuran'da toplamda 6 defa geçiyor. Bu kökten gelen kelimelerin geçtiği ayetlere tek tek bakarak yorumlamaya çalışalım:
-Araf Suresi'nin 145, 150, 154. ayetleri:
Bu ayetlerde "levha" kelimesi Musa'ya verilen "levhalar" olarak geçiyor.
-Kamer Suresi'nin 13. ayeti:
Bu ayette "levha" kelimesi Nuh'un gemisinin tarifini yaparken geçiyor. Geminin perçinlenmiş "levhadan" olduğu belirtiliyor. Eski Ahitte belirtildiği gibi bir geminin ancak "ağaçtan" yapılmış olabileceğini dikkate aldığımızda "levha" kelimesi ile kastın aslında bir "ağaca" ilişkin olduğu anlaşılıyor. Nuh'un gemisi tüm canlıları, yaşamı içinde barındırdığı için aslında "Hayat Ağacını (Tree of Life)" temsil etmektedir. Böylesi bir anlatımdan Geminin ağacı ile levha ilişkisinin, bir başka deyişle "ağaç" = "levha" ilişkisinin kurulduğu anlaşılmaktadır.
Musa'nın Tur'da yanan bir "ağaç" görüp ondan bir parça almak istemesini ve o "ağaçtan" seslenen bir tanrıyla konuştuğunu hatırladığımızda, o tanrıdan aldığı "levhaların" da oradaki "ağaçla", onun bir parçasıyla ilişkili olduğu açıktır. Bu bağlamda "levha" kelimesinin "hayat ağacının" bir sembolü olarak Nuh'un gemisini tarif ederken de geçiyor olması anlaşılır gözükmektedir.
Buruç Suresi'nin 22. ayeti:
Bu ayette "levha" kelimesi "Korunmuş Levha" olarak geçmektedir. Korunmuş levha yani "levhi mahfuz"un aslında ne olduğu tam olarak bilinmemektedir. Olmuş ve olacak her şeyin yazılı olduğu Allah'ın katında korunan bir kitap olduğu belirtilmiştir. Genel kabule göre bir kitap yani yazılı bir şey olduğuna inanılmaktadır. Bu yönüyle "levha" kelimesinin buradaki kullanımının tıpkı Musa'nın aldığı levhalarda olduğu gibi yazılı bir şeyi kasten geçtiğini görüyoruz.
Kuran'da Levhi Mahfuz'un farklı adlarının yanı sıra "Ana Kitap (Ümmü'l-Kitap)" olarak da geçiyor olması dikkat çekicidir çünkü bu tabirdeki "Ana" ifadesi bildiğimiz "ana, anne" olarak da geçmekte olup, böylesi bir niteleme "Ana" olarak da adlandırılan bir "Ana Tanrıçayı (Asherah)" kasten kullanılmış olabilir.
(Bence Levhi Mahfuz'a atfedilen ana kitap, apaçık kitap, saklanmış kitap gibi tabirleri hatta "Kuran" kelimesinin kendisini (Buruc 21-22) Musa'nın "levhaları" aldığı "ağaçtan" konuşan Allah yani Tanrıça Asherah ile ilişkili olarak ele almak gerekiyor.)
Müddesir Suresi'nin 29. ayeti:
Levha kelimesinin bu ayette diğer ayetlere kıyasla çok daha farklı bir anlamda "yakıp kavurucu (levvâhatun)" anlamında geçmektedir. Yakıp kavurucu olarak tarif edilen şey ise önceki ayetlerde geçen "sekar" ifadesidir:
27: "Ve sekarın, ne olduğunu sana bildiren nedir?"
28: "bakiye bırakmaz ve terketmez."
29: "beşer için yakıp kavurucudur (levvâhatun)."
levha kelimesi her ne kadar bu ayette çok farklı bir anlamda geçiyor gibi gözüksede aslında bize gerçeğin en büyük ipucunu sunmaktadır. Adeta gökte aradığımızı yerde buluyoruz. Bu gerçeği bize gösteren ise bir sonraki ayet:
30: "Onun üzerinde on dokuz vardır."
1. aleyhâ : onun üzerinde vardır
2. tis'ate aşare : on dokuz
ayette geçen "aşare" kelimesine dikkat lütfen! "on (aşare)" anlamında çevrilen bu kelimenin aslında "Asherah"ın Kuran'da geçen adının olduğunu daha önceki başlıklarımda dile getirmiştim.
Bu ayetlerden şunu anlıyoruz demek ki kelimelerin aynı kökünü esas alırsak "levhaların" üzerinde (ister dokuz tane diyelim isterse bu "dokuz" kelimesinin gerçek anlamını bilmediğimizi var sayalım) "aşare" bulunmaktadır.
Kuran'da geçen "levha" kelimesinin kullanımlarına baktığımızda "Ağaç = Levha = Aşare (Aşherah)" ilişkisinin var olduğunu görüyoruz.
19 Eylül 2014 Cuma
Tur'daki "kapı" kimin kapısı?
Önceki başlıklarımda sık sık değindiğim Kuran'daki saklı "Tanrıça (Asherah)" anlatımına ilişkin bir örnek daha vermek istiyorum. Yine ayetlerde sözüm ona Allah'ın seçmiş olduğu kelimeler üzerinden hareket edecem.
İşin doğrusu tabi bu ayetler insan elinden çıkma olduğu için aynı kelimelerin kullanıldığı ayetler görünenin altındaki gerçek "tanrıça" inancının varlığını veya anlatımını bize göstermektedir. Ayetler aslında ilk yazıldığında bu "tanrıça" inancı doğrultusunda kaleme alınmıştı ancak daha sonradan kelimeler üzerindeki oynamalar, aynı kök üzerinden farklıymış gibi yeni kelime türetmeler ile ayetlere farklı anlamlar verilmiş oldu.
(Kuran'ın revize edilmiş bir kitap olduğuna ilişkin Almanya'nın Saarland Üniversitesi'nin İslam araştırmacısı Puin'in görüşleri için bakınız: 694-714 yıllarında Irak Valiliği yapan Haccac bin Yusuf "Kuranı Kerim'e binden fazla elif koydurdum" diye övünmüştür.
http://universumcorpusnostrum.blogsp...e-edilmis.html)
Daha önce belirttiğim gibi Kuran'da Tanrıça Asherah'ı en açık şekilde temsil eden şey Musa'nın Tur'da (Sina'da) gördüğü yanan "ağaçtır." Allah Musa'ya bu mübarek ağaçtan seslenmiştir. Tanrıça Asherah'ın sembolü "ağaç" olduğu için, hatta bu tanrıçanın adının eski Yahudi ve Hıristiyan dini metinlerde sadece "ağaç" olarak çevrildiğini düşündüğümüzde ağaçtan seslenen Allah ile Tanrıça Asherah arasında bir ilişkinin olduğundan şüphelenmek gerekiyor. Bu ara Tanrıça Asherah ile "fahişelik" arasında da yakın bir ilişki bulunmaktadır. Tabi bu ilişkinin altında yatan Tanrıçaya adanan tapınaklarda o tanrıça rahibelerinin bir ibadet olarak yapmış oldukları kutsal fahişeliktir. Örneğin Eski Ahit'te Tanrıça Asherah'ı temsil eden ağaçların altında "fuhuş" yapıldığından bahsedilir.
Tanrıça Asherah = Ağaç (put) + Fuhuş (ibadet)
Bu ilişkiler Eski Ahitte yer alan ayetlerde de açıkça ifade edilmiştir.
2 Krallar 23:
Tanrıça Aşera'yı simgeleyen sütunu RAB'bin Tapınağı'ndan çıkarıp Yeruşalim'in dışında Kidron Vadisi'nde yaktı, ezip toza çevirdi. Bu tozu sıradan halkın mezarlarına serpti. Putatapan törenlerinde fuhuş yapanların RAB'bin Tapınağı'ndaki evlerini yıktı. Kadınlar orada Aşera için kumaş dokurlardı. (6,7)
1 Krallar 14:
Ayrıca kendilerine her yüksek tepenin üstüne ve sık yapraklı her ağacın altına tapınma yerleri, dikili taşlar ve Tanrıça Aşera'yı simgeleyen sütunlar yaptılar. Ülkedeki putatapan törenlerinde fuhuş yapanlar bile vardı. Yahudalılar RAB'bin İsrail halkının önünden kovduğu ulusların yaptığı bütün iğrençlikleri yaptılar. (23,24)
Hıristiyanlığın en eski mezhebi olan Ortodoks ikonlarında Musa'nın dağda gördüğü yanan "çalı" içinde "Meryem Ana" ile resmedilmiştir. Tanrıça Asherah'a baş Tanrı Ba'al'in eşi olarak tapınılmıştır. "Baba" tanrının dokunmasıyla hamile kalan Meryem Ana'nın da bu bağlamda Tanrıça Asherah'ın farklılaştırılmış bir kopyası olduğu açıktır. Sonuç itibariyle Musa'ın gördüğü Yanan çalı (Kuran'da ağaç) ile kutsallık atfedilen bir "kadın" arasında bir ilişki kurulmuş olduğu açıktır.
Eski Ortodokslara göre:
Yanan Çalı ( Ağaç) = Kadın (Meryem Ana)
http://www.turandursun.com/forumlar/...ad.php?t=34455
Kuran'daki anlatıma göre Musa yanan ağacı Tur'da (الطُّورِ) görmüştür:
Kasas -29:
Böylece Musa (A.S), süresini tamamladığı zaman ailesi ile (yürüyerek) yola çıktı. Tur dağı tarafında bir ateş farketti. Ailesine: "Durup bekleyin. Gerçekten ben bir ateş gördüm. Belki size oradan bir haber veya alevli bir ateş getiririm. Böylece siz ısınasınız diye." dedi.
Bir başka ayette ise Tur'un (الطُّورَ) yükseltildiği ve secde edilerek girilmesi istenen bir "kapıdan" bahsedilmektedir.
Nisa -154:
"Ve misaklarından dolayı Tur'u (Tur dağını) onların üstüne yükselttik. Ve onlara: "Bu kapıdan secde ederek girin." dedik. Ve onlara: "Cumartesi (Sebt) gününde hudutları aşmayın." dedik ve, onlardan “çok kuvvetli misak (kesin söz)” aldık."
Ayette geçen ve secde edilerek girilmesi istenen kutsal "kapının (el babe)" Musa'ya Allah'ın seslendiği Tur Dağı ile yakından bir ilişkisi bulunmaktadır.
Ayette "kapı" olarak geçen Arapça kelime: el babe: الْبَابَ
Bu kelimeyi aynen alıp Kuran'da aratma yaptığımızda 4 ayette daha aynen geçtiğini görüyoruz. (Kelimeyi aynen alıp birebir aramaktaki maksat bu kelimenin değiştirilip farklılaştırılmamış kullanımlarını bularak gerçek manasını daha iyi görebilmek içindir.)
"el babe (kapı)" kelimesinin geçtiği diğer ayetler şunlar:
Bakara -58:
Maide -23:
Araf -161:
Yusuf -25:
ilk üç ayet Nisa Suresi'nin 154. ayetinde olduğu gibi (Tur bahsi geçmesede) Musa ve onun halkıyla, İsrailoğullarıyla ilgili ayetler. Son ayet ise içeriği itibariyle diğerlerinden farklı.
Yusuf -25:
Ve ikisi de kapıya (el babe) koştular. (Kadın) onun gömleğini arkadan (çekerek) yırttı. Ve kapının yanında onun (kadının) efendisi ile karşılaştılar. Ve (kadın) şöyle dedi: "Senin ehline (ailene) kötülük yapmak isteyen kimsenin cezası zindana atılmak veya acı (bir) azaptan başka nedir?”
Tur'daki kutsal "kapı" bu ayette bir "kadına" ait ola bir evin kapısı olarak geçiyor. Peki bu "kapının" sahibi olan kadın nasıl birisi, onu bize anlatansa bir önceki ayet:
Yusuf -24:
Ve andolsun ki; (kadın) onu arzuladı. Eğer Rabbinin delilini görmeseydi, o (Yusuf A.S) da onu arzulamıştı. İşte böylece onu kötülükten ve fuhuştan uzaklaştırırız. Muhakkak ki; o muhlis kullarımızdandır."
söz konusu "kapının" sahibi olan kadın aynı zamanda "fuhuş" yapmak isteyen bir kadın. Bundan bir önceki ayete baktığımızda ise bu "kadının" evinin kapılarıyla özellikle ilgilendiği öğreniyoruz:
Yusuf -23:
(Yusuf'un) evinde kaldığı kadın, ondan murat almak istedi. Kapıları sımsıkı kapatıp: “Hadi gel, senin için...” dedi. O (Yusuf da) şöyle dedi: “Allah'a sığınırım. O benim Rabbimdir. Benim yerleşme yerimi en güzel şekilde yaptı. Muhakkak ki; zalimler felâha (kurtuluşa) ermezler.”
Sözkonusu "kapı" kelimesi Kuran'da toplamda 27 defa geçiyor ancak bunların içerisinden yukarıda değinmiş olduğum toplam 5 ayette ise kapı kelimesi aynı şekilde yazılarak geçiyor. Musa'nın halkından ve Tur'dan bahsedilirken geçen "kapı" kelimesi fuhuş yapmak isteyen bir kadının "kapısı" olarak da geçiyor.
Bu ayetlerde aynı kelimelerin kullanılmasının sebebi Tur'daki "kapının" da aslında bir kadına, yani Tanrıça Asherah'a ait olmasından kaynaklanmaktadır. Tur'da sembolü olan "ağaçtan" konuşan ve fuhuşu simgeleyen Tanrıça Asherah bir başka ayette Yusuf'u baştan çıkarıp onunla fuhuş yapmak isteyen "kadın" olarak geçmektedir.
Tüm bunların bir tesadüf veya zorlama bir yorum olduğunu düşünmüyorum. Dikkatlice okunursa Kuran ayetlerde seçilmiş olan kelimeleriyle kendisini aslında ele veren bir kitaptır. Mesele kelimelerin verilen meallerine değil köküne ve aynı yazım şekillerine de bakmak. Şundan hiç şüphem yok ki Kuran'ı çürütecek olan yine kendisi olacaktır.
İşin doğrusu tabi bu ayetler insan elinden çıkma olduğu için aynı kelimelerin kullanıldığı ayetler görünenin altındaki gerçek "tanrıça" inancının varlığını veya anlatımını bize göstermektedir. Ayetler aslında ilk yazıldığında bu "tanrıça" inancı doğrultusunda kaleme alınmıştı ancak daha sonradan kelimeler üzerindeki oynamalar, aynı kök üzerinden farklıymış gibi yeni kelime türetmeler ile ayetlere farklı anlamlar verilmiş oldu.
(Kuran'ın revize edilmiş bir kitap olduğuna ilişkin Almanya'nın Saarland Üniversitesi'nin İslam araştırmacısı Puin'in görüşleri için bakınız: 694-714 yıllarında Irak Valiliği yapan Haccac bin Yusuf "Kuranı Kerim'e binden fazla elif koydurdum" diye övünmüştür.
http://universumcorpusnostrum.blogsp...e-edilmis.html)
Daha önce belirttiğim gibi Kuran'da Tanrıça Asherah'ı en açık şekilde temsil eden şey Musa'nın Tur'da (Sina'da) gördüğü yanan "ağaçtır." Allah Musa'ya bu mübarek ağaçtan seslenmiştir. Tanrıça Asherah'ın sembolü "ağaç" olduğu için, hatta bu tanrıçanın adının eski Yahudi ve Hıristiyan dini metinlerde sadece "ağaç" olarak çevrildiğini düşündüğümüzde ağaçtan seslenen Allah ile Tanrıça Asherah arasında bir ilişkinin olduğundan şüphelenmek gerekiyor. Bu ara Tanrıça Asherah ile "fahişelik" arasında da yakın bir ilişki bulunmaktadır. Tabi bu ilişkinin altında yatan Tanrıçaya adanan tapınaklarda o tanrıça rahibelerinin bir ibadet olarak yapmış oldukları kutsal fahişeliktir. Örneğin Eski Ahit'te Tanrıça Asherah'ı temsil eden ağaçların altında "fuhuş" yapıldığından bahsedilir.
Tanrıça Asherah = Ağaç (put) + Fuhuş (ibadet)
Bu ilişkiler Eski Ahitte yer alan ayetlerde de açıkça ifade edilmiştir.
2 Krallar 23:
Tanrıça Aşera'yı simgeleyen sütunu RAB'bin Tapınağı'ndan çıkarıp Yeruşalim'in dışında Kidron Vadisi'nde yaktı, ezip toza çevirdi. Bu tozu sıradan halkın mezarlarına serpti. Putatapan törenlerinde fuhuş yapanların RAB'bin Tapınağı'ndaki evlerini yıktı. Kadınlar orada Aşera için kumaş dokurlardı. (6,7)
1 Krallar 14:
Ayrıca kendilerine her yüksek tepenin üstüne ve sık yapraklı her ağacın altına tapınma yerleri, dikili taşlar ve Tanrıça Aşera'yı simgeleyen sütunlar yaptılar. Ülkedeki putatapan törenlerinde fuhuş yapanlar bile vardı. Yahudalılar RAB'bin İsrail halkının önünden kovduğu ulusların yaptığı bütün iğrençlikleri yaptılar. (23,24)
Hıristiyanlığın en eski mezhebi olan Ortodoks ikonlarında Musa'nın dağda gördüğü yanan "çalı" içinde "Meryem Ana" ile resmedilmiştir. Tanrıça Asherah'a baş Tanrı Ba'al'in eşi olarak tapınılmıştır. "Baba" tanrının dokunmasıyla hamile kalan Meryem Ana'nın da bu bağlamda Tanrıça Asherah'ın farklılaştırılmış bir kopyası olduğu açıktır. Sonuç itibariyle Musa'ın gördüğü Yanan çalı (Kuran'da ağaç) ile kutsallık atfedilen bir "kadın" arasında bir ilişki kurulmuş olduğu açıktır.
Bu grafik otomatik olarak yeniden boyutlandırıldı. Tam boyutlarda görmek için bu bara tıklayınız. Orijinal grafik boyutu 912x1669 pikseldir. |
Eski Ortodokslara göre:
Yanan Çalı ( Ağaç) = Kadın (Meryem Ana)
http://www.turandursun.com/forumlar/...ad.php?t=34455
Kuran'daki anlatıma göre Musa yanan ağacı Tur'da (الطُّورِ) görmüştür:
Kasas -29:
Böylece Musa (A.S), süresini tamamladığı zaman ailesi ile (yürüyerek) yola çıktı. Tur dağı tarafında bir ateş farketti. Ailesine: "Durup bekleyin. Gerçekten ben bir ateş gördüm. Belki size oradan bir haber veya alevli bir ateş getiririm. Böylece siz ısınasınız diye." dedi.
Bir başka ayette ise Tur'un (الطُّورَ) yükseltildiği ve secde edilerek girilmesi istenen bir "kapıdan" bahsedilmektedir.
Nisa -154:
"Ve misaklarından dolayı Tur'u (Tur dağını) onların üstüne yükselttik. Ve onlara: "Bu kapıdan secde ederek girin." dedik. Ve onlara: "Cumartesi (Sebt) gününde hudutları aşmayın." dedik ve, onlardan “çok kuvvetli misak (kesin söz)” aldık."
Ayette geçen ve secde edilerek girilmesi istenen kutsal "kapının (el babe)" Musa'ya Allah'ın seslendiği Tur Dağı ile yakından bir ilişkisi bulunmaktadır.
Ayette "kapı" olarak geçen Arapça kelime: el babe: الْبَابَ
Bu kelimeyi aynen alıp Kuran'da aratma yaptığımızda 4 ayette daha aynen geçtiğini görüyoruz. (Kelimeyi aynen alıp birebir aramaktaki maksat bu kelimenin değiştirilip farklılaştırılmamış kullanımlarını bularak gerçek manasını daha iyi görebilmek içindir.)
"el babe (kapı)" kelimesinin geçtiği diğer ayetler şunlar:
Bakara -58:
Maide -23:
Araf -161:
Yusuf -25:
ilk üç ayet Nisa Suresi'nin 154. ayetinde olduğu gibi (Tur bahsi geçmesede) Musa ve onun halkıyla, İsrailoğullarıyla ilgili ayetler. Son ayet ise içeriği itibariyle diğerlerinden farklı.
Yusuf -25:
Ve ikisi de kapıya (el babe) koştular. (Kadın) onun gömleğini arkadan (çekerek) yırttı. Ve kapının yanında onun (kadının) efendisi ile karşılaştılar. Ve (kadın) şöyle dedi: "Senin ehline (ailene) kötülük yapmak isteyen kimsenin cezası zindana atılmak veya acı (bir) azaptan başka nedir?”
Tur'daki kutsal "kapı" bu ayette bir "kadına" ait ola bir evin kapısı olarak geçiyor. Peki bu "kapının" sahibi olan kadın nasıl birisi, onu bize anlatansa bir önceki ayet:
Yusuf -24:
Ve andolsun ki; (kadın) onu arzuladı. Eğer Rabbinin delilini görmeseydi, o (Yusuf A.S) da onu arzulamıştı. İşte böylece onu kötülükten ve fuhuştan uzaklaştırırız. Muhakkak ki; o muhlis kullarımızdandır."
söz konusu "kapının" sahibi olan kadın aynı zamanda "fuhuş" yapmak isteyen bir kadın. Bundan bir önceki ayete baktığımızda ise bu "kadının" evinin kapılarıyla özellikle ilgilendiği öğreniyoruz:
Yusuf -23:
(Yusuf'un) evinde kaldığı kadın, ondan murat almak istedi. Kapıları sımsıkı kapatıp: “Hadi gel, senin için...” dedi. O (Yusuf da) şöyle dedi: “Allah'a sığınırım. O benim Rabbimdir. Benim yerleşme yerimi en güzel şekilde yaptı. Muhakkak ki; zalimler felâha (kurtuluşa) ermezler.”
Sözkonusu "kapı" kelimesi Kuran'da toplamda 27 defa geçiyor ancak bunların içerisinden yukarıda değinmiş olduğum toplam 5 ayette ise kapı kelimesi aynı şekilde yazılarak geçiyor. Musa'nın halkından ve Tur'dan bahsedilirken geçen "kapı" kelimesi fuhuş yapmak isteyen bir kadının "kapısı" olarak da geçiyor.
Bu ayetlerde aynı kelimelerin kullanılmasının sebebi Tur'daki "kapının" da aslında bir kadına, yani Tanrıça Asherah'a ait olmasından kaynaklanmaktadır. Tur'da sembolü olan "ağaçtan" konuşan ve fuhuşu simgeleyen Tanrıça Asherah bir başka ayette Yusuf'u baştan çıkarıp onunla fuhuş yapmak isteyen "kadın" olarak geçmektedir.
Tüm bunların bir tesadüf veya zorlama bir yorum olduğunu düşünmüyorum. Dikkatlice okunursa Kuran ayetlerde seçilmiş olan kelimeleriyle kendisini aslında ele veren bir kitaptır. Mesele kelimelerin verilen meallerine değil köküne ve aynı yazım şekillerine de bakmak. Şundan hiç şüphem yok ki Kuran'ı çürütecek olan yine kendisi olacaktır.
12 Eylül 2014 Cuma
Allah'a işini öğreten İsa!
Allah kullarının her yaptığının kayıt altına alındığını söylüyor:
İnfitar 10-12:
"Şunu iyi bilin ki üzerinizde bekçiler, değerli yazıcılar vardır; onlar, yapmakta olduklarınızı bilir."
Allah İsa'ya günah işleyip işlemediğini soruyor:
Maide -116:
Ve Allah (cc.): Ey Meryem oğlu Îsa! Sen mi insanlara ; “Beni ve annemi, Allâh'tan başka iki ilâh edinin diye söyledin?" dediğinde , Hz. İsa; ''Sen “Subhansın”, benim için hak (gerçek) olmayan bir şeyi söylemek bana yakışmaz. Eğer ben onu söylemiş olsaydım o taktirde, muhakkak Sen onu bilirdin, nefsimde olanları da Sen bilirsin, ben ise Sen'in zatında olanları bilemem." Muhakkak ki Sen, gayb'tekileri (görünmeyenleri,bilinmeyenleri) en iyi bilen Sensin.
Sorular:
1-Allah İsa'nın ne yaptığını kendisine yalan söylemeyecek olan meleklerinden öğrenebileceği halde neden kendisine soruyor?
2-Allah kendi ağzından "İsa böyle birşey demedi" demek varken neden İsa'yı konuşturmak istiyor, yoksa onun demiş olduğunu söylersem benden çok onun dediğine inanırlar diye mi düşünüyor?
3-İsa cevabında "benimle kafa bulma, sen niyetimi dahi biliyorsun" diyor. Allah niyetleri biliyorsa sadece İsa'nın ne dediğini değil ona ne sorarsa nasıl cevap alacağını da biliyor demektir. Soracağı sorunun gereksiz olduğunu bilmenin yanı sıra alacağı cevabı da bildiği halde neden soru soruyor, yoksa ona işini İsa'nın öğretmesini mi istiyor?
4- İsa bir taraftan "sen herşeyi bilirsin" derken diğer taraftan Allah'a çaktırmadan "bana sorduğuna göre demek ki bilmediklerin de varmış" diyerek kendi söyledikleriyle de çelişmiş olmuyor mu?
5-Yanlış yapıp yapmadığını bilmediğiniz bir kişiye soru sorabilirsiniz, yanlış yaptığından emin olduğunuz bir kişiye hatasını itiraf ederek en azından bu itirafıyla dürüst olması için de soru sorabilirsiniz... peki yanlış yapmadığından emin olduğunuz birisinin bunu teyit etmesine neden gerek duyarsınız?
İnfitar 10-12:
"Şunu iyi bilin ki üzerinizde bekçiler, değerli yazıcılar vardır; onlar, yapmakta olduklarınızı bilir."
Allah İsa'ya günah işleyip işlemediğini soruyor:
Maide -116:
Ve Allah (cc.): Ey Meryem oğlu Îsa! Sen mi insanlara ; “Beni ve annemi, Allâh'tan başka iki ilâh edinin diye söyledin?" dediğinde , Hz. İsa; ''Sen “Subhansın”, benim için hak (gerçek) olmayan bir şeyi söylemek bana yakışmaz. Eğer ben onu söylemiş olsaydım o taktirde, muhakkak Sen onu bilirdin, nefsimde olanları da Sen bilirsin, ben ise Sen'in zatında olanları bilemem." Muhakkak ki Sen, gayb'tekileri (görünmeyenleri,bilinmeyenleri) en iyi bilen Sensin.
Sorular:
1-Allah İsa'nın ne yaptığını kendisine yalan söylemeyecek olan meleklerinden öğrenebileceği halde neden kendisine soruyor?
2-Allah kendi ağzından "İsa böyle birşey demedi" demek varken neden İsa'yı konuşturmak istiyor, yoksa onun demiş olduğunu söylersem benden çok onun dediğine inanırlar diye mi düşünüyor?
3-İsa cevabında "benimle kafa bulma, sen niyetimi dahi biliyorsun" diyor. Allah niyetleri biliyorsa sadece İsa'nın ne dediğini değil ona ne sorarsa nasıl cevap alacağını da biliyor demektir. Soracağı sorunun gereksiz olduğunu bilmenin yanı sıra alacağı cevabı da bildiği halde neden soru soruyor, yoksa ona işini İsa'nın öğretmesini mi istiyor?
4- İsa bir taraftan "sen herşeyi bilirsin" derken diğer taraftan Allah'a çaktırmadan "bana sorduğuna göre demek ki bilmediklerin de varmış" diyerek kendi söyledikleriyle de çelişmiş olmuyor mu?
5-Yanlış yapıp yapmadığını bilmediğiniz bir kişiye soru sorabilirsiniz, yanlış yaptığından emin olduğunuz bir kişiye hatasını itiraf ederek en azından bu itirafıyla dürüst olması için de soru sorabilirsiniz... peki yanlış yapmadığından emin olduğunuz birisinin bunu teyit etmesine neden gerek duyarsınız?
"Sina" Dağı ve Ay Tanrısı "Sin" üzerine!
Sina Dağı, Musa'nın Allah ile konuştuğu ve On Emir'i aldığı yer olarak bilinmektedir.Kur'an-ı Kerimde bu konu Ta-Ha suresinde de geçmektedir.
Bazı incil alimleri ve araştırmacılarına göre "Sina" kelimesinin Sümer Ay Tanrısı "Sin"den gelmiş olabileceği iddia edilmektedir.
"According to some biblical scholars, Horeb is thought to mean "glowing/heat", which seems to be a reference to the sun, while Sinai may have derived from the name of Sin, the Sumerian deity of the moon, and thus Sinai and Horeb would be the mountains of the moon and sun, respectively."
http://en.wikipedia.org/wiki/Biblical_Mount_Sinai
Babil ve Asur'da "Ay" tanrısı olarak tapılan Sin, Sümer mitolojisindeki Nanna'nın karşılığıdır. Nanna Sümerce "nurlu" veya "aydınlatıcı" mânâsına geliyor. Astral-teolojik sistemde 30 sayısı ile temsil edilirdi. Büyük bir ihtimalle 30 sayısı bir kameri aydaki ortalama gün sayısından (yaklaşık 29.53) türemiştir.
"Sina" kelimesine ilişkin yukarıdaki bilgileri dikkate aldığımızda şöyle bir ilişkinin kurulduğunu söyleyebiliriz:
Tanrı Sin = Ay = Sina
bu ilişkiyi Kuran'daki ayetlerde seçilen kelimelere baktığımızda da görebilmek mümkün. Mesela;
Enam -91:
“Ve Allah, beşere bir şey indirmedi.” dedikleri zaman O'nun kadrini hakkıyla takdir edemediler. “İnsanlar için hidayet edici ve bir nur olan Hz. Musa'nın getirdiği kitabı kim indirdi?” de. Onu kâğıtlara (yazıp) açıklıyorsunuz, çoğunu gizliyorsunuz. Babalarınızın ve sizin bilmediğiniz şeyler size öğretildi. “Allah” de, sonra onları daldıkları şeylerde bırak oynasınlar."
11. enzele : indirdi
12. el kitâbe : kitabı
13. ellezî : ki o
14. câe- bi : ile geldi, getirdi
15. hi : onu
16. mûsâ : Musa (A.S)
17. nûren (nûran) : bir nur
18. ve huden : ve bir hidayet
ayette Musa'nın kitabını bir "nuren (nur)" ile getirdiği ifade ediliyor. "nuren" kelimesi kitaplar içerisinden Şura Suresi 52. ayetinde "sana vahyettiğimiz nurlu kitap" denilerek Kuran'ı kasten de geçiyor. (Ayrı bir başlık konusu olmakla birlikte ayetlerde geçen "kitap" ve "Kuran"dan kastın da aslında Musa'ya inen "kitap" (levhalar) olduğundan şüphelenmekteyim.)
Burada "nuren" olarak geçen Arapça kelime: نُورًا
bu kelimeyi aynen alıp Kuran'da arattığımızda Ay'ı tarif ederken de kullanıldığını görüyoruz.
Nuh -16:
"Ve Ay'ı, onların arasında bir nur kıldı ve Güneş'i de bir sirac (çırağ) kıldı."
2. el kamera : kamer, ay
3. fî-hinne : onların içinde, arasında
4. nûran : bir nur
Kısacası Kuran anlatımında Allah gökteki "Ay"ı tarif ederken kullanmış olduğu kelimenin aynısını Musa'nın "Sina"da aldığı kitabı (levhaları) tarif ederken de kullanıyor.
Musa'nın Sina'da aldığı kitaba ilişkin: نُورًا
Ay'a ilişkin: نُورًا
Şu açık bir gerçek ki Kuran'ın Allah'ı aynı kelimeleri seçerek Musa'ya Sina'da inen kitap ile Ay arasında bir ilişki kurmuş oluyor.
Musa'ya indirilen kitap ile Ay'ın aynı kelimelerle anlatılıyor olması Musa'nın bu kitabı aldığı Sina'nın Ay Tanrısı Sin'le ilgili bir yer olmasından geliyor olmalı. Aksi takdirde Sina Dağı'na and içen (Tin Suresi; 2) bir Allah'ın bu dağda indirmiş olduğu kitabı ile Ay'ı aynı şekilde anıyor olması Ay Tanrısı Sin'den habersiz olduğunu gösteriyor.
Ay Tanrısı Sin ile Sina arasında araştırmacılarca daha sonradan bir ilişkinin kurulabileceğini bilen bir Allah herhalde Musa'ya Sina'da indirdiği kitabı Ay ile aynı şekilde anmazdı. Hiç yoktan seçtiği kelimelerden birisinin bir harfini bir ekini farklı yazdırsaydı ama o da yok, aynen kullanmış.
Bazı incil alimleri ve araştırmacılarına göre "Sina" kelimesinin Sümer Ay Tanrısı "Sin"den gelmiş olabileceği iddia edilmektedir.
"According to some biblical scholars, Horeb is thought to mean "glowing/heat", which seems to be a reference to the sun, while Sinai may have derived from the name of Sin, the Sumerian deity of the moon, and thus Sinai and Horeb would be the mountains of the moon and sun, respectively."
http://en.wikipedia.org/wiki/Biblical_Mount_Sinai
Babil ve Asur'da "Ay" tanrısı olarak tapılan Sin, Sümer mitolojisindeki Nanna'nın karşılığıdır. Nanna Sümerce "nurlu" veya "aydınlatıcı" mânâsına geliyor. Astral-teolojik sistemde 30 sayısı ile temsil edilirdi. Büyük bir ihtimalle 30 sayısı bir kameri aydaki ortalama gün sayısından (yaklaşık 29.53) türemiştir.
"Sina" kelimesine ilişkin yukarıdaki bilgileri dikkate aldığımızda şöyle bir ilişkinin kurulduğunu söyleyebiliriz:
Tanrı Sin = Ay = Sina
bu ilişkiyi Kuran'daki ayetlerde seçilen kelimelere baktığımızda da görebilmek mümkün. Mesela;
Enam -91:
“Ve Allah, beşere bir şey indirmedi.” dedikleri zaman O'nun kadrini hakkıyla takdir edemediler. “İnsanlar için hidayet edici ve bir nur olan Hz. Musa'nın getirdiği kitabı kim indirdi?” de. Onu kâğıtlara (yazıp) açıklıyorsunuz, çoğunu gizliyorsunuz. Babalarınızın ve sizin bilmediğiniz şeyler size öğretildi. “Allah” de, sonra onları daldıkları şeylerde bırak oynasınlar."
11. enzele : indirdi
12. el kitâbe : kitabı
13. ellezî : ki o
14. câe- bi : ile geldi, getirdi
15. hi : onu
16. mûsâ : Musa (A.S)
17. nûren (nûran) : bir nur
18. ve huden : ve bir hidayet
ayette Musa'nın kitabını bir "nuren (nur)" ile getirdiği ifade ediliyor. "nuren" kelimesi kitaplar içerisinden Şura Suresi 52. ayetinde "sana vahyettiğimiz nurlu kitap" denilerek Kuran'ı kasten de geçiyor. (Ayrı bir başlık konusu olmakla birlikte ayetlerde geçen "kitap" ve "Kuran"dan kastın da aslında Musa'ya inen "kitap" (levhalar) olduğundan şüphelenmekteyim.)
Burada "nuren" olarak geçen Arapça kelime: نُورًا
bu kelimeyi aynen alıp Kuran'da arattığımızda Ay'ı tarif ederken de kullanıldığını görüyoruz.
Nuh -16:
"Ve Ay'ı, onların arasında bir nur kıldı ve Güneş'i de bir sirac (çırağ) kıldı."
2. el kamera : kamer, ay
3. fî-hinne : onların içinde, arasında
4. nûran : bir nur
Kısacası Kuran anlatımında Allah gökteki "Ay"ı tarif ederken kullanmış olduğu kelimenin aynısını Musa'nın "Sina"da aldığı kitabı (levhaları) tarif ederken de kullanıyor.
Musa'nın Sina'da aldığı kitaba ilişkin: نُورًا
Ay'a ilişkin: نُورًا
Şu açık bir gerçek ki Kuran'ın Allah'ı aynı kelimeleri seçerek Musa'ya Sina'da inen kitap ile Ay arasında bir ilişki kurmuş oluyor.
Musa'ya indirilen kitap ile Ay'ın aynı kelimelerle anlatılıyor olması Musa'nın bu kitabı aldığı Sina'nın Ay Tanrısı Sin'le ilgili bir yer olmasından geliyor olmalı. Aksi takdirde Sina Dağı'na and içen (Tin Suresi; 2) bir Allah'ın bu dağda indirmiş olduğu kitabı ile Ay'ı aynı şekilde anıyor olması Ay Tanrısı Sin'den habersiz olduğunu gösteriyor.
Ay Tanrısı Sin ile Sina arasında araştırmacılarca daha sonradan bir ilişkinin kurulabileceğini bilen bir Allah herhalde Musa'ya Sina'da indirdiği kitabı Ay ile aynı şekilde anmazdı. Hiç yoktan seçtiği kelimelerden birisinin bir harfini bir ekini farklı yazdırsaydı ama o da yok, aynen kullanmış.
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)