14 Ekim 2015 Çarşamba

Kuran'daki habis kent!



Din yobazlarının uğruna insan kan akıtmaktan usanmadıkları kitaplarını başlarına çalmak umuduyla yeni konumuza başlayalım;

Eski Ahit’te İbranice “kiryah” kelimesi “kent, şehir” anlamında geçmekte olup bu kelimeden bazı ayetlerde bir "kadın" olarak bahsedildiğini görüyoruz. Örneğin;

İsaiah 1:21 

"RAB'be sadık olan kent nasıl da fahişe oldu!
Adaletle doluydu, doğruluğun barınağıydı,
Şimdiyse katillerle doldu."

Bu ayette sadık olan yani Rab’a bağlı olan kentten “fahişe” olarak bahsedilmektedir. Ayetin devamında İsaiah 1:26’de ise bu kentin “fahişe” olmadan önceki gibi “sadık bir kent” olacağı belirtilmektedir:

"Eskiden, başlangıçta olduğu gibi,
Sana yöneticiler, danışmanlar yetiştireceğim.
Ondan sonra 'Doğruluk Kenti',
'Sadık Kent' diye adlandırılacaksın.”

İsaiah 1:26’da geçen ve "kent" kelimesi için söylenen “sadık” kelimesine yakından bakalım, bu kelime "aynı yazımla" Eski Ahit’te iki ayette daha geçmektedir. Bunlar; Ecclesiastes 3:16 ve İsaiah 61:3

İsaiah 61:3’de “sadık” kelimesi bu sefer doğrudan bir “ağaç” için geçmekte, bir başka deyişle “kent”in yerini “ağaç” almaktadır.

Fahişe Kent -> Sadık Kent = Sadık Ağaç

Bu ilişkiyi akılda tutarak Kuran’daki benzer anlatıma geçelim;

Enbiya 74:

Ve Lut ’a hikmet ve ilim verdik. Ve habaîs işleyen kentten onu kurtardık. Muhakkak ki onlar, fasık olan kötü bir kavimdi.
1.

1. ve lûtan : ve Lut
2. ateynâ-hu : ona verdik
3. hukmen : hikmet
4. ve ılmen : ve ilim
5. ve necceynâ-hu : ve biz onu kurtardık
6. min el karyeti : kentten
7. elletî : ki o
8. kânet ta'melu : yapıyorlardı
9. el habâise : çirkin işler, çirkinlikler
10. inne-hum : muhakkak onlar
11. kânû : oldular
12. kavme : bir kavim
13. sev'in : kötü
14. fâsikîne : fasıklar

Bu ayette “kent, şehir” olarak geçen kelime “karyeti” kelimesi olup “elleti (ki o)” dişi zamiri ile belirtilen “kentten” çirkin (habis) şeyler yapıyordu şeklinde bahsedilmektedir. Lut’un kavminin sapık bir kavim olduğu malum olduğu için ayette geçen “habis” kelimesinden bir ahlaksızlığın kastedildiği açık. Eski Ahit’teki “fahişe kent” benzetmesine bezer bir şekilde Kuran’da “habis kent” benzetmesinin yapıldığını görüyoruz. Peki Eski Ahit ve Kuran arasındaki benzerlik bununla mı sınırlı, değil.

Bu ayette geçen “habis” kelimesine yakından baktığımızda bu kelimenin “aynı formda” geçtiği bir ayetin daha olduğunu görüyoruz, bu ayet İbrahim Suresi’nin 26. Ayeti:

"Habis sözün durumu, yerin üstünden kökü koparılmış, kararsız habis ağaç gibidir."

1. ve meselu : ve örnek, misal, durum
2. kelimetin : bir kelime, bir söz
3. habîsetin : kötü, habis, fena, çirkin
4. ke şeceratin : bir ağaç gibi
5. habîsetin : kötü, habis, fena, çirkin
6. ictusset : kökünden koparıldı
7. min fevkı el ardı : yerin üstünden
8. mâ lehâ : onun (için) yoktur
9. min karârin : yerleşme mekânı, denge, kararlılık

Bir kent için söylenen “habis” kelimesinin bu sefer bir “ağaç” için söylendiğini görüyoruz.

Eski Ahit: Fahişe Kent -> Sadık Kent = Sadık Ağaç
Kuran: Habis Kent = Habis Ağaç

Eski Ahit'te "kent-ağaç" ilişkisi "fahişe" kelimesine karşılık söylenmiş olan "sadık" kelimesi üzerinden ortaya çıkmış oluyordu. Benzer bir durum Kuran'da da bulunuyor; "habis" kelimesinin karşısında yer alan kelime "tayyip" kelimesi olup "tayyip" kelimesi cennetteki "ağaç" olan "tuba" kelimesi ile aynı kökten gelir.

“habis kent” mevzusunun Kuran’da Lut ile irtibatlı geçiyor olmasının da bir önemi var. Lut’un karısı da tıpkı o kent gibi cezalandırılıyor, olaya bu açıdan baktığımızda “kent = kadın (Lut’un karısı)” ilişkisini de dikkate almamız gerekiyor.

Cevabını bulmamız gereken soru; Eski Ahit ve ondan apaçık bir şekilde aşırma olan Kuran neden seçtiği kelimelerle “kent”, “kötü kadın” ve “ağaç” arasında bir ilişki kurmaktadır?

Bir sonraki mesajımda bu soruya kendi cevabımı vermeye çalışacam.

Ek-1:

ilk mesajımda değindiğim İsaiah 1:21'de geçen ve "kente" ilişkin söylenen "fahişe (לְזוֹנָ֑ה )" kelimesinin aynı yazımla Eski Ahit'te geçtiği diğer ayet Genesis 38:15 (Bkz.)

Genesis 38:15'de "fahişe" kelimesi ise Tamar için geçiyor ve Tamar'ın yüzünü örtmesi sebebiyle Yahuda tarafından fahişe sanıldığı ifade ediliyor, yani Eski Ahit bize açıkça söylüyor ki bir kadının yüzünü örtmüş olması fahişe olarak sanılmasına sebep olur, NOKTA! 

Genesis 38:15'e yakından bakalım:

"Yahuda onu görünce fahişe sandı. Çünkü yüzü örtülüydü."

bu ayette "örtmek, kaplamak" anlamında geçen İbranice kelime "kissetah (כִסְּתָ֖ה )". 

bu kelime aynı yazımla Eski Ahit'te bir ayette daha geçiyor; Leviticus 13:13 (Bkz.)

"kâhin hastaya bakacak ve bedenini hastalık saran kişiyi temiz ilan edecektir. Yaralar beyazlaşmış ve temizdir."

"örtmek, kapmalak" kelimesinin bu ayette deri hastalığı anlamındaki İbranice "hassaraat (הַצָּרַ֙עַת֙)" için söylendiğini görüyoruz. Tamar'ın yüzü için söylenen ve onu fahişe kılan "kissetah" kelimesi bu ayette cüzzam gibi bir deri hastalığı için kullanılıyor.

bu ayette bir çeşit "deri hastalığı" manasında geçen "hassaraat" kelimesi aynı anlamda kullanılan İbranice "tsara" kelimesinden geliyor. Bu kelimeyi daha önce açtığım "Miryam-Ağaç ilişkisi üzerine!" adlı başlıkta değinmiştim ve şöyle demiştim (bu deri hastalığı ile ilgili olarak "Ağaç Allah'ın sunduğu Musa'nın yılana dönüşen "asası, ağacı" ilişkisine de dikkat lütfen"):

Musa'nın asasının yılana dönüştüğü duruma ilave olarak elinin de mucize olarak dönüştüğü durum Eski Ahit'te birisi için daha geçerlidir, bu kişi kızkardeşi Miryam'dır:

Çölde Sayım 12-10:

"Bulut çadırın üzerinden ayrıldığında Miryam deri hastalığına yakalanmış, kar gibi bembeyaz olmuştu. Harun Miryam'a baktı, deri hastalığına yakalandığını gördü."

Bu ayette Miryam'ın yakalanmış olduğu deri hastalığı İbranice "tsara" kelimesi ile ifade edilmektedir, bir başka deyişle Miryam tıpkı Musa'nın eli gibi "tsara" denen şeye dönüşmüştür.

"tsara" kelimesi İbranice צָרַע harflerinden oluşmaktadır. Bu harflerin Arapça karşılığı şu şekildedir;

ע= ع
רַ= ر
צָ= ص

İbranice "tsara" harflerinin Arapça karşılığı : ṣād rā ʿayn (ص ر ع) kökü bu harflerden oluşan ve Kuran'da geçen tek bir kelime bulunuyor; sar'a (yere serilmiş)bu kelime Hakka Suresi'nin 7. ayetinde şu şekilde geçiyor:

"(Allah), onu (fırtınayı) ardarda, 7 gece, 8 gün onların üzerine musallat etti. Bundan sonra o kavmi orada, içi boş hurma ağacı kütükleri gibi yerlere serilmiş görürsün."

İbranice Meryem'in dönüştüğü "tsara" = Arapça "ağacın" dönüştüğü "sar'a"

bu tablo bize şunu göstermiş oluyor; Eski Ahit'te Miryam'ın dönüştüğü şey (tsara) Kuran'da bir "ağacın" içine düştüğü durum için (sar'a) söyleniyor , Miryam için kullanılmış olan İbranice harflerin karşılığı Kuran'da bir "ağaç" için 'geçiyor. Miryam'a atfen söylenen bir kelimenin Kuran'da karşımıza bir "ağaca" ilişkin söylenmiş olması tesadüf değil, çünkü Miryam'ın karşılığı olan Tanrıça Asherah'ın en bariz sembolü "ağaç"tır. Yukarıda iddia edildiği gibi Miryam adı (özellikle Arapçada) aynı zamanda Tanrıça Asherah'ın bir adı anlamına geliyorsa ona ilişkin yapılan bir benzetmenin Kuran'da "ağaç" için yapılmış olması gayet normaldir.
 

görüldüğü gibi Eski Ahit'te bir kadını fahişe kılan "örtünmek" kelimesi bir başka ayette "deri hastalığının" örtünmesi olarak geçerken bu "deri hastalığı" kelimesi Kuran'da karşımıza bir "ağacın" yere "serilmesi" olarak çıkıyor. 

Eski ahit: fahişe kadın (örtünüyor) => Eski Ahit: deri hastalığı (örtünüyor) => Kuran: ağaç (örtünüyor = yere seriliyor)

Ek-2:

konu başlığımız Kuran'daki "karye (şehir, kent)" kelimesinin "kötü kadın (tanrıça)" ve "ağaç" ile olan ilişkisi üzerineydi; son mesajımda önceki bir başlığımdan bir alıntı yaparak Eski Ahit bağlantıları üzerinden bir ayeti paylaştım, Hakka Suresi 7. ayet: 

"(Allah), onu (fırtınayı) ardarda, 7 gece, 8 gün onların üzerine musallat etti. Bundan sonra o kavmi orada, içi boş hurma ağacı kütükleri gibi yerlere serilmiş görürsün."

11. fî-hâ : orada
12. sar'â : yere serilmiş
13. ke : gibi, sanki
14. enne-hum : onların olduğunu
15. a'câzu : kütük
16. nahlin : hurma ağaçları
17. hâviyetin : boş

bu ayetteki "ağacı" niteleyen "sar'a" kelimesi Eski Ahit'teki Miryam'ı (Meryem) niteleyen "deri hastalığının" adına karşılık geliyordu, yani niteleyen ortak kelimeler "Miryam = Ağaç" ilişkisini ortaya koyuyordu. Bu ayette ağaç olarak geçen hurma ağaçlarını niteleyen bir kelimemiz var, bu kelime "haviyetin (boş)" kelimesi. Bu kelimeyi aynı yazımla Kuran'da başka hangi ayetlerde kullanmış Cenabı Hak? şu 4 ayette (Bkz.)

Bakara 259: 

4. alâ karyetin : bir karyeye, beldeye, kasaba
5. ve hiye : ve o
6. hâviyetun : yıkık, çökmüş, harabe halinde

Kehf 42:

9. ve hiye : ve o
10. hâviyetun alâ : üzerine yıkılmış, çökmüş halde
11. urûşi-hâ : onun çardakları

Hac 45:

6. fe hiye : artık o
7. hâviyetun alâ : üzerine çökmüş, yıkılmış
8. urûşi-hâ : onun çatısı, tavanı

Neml 52:

2. buyûtu-hum : onların evleri
3. hâviyeten : harabe, boş, çökmüş

hurma ağacı için söylenen "haviyetin (boş)" kelimesi bu ayetlerde kimler için söyleniyor; iki ayette "karye (kent, şehir)" için bir ayette "bahçe" için bir ayette ise "beyt (ev)" için. 

son mesajımda verdiğim ayetteki "sar'a" kelimesini bir kenara bırakalım oradaki "ağacı" niteleyen kelimeden hareket ettiğimizde dört ayetten ikisinde (Bakara 259, Hac 45) karşımıza yine en başta değinmiş olduğum "karye" kelimesi çıkmış oldu mu, çıktı.

diğer ayet olan Kehf 42'te ise bu sefer karşımıza boş "bahçe" çıkmış oluyor ki zaten bu "bahçe (cennet)" doğrudan "ağaçla" ilişkili.

son ayet olan Neml 52'de ise işte bu boş "beyt (ev)" deniliyor ve bir ayet sonrasında Lut kavmine şöyle sesleniyor "Siz gördüğünüz halde fahişeliğe mi geliyorsunuz?"

ne oldu bu seferde karşınıza en başta değindiğim "Lut ve fahişelik" çıkmış oldu.

demek ki son mesajımda paylaştığım Eski Ahit'teki kadının "deri hastalığı" ve Kuran'daki yansıması olan ayet boşuna değilmiş, ayetteki ağacın durumu bizi alıp yine "Karye'ye, Lut'a, Fahişeliğe" götürüyormuş. 

Ek-3:


ana konumuz olan "karye (kent)" = fahişe kadın" ilişkisine bir örnek daha verelim:

daha önce açmış olduğum "Yusuf'u ayartan kadının evi!" adlı başlıkta Yusuf Suresi'nin 25. ayetindeki Yusuf'u ayartan, baştan çıkarıp elde etmek isteyen kadının evinin "kapısının" ""el babe (الْبَابَ)"" olarak ifade edildiğinden bahsedilmektedir.

"el babe (الْبَابَ)" kelimesinin "aynı yazımla" Kuran'daki diğer bir kaç kullanım yerlerine bakıldığında bu kelimenin Bakara Suresi'nin 58. ayetinde "karye"nin kapısı olarak geçtiğini görüyoruz.

Yusuf'u ayartan Kötü Kadının "el babesi (الْبَابَ)" = Karye'nin "el babesi (الْبَابَ)"

Ek-4:

ana konuya bir ilave daha; Kuran'da iki ayette geçen "umme el kura (Ana Şehir)" ifadesini de dikkate almak gerekir, "kadın" bağlantısını kurduğum "karye" kelimemizden Kuran'da açıkça "ana, anne" diye bahsedilmektedir. "Ana karye" ifadeleri de Kuran'daki Musa'ya seslenen "Ağaç Allah" ile ilişkilidir. Bu konuya geçen yıl açmış olduğum "Şehirlerin Anası, kitapların Anası, kim bu Ana?" adlı başlıkta değinmiştimYani yine Karye = Ana (Kadın) = Ağaç ilişkisi karşımıza çıkmaktadır. :)


geçen yıl bu başlığın altında son mesaj olarak şunu yazmıştım;

"eğer "ana" kelimesinden sonra gelen kelimeleri farklı şeyler olarak kabullenirseniz onun önünde geçen "ana" kelimesinden "ana, anne"nin kastedilemeyeceğini düşünebilirsiniz. Bu durumda da şunu sormak gerekir; "ana" kelimesinden sonra gelen kelimenin gerçekte o anlama geldiğinden emin misiniz, mesela "el kura" kelimesini ele alalım "şehir" olarak çevriliyor, eğer bu kelimenin "şehir" anlamında olduğundan yüzde yüz eminseniz pekala ondan önce geçen "ana" kelimesi ile "anne" kelimesi arasında irtibat kurmanız mümkün olmayacaktır. Benim görebildiğim ancak yazılı olarak bahsetmediğim şey "el kura" kelimesinin de başında "ana" kelimesi geçsin ya da geçmesin bir tanrıçayla ilişkili olduğudur. Bunu nereden çıkarıyorum Tanrıçayla ilgili başka konularda Kuran'ı incelerken karşıma çıkmış olan "el kura" kelimelerinden."

"karye" kelimesi üzerindeki son tespitlerimle taşlar yerine iyice oturmuş oldu. 

Ek-5:

"karye" kelimesinin geçtiği Kuran'daki bir başka ayet:

Haşr -14:

"Onlar, korunmuş kent içinde veya duvarlar arkasında (surlar içinde) olmadıkça, sizinle toplu olarak savaşamazlar. Onların kendi aralarındaki çarpışmaları şiddetlidir. Sen onları toplu sanırsın, (oysa) onların kalpleri dağınıktır. Bu, onların akıl etmez bir kavim olmaları sebebiyledir."


4. fî kuren :kentlerde
5. muhassanetin : korunmuş

"karye" kelimemizi bu ayette niteleyen kelime "muhassanetin (korunmuş)" kelimesi. "muhassanetin" kelimesi ḥā ṣād nūn (ح ص ن)kökünden geliyor ve Kuran'da toplam 18 ayette geçiyor. (Bkz.)

"muhassanetin" kökünden gelen kelimelerin Kuran'da geçtiği ayetlere baktığımızda şöyle bir tabloyla karşılaşıyoruz:

66:12: ahsanat = "koruyan" ırzını (İmran Kızı Meryem)
29:91: ahsanat = "korudu" ırzını (Meryem)
21:80: tuhsine = "korumak" için elbise
12:48: tuhsinune = "biriktirilen" (ekinler)
4:25: uhsinne = "evlendirilmek" (eğer fuhuş ile gelirlerse)
59:2: husunnu = "kale" 
4:24: muhsinine = "koruyan" namusunu kadın (zina yapmayan)
5:5: muhsınîne = "koruyan" namusunu kadın (zina yapmayan)
24:4: elmuhsanati = namuslu kadınlar (zina suçu atılan)
24:23: elmuhsanati = namuslu kadınlar 
24:33: tehassunen = "koruyan" namusunu (genç cariyelerden)

"karye" kelimemiz için söylenen "muhassanetin" kelimesinin Kuran'da bir ayette "korunmak" elbise manasında, bir ayette "kale" manasında, bir ayette "biriktirilmiş" ekin (ağaç) manasında geri kalan ayetlerde ise "fuhuştan, zinadan korunmuş kadın" manasında geçtiğini görüyoruz. Bu tablo Eski Ahitteki "fahişe karye" tanımlamasının Kuran'daki "karye" için de geçerli olduğu tezimi desteklemektedir. "karye" kelimesi bir kadınmış gibi Kuran'da zina, fuhuş yapmayan kadınlar için sarf edilen bir kelime ile birlikte anılmaktadır. 

Kuran'daki "inek (bakara)"!

Kuran ayetlerine baktığımızda ayetlerde geçen ve Kuranın ikinci ve en uzun suresine adını veren "inek (bakara)" kelimesinin "ağaç, ekin, meyve" kelimeleri ile ilişkili olduğunu görüyoruz.

şöyle ki;

Yusuf Suresi 46. ayetinde;

5. seb'ı : yedi
6. bakarâtin : inekler
7. simânin : semiz, besili
 

denilerek yedi ineğin "simanin (semiz, besili)" olduğu ifade ediliyor. Ayette geçen "simanin" kelimesi "sin mim nun" kökünden geliyor ve bu kök buradaki ayetlerin dışında Kuran'da sadece Gaşiye Suresi'nin 7. ayetinde geçiyor. 

Gaşiye 6-7:

"Onların yiyeceği dari'den (acı, pis kokulu dikenli ağaçtan) başka bir şey değildir. Beslemez ve açlığa da bir fayda vermez."
 

görüldüğü gibi Yusuf Suresi'nin 46. ayetinde "ineklere" ilişkin söylenen "simanin" kelimesi (kelime kökü itibariyle) bu ayette "ağaca (dari)" ilişkin geçiyor.

"inek" kelimesinin geçtiği bir diğer ayet ise sureye adını da vermiş olduğu Bakara Suresi'nde bulunuyor;

11. bakaratun safrâu : sarı bir inek

bu ayette "ineğin" "safrau ( sarı)" olduğu ifade edilmektedir. Bu ayette geçen "safrau" kelimesi "sad fa ra" kökünden geliyor ve Kuran'da bu kökten gelen diğer kelimeler; 1 ayette (77:33) erkek develerin (cimaletun) rengine ilişkin geçerken 3 ayette (30:51, 39:21, 57:20) "ekinlerin" "sararması" anlamında geçiyor. Kuran'da "inekleri" tarif eden kelimenin bu sefer "ekinlerin" tarifinde kullanıldığını görüyoruz (sarı deve mevzusuna daha sonra değineceğim).

İnekleri tarif eden "seminun (besili)" kelimesi bizi "dari (ağaç)" kelimesine götürürken "safratu (sarı)" kelimesi bizi "ekinlere" götürüyor.

bu tablo karşısında sormamız gereken soru şu olmalı diye düşünüyorum; Kuran ayetlerindeki kelime kullanım yerleri neden "inek (bakara)" kelimesi ile "ağaç, ekin" kelimeleri arasında bir ilişki kurmakta?

Kuran'da bu kelimelerin belli ayetlerde özellikle geçmiş olması boşuna değil, aynı köke sahip kelimelerin belli ayetlerde sadece geçiyor olması, görünenin altındaki gerçek antik metinde bahsedilen şeylerin aslında farklı anlatımlar olduğuna dair ipuçları sunmakta. Zamanla yapılan aynı kökten kelime türetmeler ve eklemeler sonucunda sıralı ayetler arasındaki konu bütünlüğünün kopmuş olması da bunun bir sonucu, işin özünde kopuk gözüken bu anlatımlar aslında birbiriyle ilişkili.

yukarıdaki sorumun cevabını ise şu şekilde veriyorum; Kuran'daki en uzun sureye adını veren ve ayetlerde dişi bir hayvan olarak geçen "inek (bakara)" kelimesinden kasıt aslında bir tanrıçadır, bu tanrıçanın bir diğer sembolü ise "ağaç, bitki, ekin"dir. Mitolojiye, çok tanrılı geçmiş dinlere baktığımızda "inek-bitki (ağaç)" sembolizminin Mısır'da Tanrıça Hathor'a, yakın doğuda ise Tanrıça Asherah'a kadar gittiğini söyleyebiliriz. 

"The cow-and-calf motif is usually connected with the symbol system of goddesses (Keel and Uehlinger 1998:215)."

http://www.matrifocus.com/LAM04/spotlight.htm

"Kuran'da neden "inek" suresi var?" sorusuna cevap bulabilmek adına "inek-bitki (ağaç)" ilişkisinin önemli olduğunu, bu konunun biraz daha araştırılması gerektiğini düşünüyorum, Kuran'ın gerçek yüzü kendi içinde, kelimelerinde saklı, bu saklı yüz benim nazarımda aynı zamanda Kuran'ın iflası.

devam edelim; Bakara Suresi'ndeki "inek" ayetlerine baktığımızda bu inekleri kasten kullanılan bir tabir, vurgu var;

Bakara 68:

12. inne-hâ : muhakkak ki o
13. bakaratun : bir inek


Bakara 69:

10. inne-hâ : muhakkak ki o,
11. bakaratun : bir inek


Bakara 71:

3. inne-hâ : muhakkak ki o
4. bakaratun : bir inek


bu ayetlerde ineği kasten geçen ifade "inne-hu (muhakkak ki o)" :

inne-ha: إِنَّهَا 

Kuran'da bu kelimenin başka nerde aynı yazımla geçtiğine baktığımızda 18 ayette daha geçtiğini görüyoruz, bu ayetleri buradan görmek mümkün;

http://www.searchtruth.com/search.ph...rch_word=exact

bu 18 ayetten birisi Saffat Suresi'nin 64. ayeti;

1. inne-hâ : muhakkak o
2. şeceretun : ağaç
3. tahrucu : çıkar
4. fî asli : dibinde
5. el cahîmi : cahîm, cehennem


neyi görmüş olduk "inek" için İnek Suresi'nde sıkça geçen "inne-ha (muhakkak ki o)" kelimesi Kuran'da ayrıca bir "ağaç" için de geçiyor.

"inne-ha" vurgusunun Kuran'da geçtiği diğer kelimeler ise bu tanrıça ilişkisinin başka hangi kelimelerle irtibatlı olduğu hakkında bize ipuçları sunuyor.

Ek-1:

ilk mesajımda şöyle sormuştum;

bu tablo karşısında sormamız gereken soru şu olmalı diye düşünüyorum; Kuran ayetlerindeki kelime kullanım yerleri neden "inek (bakara)" kelimesi ile "ağaç, ekin" kelimeleri arasında bir ilişki kurmakta?

Eski Ahit üzerinden gidelim;

Yasa Kitabı 21:

Tutsak Bir Kadınla Evlenmek

10 “Düşmanlarınızla savaşmaya çıktığınızda ve Tanrınız RAB onları elinize teslim ettiğinde, tutsaklar alır ve

11 aralarında sevdiğiniz güzel bir kadın görürseniz, onu kendinize eş olarak alabilirsiniz.

12 Onu evinize götürün. Başını tıraş etsin, tırnaklarını kessin.

13 Üzerinden tutsaklık giysilerini çıkarsın. Evinizde otursun. Anne babası için bir ay yas tutsun. Sonra kadını alan kişi onunla yatabilir. Erkek ona koca, kadın da ona karı olacak.

14 Kadından hoşnut kalmazsa, onu özgür bıraksın. Kadınla yattığı için onu parayla satmasın, ona köle gibi davranmasın.


yukarıdaki kısımda savaşta esir edilen kadınlardan yani cariyelerden bahsedilmektedir. Bu cariyeler yasal fahişeler olarak Tanrıça ile ilişkilidir. Örneğin 12. ayetteki cariyeleri kasten "başları" kelimesini aynı yazımla ararsanız bu kelimenin geçtiği diğer ayetlerde fahişelik ve tanrıça ile ilişkili diğer kadınların bahsiyle karşılaşırsınız. (Bkz.)

Mesela 12. ayette bu kadınların "başlarından" başka bir de "tırnaklarından" bahsedilmektedir.

tırnakları = צִפָּרְנֶֽיהָ

"tırnaklar" anlamında geçen bu İbranice kelime (שָׁמִיר) Eski Ahit'te bir yerde daha geçmektedir. (Bkz.)

kelimenin geçtiği diğer ayet: Yeramya 17:1:

1 “Yahuda'nın günahı demir kalemle yazıldı;
Yüreklerinin levhaları,
Sunaklarının boynuzları üzerine
Elmas uçlu aletle oyuldu.

2 Bol yapraklı her ağacın yanında,
Her yüksek tepedeki sunaklarla,
Tanrıça Aşera'yı simgeleyen sütunlarla
Çocuklarıymış gibi ilgileniyorlar.


tamda tahmin ettiğim gibi kelimenin geçtiği ayetten sonra açıkça Tanrıça Asherah'tan bahsedilmektedir. 

Bizi Tanrıça Asherah'a götüren "tırnak" kelimesi Kuran'da nasıl geçmektedir peki?

"tırnaklar" anlamındaki İbranice kelimeye (שָׁמִיר) ilişkin Brown-Driver-Briggs Sözlüğü'nde verilen bilgilere bakacak olursak karşımıza Arapça "tırnak" anlamındaki ظُفُرٌ kelimesi çıkmaktadır. (Bkz.) Bu kelime Kuran'da bu anlamıyla sadece bir ayette geçiyor:

Enam 146:

1. ve alâ ellezîne : ve onlara, ...olanlara
2. hâdû : yahudi
3. harramnâ : haram kıldık
4. kulle : hepsi
5. zî zufurin : tırnaklı (tırnağa sahip, tırnağı olan)
6. ve min el bakari : ve ineklerden (sığırlardan)
7. ve el ganemi : ve koyunlar


"tırnak" kelimesinin "bakara (inek)" kelimesini niteliyor olmasına şaşırmıyoruz.  Yok ben illa bu inek ve koyundan otlakta otlayan inek ve koyunu anlıyorum derseniz diyecek sözüm yok tabi.

"tırnaklar" anlamındaki İbranice kelimeye (שָׁמִיר) ilişkin Strong's Exhaustive Concordance adlı kaynaktan yapılan açıklamada ise bu kelimenin צָפַר kökünden (depart, ayrılmak) geldiği belirtilmektedir. (Bkz.)

İbranice צָפַר kökünün Arapça Karşılığına baktığımızda karşımıza çıkan kök ṣād fā rā (ص ف ر) kökü. Bu kök Kuran'da geçen Arapça "sarı" kelimesinin kökü. İlk mesajımda Bakara Suresi'nin 69. ayetinde "bakara (inek)" için "sarı" kelimesinin kullanıldığını bu kelimenin özellikle "ekinler" için geçtiğini belirtmiştim. 

Eski Ahit'te Tutsak Kadınlar/Tanrıça Asherah bağlantılı geçen İbranice "tırnak" kelimesini Kuran'da anlam olarak da kök karşılığı olarak da araştırdığımızda karşımıza "bakara (inek)" çıkmaktadır. Bu tablo Kuran'daki ineğin gerçekte neyi sembolize ettiğini ortaya koymaktadır.


Ek-2:

Kuran'da "bakara" kelimesinin geçtiği bir diğer ayet ise Bakara Suresi'nin 70. ayeti:

“Bizim için Rabbine dua et de onun nasıl bir sığır olduğunu bize açıklasın. Çünkü sığırlar, bizce, birbirlerine benzemektedir. Ama Allah dilerse elbet buluruz” dediler.

1. kâlû : dediler
2. ûd'u : dua et
3. lenâ rabbe-ke : bizim için Rabbine
4. yubeyyin : açıklasın
5. lenâ : bize
6. mâ : ne, nasıl
7. hiye inne : muhakkak ki bu
8. el bakara : inek
9. teşâbehe : teşbih edildi, benzetmesi yapıldı (belli oldu)
10. aleynâ : bize
11. ve in-nâ : ve muhakkak biz, hiç şüphesiz biz
12. in şâe allâhu : Allah dilerse
13. le muhtedûne : elbette hidayete erenler, ulaşanlar


ayette "bakara (inek)" kelimesinden sonra doğrudan bu ineği kasten "teşabehe" kelimesi geliyor. "teşabehe" kelimesi Arapçada shīn bā hā (ش ب ه) kökünden geliyor. Bu kökün İbranice ve Eski Ahit'teki karşılığına bakalım.

ش ب ه = שָׁבָה 

İbranice (שָׁבָה) kökü "esir, tutsak almak" anlamında Eski Ahit'te geçiyor. (Bkz.) Bu kök aynı zamanda bir önceki mesajımda belirttiğim Yasa Kitabı'nın 21. bölümündeki "Tutsak Kadın" için sarf edilen "tutsak (שִׁבְיָה) " kelimesinin de kaynağını oluşturuyor. (Bkz.) 

Kuran'da "bakara (inek)" kelimesi için sarf edilen bir kelimenin kök karşılığını Eski Ahit'te aradığımızda karşımıza yine Yasa Kitab'nın 21. bölümündeki Tutsak Kadınlar (cariyeler/legal fahişeler) çıkıyor. 

Bir başka deyişle Eski Ahit'te Tanrıça Asherah ve fahişelerin anlatıldığı ayetlerle ortak kelimeler içeren Yasa Kitab'nın 21. bölümündeki Tutsak Kadınların (cariyelerin) "tırnakları" kelimesi Kuran'da bizi "bakara (inek)" kelimesine götürürken, bu kadınlar için sarf edilen "tutsak" kelimesi de bizi Kuran'da yine "bakara (inek)" kelimesine götürüyor. 

Kuran'ın sözcüsü (!) Allah derdini anlatmak isterken Eski Ahit'in şaibeli kelimelerine karşılık gelen Arapça kelimeleri her ne hikmetse özellikle anmadan geçememiş, alternatif sarf edebileceği onca kelime varken derdi ne ola ki acep. 

bu ara "bakara (inek)" için geçen "teşabehe" kökününün Kuran'da 6:99, 6:141. ayetlerde olduğu gibi "Tanrıça = Ağaç" sembolizmi kapsamında ekinler, palmiyeler, narlar, zeytinler v.s. için geçtiğini de belirtmiş olalım. Bu ayetlerdeki kullanımlar da boşuna değil.


Ek-3:

-Kuran'da "bakara (inek)" için geçen, 

-Eski Ahit'te ise bir ödül olarak Yahveh tarafından sunulan "Tutsak Kadınlar" (Cariyeler/Legal Fahişeler/Dünyadaki Huriler) için geçen

"teşabehe" kökü (ش ب ه = שָׁבָה) Kuran'da ayrıca Bakara Suresi'nin 25. ayetinde de geçmektedir:

6. lehum cennâtin : onlar için cennetler vardır
7. tecrî : akar
8. min tahti-hâ : onun altından
9. enhâru : nehirler
10. kullemâ : her seferinde, her defasında
11. ruzikû : rızıklandırılırlar
12. min-hâ : on(lar)dan, oradan (orada)
13. min semeretin : ürünlerden, mahsullerden, meyvelerden
14. rızkan : rızık olarak
15. kâlû : dediler
16. hâzellezî (hâzâ ellezî) : bu ki (o şey)
17. ruzık-nâ : biz rızıklandırıldık
18. min kablu : önceden, daha önce
19. ve utû : ve verildi
20. bi-hi muteşâbihan : ona benziyen,
21. ve lehum : ve onlar için
22. fî-hâ ezvâcun : orada eşler
23. mutahharatun : temiz olan, temiz
24. ve hum : ve onlar
25. fî-hâ hâlidûne : orada devamlı kalacak olanlar


teşabehe kelimemizin geçtiği yere dikkat edin, cennetteki hurilerle, yani öbür dünyanın cariyeleriyle, legal fahişeleriyle birlikte anılıyor. teşabehe kökü Eski Ahit'te bu dünyanın ödülleri olan "tutsak kadınları" (cariyeleri, legal fahişeleri) için sarf ediliyor, Kuran'da ise öbür dünyanın ödülleri olan hurileri (cariyeleri, legal fahişeleri) için sarf ediliyor. Bu yüzden teşabehe kelimesi için meallerde uydurulmuş olan "benzeri olmak" gibi zorlama manaları geçeceksiniz, bu kelimenin gerçek anlamı ve ilişkisi İbranice ve Eski Ahit bağlantılı köklerinde yatmaktadır.

El Aziz Kadın = El Aziz Allah

Yusuf Suresi'nde bahsi geçen bir kadın var, bu kadın Yusuf'u evine kapatıp onu elde etmek ister ve kadının kocasının adının "Aziz" olduğu belirtilir. Kadının kocası olarak belirtilen "Aziz" kelimesi başka ayetlerde hep Allah'ın bir sıfatı olarak geçer. 

örneğin Yusuf 30'da şöyle denir;

1. ve kâle : ve dedi
2. nisvetun : kadınlar
3. fî el medîneti : şehirde
4. imraetu el azîzi : azîzin hanımı
5. turâvidu : elde etmek istiyor
6. fetâhâ : onun emrinde olan (kölesi) genç delikanlı
7. an nefsi-hî : onun nefsinden
8. kad : olmuş
9. şegafe-hâ : onun kalbine işlemiş
10. hubben : sevgi, aşk
11. innâ : muhakkak biz
12. le nerâ-hâ : gerçekten onu görüyoruz
13. fî dalâlin : bir sapıklık içinde
14. mubînin : apaçık
 

ayette geçen "imraetu el azîzi" ifadesi "Aziz'in karısı" olarak geçiyor, bu ifadenin (durduk yere "Aziz" adında bir adam uydurmak yerine) doğrudan oradaki kadını hitaben "El Aziz kadın" olarak da çevrilebileceğini düşünüyorum.

bu ayetteki "el aziz"den kastın ayette bahsi geçen şevk düşkünü kadın olduğuna inanıyorum ki bu kadından kasıt da aslında güzellik, şevk ve sex timsali olan bir tanrıçaydı. Başka ayetlerde karşımıza sürekli olarak Allah'ın bir sıfatı olarak çıkan "el aziz" kelimesi de bu tanrıçaya ait olan bir sıfattı. 

Kuran'da "Aziz" adında bir adamdan bahsedildiği yok, erkekleri baştan çıkartan şevk timsali bir kadın, bir tanrıça için geçen "el aziz" ifadesi var. Bu "el aziz (الْعَزِيزِ ) " ifadesinin diğer ayetlerde sürekli Allah için kullanılıyor olması ise bu kadın ile Allah arasındaki ilişkiyi, daha doğru bir ifadeyle Allah = Tanrıça ilişkisini bize sunuyordu, bu bir ipucuydu. 

geçmişte Allah ile aynı sıfata sahip "Aziz" adında Mısırlı bir adam varmış hikayesine kanmamanız dileğiyle!

(Ek başlık: Yusuf'u ayartan kadının evi!)